Tesettür, laiklik, Anayasa Mahkemesi, Büyükanıt, Başbuğ Lahika-1, Irak, PKK, Inkar Kürtleri, Dağlıca, ….
Olaylara parça parça bakıldığında ya da olayları parça parça algılayıp sadece tavır almakla yetinildiğinde pek iyi farkedilmeyen büyük bir resim var önümüzde.
Aslında resim “değişim” ve “çatışma” temaları üzerine oturuyor. Ve bu temalar hemen her olayı birbirine bağlıyor ya da birbirini besler hale getiriyor.
Değişim ve çatışma “iki katmanlı”…
Bir yanda Türkiye’ye ilişkin, “Türkiye’nin yaşadığı bir değişim ve ona bağlı bir çatışma hali”, yani bir katman var.
Diğer yanda Türkiye’nin gerilim ve eğilimlerine şekil veren, çatışan tarafları besleyen ya da zayıflatan, aslında dünyayı, “uluslararası siyasi dengeleri kuşatan bir değişim ve çatışma katmanı” var.
Şu gerçeği reddetmek zor: Dünya bugün Bush politikalarının ifade ettiğinin ötesinde bir gerilime tanık oluyor.
Biri müslüman diğeri hıristiyan, biri hakim diğeri edilgin, biri zengin diğeri fakir iki büyük medeniyet arasında yaşanan bir gerilimi, kah soğuk kah sıcak bir savaşı soluyor.
Bu çatışma, siyasi duruşlarda, ilkelerde, dengelerde önemli değişimleri içerdiği oranda “kapsayıcı”dır.
Nitekim çatışma Batı’da terör tanımından tutun, laiklik konusunda Avrupa’da yaşanan gelişmelere, müslüman Batı yurttaşlarına yönelik “militan demokrasi uygulamaları”na değin kimi zımni ortak paydaları besliyor.
Nitekim Batı devletlerinin çıkar, fayda hesapları, ilke tazelemeleri, kendi aralarındaki hegemonya kavgaları bile bu savaşın şemsiyesi altında yapılıyor.
Ülke düzenlerine, hukuk sistemlerine, birey bilinçlerine getirdiği “öteki, korku, tehdit, yasak, şiddet temaları”na bakıldığında, bu çatışmanın konjonktürel olduğuna dair umutlar epey azalıyor. Bir yanda açılan isyan bayrağının ve diğer yanda tazelenen hegemonya arayışlarının ortadan kalkması için atılması gereken adımlar, her geçen gün tahayyül edilmesi zor adımlar haline geliyor.
Türkiye bu savaşın tam orta yerinde bulunuyor.
Sadece coğrafi olarak değil, sadece siyasi olarak da değil, kültürel ve tarihi açıdan, en önemlisi kimlik açısından çatışmanın merkezindeyiz...
Konulara göre biraz orada biraz buradayız...
Bu durumun “travmatik” sonuçları oluyor:
Bu parçalanmışlık ya da “malum bir parçalanmışlığın bu derin krizi ya da bu kesif anı” siyasi, entelektüel, kültürel bütüncül duruşları zorluyor, eli zayıf, imkânı az bir faydacılığı besliyor.
Türkiye’de dünyadaki ve ülke içindeki gelişmeler karşısında her geçen gün artan “düşünce fakirliği”nin, “siyasi tutarsızlığın” nedenleri biraz da burada yatıyor.
Türkiye’nin “siyaset, ekonomi ve toplum arenası globalleşirken”, çelişki olarak bunlara yönelik “karar, tepki, düşünce dünyası yerelleşiyor”.
Üreyen görüşler aşırı somut, aşırı siyasi, aşırı şematik ya da komplocu ve tarafgir oluyor.
Bu durum aslında, bağımlı bir durumun, çatışan dünyaların kültürel unsurları arasında bölünmenin ve sizi kimlik ve siyasetinizle içine alan kontrol dışı bir gerilimin kaçınılmaz sonucudur.
Bu sonuç Türkiye’nin siyaset haritasına yansımıştır.
“Değişime dirençle başlayan ülke içi gerginlikler”, bugün bu sayfayı geçmiş, “değişimi devlete havale etme ve devleti kontrol etme kavgası”na dönüşmüştür. Düşünsel, siyasal, hatta toplumsal yerelleşme eğilimi de bu kavgayı kolaylaştırmakta hatta beslemektedir.
Sıkıntılı günler yaşayacağız…
Yeni Şafak, 28 Haziran 2008
|