Güzel söz
“Söz ola kestire başı, söz ola kese savaşı.” Yunus Emre
Mütekellim-i Ezelî olan Rabbimiz, Rahman Sûresi 3. ve 4. .âyetlerinde “O insanı yarattı ve ona beyanı (düşündüğünü) açıklamayı öğretti” diye buyuruyor.
Buna göre, insan diğer varlıklardan farklı olarak yaratılmıştır. Onu diğer varlıklardan ayıran şey, şuur ve dil sahibi olmasıdır. İnsan sahip olduğu bu iki cihazla kendini ve eşyayı tanır, sonra da tanıtır. Gördüklerini, hissettiklerini düşünceye döker. Bilincinde yoğurduğu mânâyı diline yansıtarak somutlaştırır.
Yirminci Söz’ün Birinci Makamında ele alındığı gibi Yaratıcının yeryüzündeki halifesi olmaya namzet olan Adem Aleyhisselam’a mucize olarak eşyanın isimleri öğretilmiştir. Öğretilmekle kalınmamış; bu isimleri başkalarına da öğretmesi kendisinden istenmiştir.
İşte burada ilahi bir emanet olan sözün önemi ortaya çıkmaktadır. İnsan hakkı ve hakikati konuşup yaymakla mükelleftir. Nisa Sûresi 63. âyette “Onlara vaaz et, onların içlerine işleyecek, ruhlarına nüfuz edecek güzellikte tesirli söz söyle” deniyor.
Kur’ân-ı Kerim güzel bir sözü verimli bir ağaca benzetir. Verimli ağacın dallarının her daim meyveli olması gibi, güzel sözün tesiri de büyük olur. O bir amel-i salih olduğu için Rabbine yükselir. Melekler adeta yarışırlar, o güzel sözleri kapmak için.*
Güzel söz sadakadır; bazen de sadakadan üstün olur. Kur’ân-ı Kerim ‘kavlün ma’rufun’ olarak tanımladığı güzel sözü, verildikten sonra başa kakılan sadakadan üstün tutar.
“Güzel söz ve bağışlama, arkasından incitme gelen sadakadan daha iyidir. Allah zengindir, acelesi de yoktur.” (Bakara Sûresi 263. âyet)
İnsanın sarf ettiği sözler, en güzel söz olan Kur’ân hakikatlerine uymalıdır. Ya hakkın tebliğcisi ve dellalı veya münacaat olmalıdır. Üstadın deyimiyle israf-ı kelamdan münezzeh olmalıdır sarf edilen sözler.
Lisan, kalbin tercümanı olması cihetiyle, ağızdan süzülen kelimeler kalbin kimlik kartı hükmünü de alır. Sarf edilen bu kelimelere göre konuşanın ilmi, edebi, san’atı ve şahsiyeti anlaşılır
“Beliğ bir kelâmın bir meziyeti şudur ki, söyleyenin ziyade meşgul olduğu san’atını ihsas etsin” (28. Lem’a Beşinci Nükte)
İnsan güzel sözü söylemekle mükellef olduğu gibi güzel sözü dinlemekle de mükelleftir. “Dinleyip de sözün güzeline uyan kullarımı müjdele. İşte Allah’ın doğru yola ilettiği kimseler onlardır. Gerçek akıl sahipleri de onlardır” deniyor âyet-i kerimede (Zümer, 17-18.)
“Duyduğumuz sözlerin güzel söz olup olmadığına nasıl karar vereceğiz?” sorusu gelebilir akıllara. Bu durumda duyduğumuz sözlerin belagat kaidelerine uyup uymadığına bakmamız gerekecek. Hemen, “Kim söylemiş? Kime söylenmiş? Niçin ve nerede söylenmiş?” diye soracağız.. Şayet bu kaideye mutabıksa ve içerik olarak da Kur’ân haikatlerine uyuyorsa, duyduğumuz veya dinlediğimiz bu söz beliğ sözdür.
Söz üzerine söylenecek daha çok söz var; ama biz kısa kesmek istiyoruz.
Ve sözümüzü, Şair Nabi’nin kalbindeki Resulullah sevgisini dile getirdiği mısraları, akabinde de bu şiir hakkında rivayet edilen efsanevi hikâye ile noktalıyoruz
Sakın terk-i edepten kûy-i mahbûb-ı Hüdâdır bu,
Nazargâh-i ilâhidir, makam-ı Mustafa’dır bu.
Felekte mâh-i nev Bâbü’s-selâm’ın sîne çâkidir
Bunun kandili cevzâ, matla-i nûr-i ziyâdır bu,
Habib-i Kibriyanın hubgâhıdır fazilette,
Tefevvuk kerde-i arş-ı Cenab-ı Kibriyâdır bu.
Bu hâkin pertevinden oldu deycûr-i adem zâil,
Âmâdın açtı mevcudât çeşmin, tûtiyâdır bu.
Mürâat-i edep şartıyla gir Nabi bu dergâha Metâf-ı kudsiyândır, bûsegâh-ı enbiyâdır bu.
Mânâsı:
(Cenab-ı Hakkın nazargâhı ve Onun sevgili peygamberi Hz. Muhammed Mustafa’nın makamı ve beldesidir burası. Bu yerde sakın edebe riayetsizlik etme.
Gökyüzündeki hilal Onun selam kapısının yüreği yaralı âşığıdır. Semadaki cevzâ, yanı ikizler burcunun nur ve ışık kaynağı Odur.
Burası Sevgili Peygamberimizin istirahatgâhıdır. Fazilet açısından Cenab-ı Kibriyâ’nın arşının da üstündedir.
Bu mübarek toprağın ziyasından adem, yani yokluk karanlığı sona erdi. Varlık âlemi, körlük ve yokluktan onun sürmesiyle açtı.
Ey Nabi, bu dergaha edep kurallarına uyarak gir, zira burası meleklerin etrafında pervane gibi döndüğü, peygamberlerin hürmetle öptüğü mübarek bir makamdır.)
1678 yılında hac mevsiminde yola çıkan Urfalı mutasavvıf Şair Nâbî; devlet ricalinden oluşan bir kafile ile Medine’ye yaklaşmaktadır.
Şair ruhlu ve aşk yüklü Nâbî, Medine’ye yaklaştıkça hiç uyumamaktadır. Medine sınırına iyice yaklaştıkları gece, istirahat esnasında bir Osmanlı paşasının ayağını Kâbe’ye doğru uzattığını ve o haliyle uyuduğunu görür. Bu durumdan çok müteessir olan Nabi yukarıdaki beyitleri okur.
Bunu okurken paşa duyar ve uyanır. Bu sözleri kendisi için söylediğini anlayan Paşa, Nabi’ye;
“Bu beyitleri ne zaman yazdın, başka kimse biliyor mu? diye sorar.
Nabi cevap verir
“Sadece şimdi.”
Paşa, “Ne olur aramızda kalsın kimseye söyleme” der.
Nabi söz verir. Kimseye söylemeyecektir.
Nihayet kafile yoluna devam ederek sabah ezanı vakti Medine’ye ulaşır. Mescid-i Nebevi’nin müezzinleri minareden Nabi’nin bu Naatını okumaktadır. Nabi ve Paşa donup kalır. Namazdan sonra Nabi ve Paşa müezzinlerin yanına gider ve sorarlar: “Siz bu naatı nerden öğrendiniz?”
Müezzinler şöyle anlatırlar.
“Bu gece Allah Resulü rüyamızda bize ‘Ümmetimden Nabi isimli bir şair beni ziyarete geliyor. Bu zat bana karşı büyük bir aşk ve sevgi ile doludur. Bu aşkı sebebiyle şöyle bir naat yazmıştır. Siz bu naatı onun Medine’ye girişi şerefine bu sabah minarelerden okuyarak onun gelişini kutlayın’ buyurdu. Biz de bu emr-i Nebevîyi yerine getirdik” deyince Nabi hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.
Hem ağlıyor, hem de şunları söylüyordu:
“Demek iki cihan güneşi bana ümmetim dedi. Demek ki iki cihan güneşi beni ümmetliğine kabul buyurdu.”
http://perweb.fırat.edu.tr/personel/yayınlar Yrd. Doç. Dr. Cevdet Kılıç
*Hz. Peygamber rükûdan doğrulurken “Semiallahü limen hamideh” demiş, kendisiyle birlikte namaz kılan arkadaşlarından Rifâa “Ve leke’l-hamd hamden kesîren tayyiben mübâreken fîh” diye ilâve etmiş; Hz. Peygamber selâm verince arkaya dönerek “Demin konuşan kimdi?” diye sormuş; Rifâa “Bendim” deyince, bunun üzerine Hz. Peygamber, “Otuz küsur melek gördüm, senin söylediğin o sözü önce yazıp göğe götürmek için birbirleriyle yarışıyorlardı” diyerek, Rifâa’nın ihdas ettiği bu sözü onaylamıştır.
www.diyanet.gov.tr/turkish/weboku.asp?sayfa 50
|