Bundan bir ay kadar önce liberalizm konulu uluslararası bir konferans vesilesiyle hayatımda ilk kez Bodrum’a gittim.
Gitmişken de ünlü tatil beldesinin en göz alıcı yerine, yani Bodrum Kalesi’ne uğradım. Gezenler herhalde bilir; bu kalenin müze bölümünde batık teknelerin sudan çıkarılıp yeniden inşa edilmiş kalıntıları var. Bu kalıntıların en büyüğü de, Türk arkeologların binbir zahmetle ortaya çıkarıp sergiledikleri bir Eski Yunan gemisi.
Gemi beni etkiledi elbette, ama asıl görülmeye değer şey, onun yanındaki duvarın yüksekçe bir noktasında asılı duran Atatürk portresiydi. Atatürk’ün aşağıya doğru bakan pozunun altında da aynen şöyle yazıyordu: ‘İZLENDİĞİMİZİN BİLİNCİ İÇİNDE ÇALIŞIYORUZ.’
Yani, Türk arkeologları, çalışmalarını yürütürken Atatürk tarafından ‘izlendiklerine’ inanıyor ve bunu da gururla ilan ediyorlardı.
Ne dersiniz, bu işte bir gariplik yok mu?
Var. Hem de Türkiye’deki ‘Atatürk kültü’nün her detayında var. Resmi törenlerdeki dile bakın mesela. Hemen her ülkede saygıyla anılan tarihsel liderler vardır. İnsanlar da onlar hakkında hakkında övücü konuşmalar yapar. ‘Büyük devlet adamıydı, önemli hizmetleri oldu, huzur içinde yatsın’ gibi şeyler söylerler. Ama bizler sadece Atatürk hakkında konuşmuyor, ‘Atam!’ diye başlayan cümlelerle ona hitap ediyoruz. Okul öğrencilerine ‘Ey bugünümüzü sağlayan Ulu Atatürk’ diye başlayan sadakat yeminleri ettiriyoruz. Yani, sanki Atatürk bizi duyuyor, yakarışlarımızı işitiyormuş gibi davranıyoruz.
Bakın, İstanbul’daki bir okulda düzenlenen ‘Atatürk Konulu Şiir Yarışması’nda birinci seçilen bir beşinci sınıf öğrencisi neler yazmış:
‘Sen göklerdesin Atatürk’üm! Sen bizi yukarıdan izleyensin,
Hiç ayrılmadın yerinden. Sen kaderimizi çizensin.
Sen bizi yaşatansın, Sen ölümden kurtaransın!’
Bu garip ‘itikat’ sadece ilkokul öğrencilerinin değil, koca koca adamların yazdığı metinlerde de ifade buluyor. Çok satan bir gazete, Türkiye-Hırvatistan maçından söz ederken saha kenarındaki Atatürk resminin yaydığı metafizik güçlere atıfta bulunuyor. ‘Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, tüm Türkiye’yi heyecana boğan maçı izleyenler arasındaydı’ diyen gazete ekliyor: ‘Fatih Terim’in, maç boyunca Atatürk’ün varlığından güç aldığı anlaşıldı.’
İnananlarına güç veren Ulu Önder, bazen mucizeler gösteriyor, bir dağ üzerinde bize suretini yansıtıyor. Silüetinin düştüğüne inanılan Damal ilçesindeki Karadağ sırtları, bir anda kutsal mekan haline geliyor. Yöre halkı ‘Atatürk mucizesi’ sebebiyle şenlikler düzenliyor, ziyaretçiler halay çekiyor.
Bu kadar yüce bir varlık hakkında eleştirel laflar etmek ise, tahammül edilemeyen bir sapkınlık. Bu yüzden, Atatürk devrimlerinin toplumun bazı kesimlerinde travma yarattığı gibi her tarihçinin bildiği bir gerçeğe işaret eden Dengir Mir Mehmet Fırat, bir anda medyanın hışmına uğruyor.
Peki hepimiz gibi bir insan olan Atatürk’ü niçin bu kadar ‘insanüstü’ bir hale getirmiş durumdayız?
Amerikalı düşünür Richard J. Neuhaus, din ve devlet ilişkilerini incelediği ‘Çıplak Kamusal Alan’ (The Naked Public Square) adlı eserinde bu soruya cevap veren önemli bir yorum yapar. Neuhaus’ın ‘çıplak’ dediği, geleneksel dinden tamamen arındırılmış kamusal alandır. ‘Ancak,’ der Neuhaus, ‘çıplak kamusal alan uzun süre çıplak kalamaz; geleneksel dinden oluşan boşluğu bir süre sonra ‘yapay din’ doldurur.’
Bizim de işte tüm kamusal alana ipotek koymuş bir ‘yapay din’imiz var.(...) Bu dinin mensuplarının kendilerini ‘akıl ve bilim’ yolunda sanması ise, işin en komik yanı.
Star, 25.6.2008
|