Türkiye’de daha bir iki ay öncesinde işler iyiye doğru gitmekte iken medya boş kalmış, müşteri kaygısına düşmüştü. Muhalefetin ve onlarla işbirliği içinde oldukları anlaşılan bir kısım bürokrasinin sayesinde medyaya gün doğdu. Artık bol müşterili (okuyucu, dinleyici, izleyicili) işler yapıyorlar. Bu arada bir kesimin nefretini, bir kesimin de takdirini aynı şiddet ölçüsü ile harekete geçirmesini bilen bir kısım medyatik eşhas da paslanmaya yüz tutmuş dillerini kullanmaya başladılar.
Bunlardan biri, bir gazeteci bayan, bir hemcinsine ve meslektaşına karşı, anayasa mahkemesinin aldığı kararı tartışırlarken “Ben başörtüsünü hiçbir zaman bir insan hakkı olarak görmedim, 18 yaşına gelmemiş kızları erkekler zorla kapatıyorlar, gelip kabul etsinler bu yaştan önce hiçbir kıza başörtüsü taktırmayalım, 18’inden sonra ise üniversitede serbest bırakalım, bakalım aç kız başını örtecek…” diyor.
Karşısındaki gerçek manada demokrat ve insan hakları savunucusu bayan gerekli cevabı verdi ise de bir de ben, kendi lisanımla bu sözlerdeki yanlışları sayıp dökmek istedim.
İnsan hakkı eğer bu kafadaki bayanların ölçüsüne bırakılacak ve onların hak saymadıkları böyle kabul edilecekse bu haklara “evrensel insan hakları” demek yerine, “Türkiye şartlarında düzenlenmiş bir kısım insan hakları” demek daha uygun olacaktır.
Hemen bütün ülkelerin onayladıkları evrensel insan hakları belgelerinde mesela din ve düşünce özgürlüğü tarif edilmiş, çerçevesi ortaya konmuş ve tahammülsüz Türk laikçilerinin keyiflerine bırakılmamıştır. Bu belgelere göre din özgürlüğü “inanma, tek veya toplu olarak ibadet ve ayin, eğitim ve öğretim, açıklama (görünür kılma), yayma, örgütlenme, din değiştirme…” hak ve özgürlüklerini içermektedir. Farklılıklar ve azınlığın hakları korunacaktır, ancak bu yapılırken çoğunluk da haklarından yoksun bırakılmayacak, gereksiz sınırlamalar yapılmayacaktır.
Tarih boyunca bütün Müslümanlar, günümüzde de Müslümanların kahir ekseriyeti tesettürün (içinde başı örtmenin de bulunduğu örtünmenin) farz, açılmanın haram olduğuna inanmış ve bu inançlarını uygulamışlardır. Bunu hak saymamak o pişkin bayanın hakkı ve haddi değildir.
Türkiye’de kadınları ve kızları erkeklerin zorla örttükleri efsanesi/masalı hep anlatılır, ama aslı faslı yoktur. Doğrusunu ben yazayım:
Örtünen kadın ve kızlarımız daha çok şu sebeplerle örtünürler:
İnandıkları ve bu inanca uygun bir eğitim aldıkları için.
Baba veya ana baskısı yüzünden.
Çevre baskısı yüzünden.
Bu sebepler arasında en baskın olanı da birincisidir.
Buna şöyle itiraz edilebilir:
Küçük yaştan itibaren ailede din eğitimi alan çocuk örtünme bakımından da baskı altında demektir.
Bunun cevabını hukuk vermiş:
Çocukların dinlerini seçmek ve seçilen dine göre tahsil ve eğitim aldırmak ana babaların hakkıdır.
Bu hakka dayanarak dinsizler çocuklarını dinsiz, laikçiler de laikçi olarak yetiştirmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Kemalizme iman ettiriyorlar, kendi uydurdukları bir tarih, kültür ve dil dersi ve şuuru veriyorlar. Bunlar insan haklarına aykırı olmuyor da dindarların çocuklarını dindar yetiştirmeleri niçin aykırı oluyor?!
Önümüzde iki durum var: Ya kavga ya barış.
O bayanın yolu kavga yolu, bu yolun sonu uçurumdur.
Diğer (demokrat) bayanın yolu barış yoludur; bu yolun da sonu hak ve hukuk çerçevesinde herkesin mutlu olma hakkını elde ettiği bir dünya, bir ülkedir.
Yeni Şafak, 19.6.2008
|