Geçenlerde bir yorumcu, Anayasa Mahkemesi’nin 5 Haziran’da verdiği kararla rejimin değiştiğini söylüyordu. AYM’nin Anayasa’yı çiğneyerek aldığı kararla, demokrasiyi terk edip yargıçlar iktidarına geçmiştik.
Olay böyle de yorumlanabilir.
Gayet makul. Ama gelin başka bir açıdan da bakalım:
İddiam şu: Rejim değişmedi, rejimin maskesi düştü. Yani Türkiye’deki siyasi rejim zaten böyleydi; şimdilerde apaçık görünür oldu.
Herkes biliyor: Ülkedeki iktidar yapılanması çift başlı.
Bir yanda halkın oylarıyla biçimlenen sivil siyaset var, diğer yanda ise bürokratik elit.
Bürokratik elit, siyasete diyor ki:
“Sen ekonomiyle uğraş. Pastayı büyüt. Daha fazla vergi topla. O parayla bana lojman yap. Altıma otomobil çek. Maaşımı, ek ödeneklerimi, harcırahımı artır. Silah alacağım; bana para ver. Ama bu parayı harcama şeklime karışma, denetleme, sorma. Kıbrıs meselesine karışma; ben orada çözüm istemiyorum, gerilimi sürdüreceğim. Kürtleri döveceğim, barıştan filan söz edip kafaları bulandırma. Avrupa Birliği’ne de fazla yanaşıp canımı sıkma. Tamam mı?”
İşte sivil siyaset bu çerçevenin dışına çıktığı anda bürokrasi dişlerini göstermeye başlıyor. Isırmaya kalkışıyor. Çoğu zaman da başarıyor.
Böylece rejimin ne mene bir şey olduğunu, temel özelliklerini, nasıl çalıştığını bizzat yaşayarak kavrıyorsunuz.
Halbuki bizzat yaşamayı beklemeye gerek yok. Çünkü siyasi anılar, tarih ve sosyal bilim çalışmaları bunun örnekleriyle dolu.
Ne var ki iktidara gelenler bu gerçeği hep unutuyor. “Halka dayanıyorum, meşruiyetim var; beni ısıramaz” diyorlar.
Sonuç: Paçasını kurtaran pek az.
Sabah, 19.6.2008
|