Nur literatüründe üç kelime: Talebe, kardeş ve dost (2)
Bediüzzaman, Hulusi Bey ve Sabri Efendinin maksatlarını ve vazifelerini şöyle ifade ediyordu: “Bütün makasıd-ı hayatiye içinde en büyük, en mühim maksatları, o nurlu Sözler (risâleler) vasıtasıyla Kur’ân’a hizmet biliyorlar. Dünya hayatının netice-i hakikiyesinin ve dünyaya gelmekteki vazife-i fıtriyelerinin en mühimi, hakaik-i imaniyeye hizmet olduğunu telâkkileridir.”
Bu sözler, hemen “Ben cinleri ve insanları ancak Bana îman ve ibâdet etsinler diye yarattım”3 meâlindeki âyeti akla getirmektedir. Âyetü’l-Kübra’nın başında yer alan bu âyet-i uzmânın sırrı “insanın bu dünyaya gönderilmesinin hikmeti ve gayesi Hâlık-ı Kâinatı tanımak ve O’na İmân edip ibadet etmektir. Ve o insanın vazife-i fıtratı ve fariza-i zimmeti, mârifetullah ve iman-ı billâhtır ve iz’an ve yakîn ile vücudunu ve vahdetini tasdik etmektir”4 şeklinde özetlenir.
c) Tecrübe edilmiş ürünlere önem verilir. Günümüzde bir takım “ağır” dediğimiz hastalıklar vardır. Bunların ilâçları da pahalıdır. İnsanlar onların fiyatından çok etkisine bakarlar. Eğer ilâç hastalığa iyi geliyorsa hemen satın alınır. Tecrübe sonucu müsbet çıkarsa eşe-dosta ilân edilir. Tâ ki, onlar da o ilâcı kullanmak sûretiyle şifâ bulsunlar. Bu misâlde olduğu gibi Bediüzzaman Said Nursî de, Kur’ân eczahanesinden aldığı ilâçlarla şifa bulmuştur. Hulusi Bey ve Sabri Efendi de Bediüzzaman’a göre “kendi nefsinde tecrübe ettiği ve eczahane-i mukaddese-i Kur’âniyeden aldığı ilâçları, onlar da kendi yaralarını hissedip o ilâçları merhem sûretinde tecrübe ediyorlar. Aynı hissiyâtla mütehassis oluyorlar. Ve ehl-i imanın imanlarını muhafaza etmek gayreti, en yüksek derecede taşımaları ve ehl-i imanın kalbine gelen şübehat ve evhamdan hâsıl olan yaraları tedavi etmek iştiyakı, yüksek bir derece-i şefkatte hissetmeleridir.” Bu asrın baş hastalığı imansızlık gibi mânevî hastalıklardır. Maddî hastalıkların ilâcı maddî olduğu gibi, mânevî hastalıkların ilâcı da mânevîdir. Bu nur kahramanları mukaddes Kur’ân eczanesinden aldıkları merhemleri kendi yaralarına sürmüşler ve iyi olmuşlardır. Şefkatle ehl-i imanın imanlarını korumaya gayret etmişler, kalblerine gelen şüpheleri ve vehimleri tedavi etmeye çalışmışlardır. Bir bakıma cemiyeti mahveden imansızlık yangınını söndürmeye koşmuşlardır.
Bediüzzaman, burada Hulusi Bey ve Sabri Efendi üzerinden bize verdiği dersi İhlâs Risâlesinde daha esaslı biçimde açıklar. Orada kardeşlerin nasıl olacağını anlatır.5 Risâlenin başında konunun önemine vurgu yapılır: “Bu Lem’a, lâakal her on beş günde bir defa okunmalı.” Öyleyse Nur talebeleri hayatlarında bu risâleye daha çok yer vermelidirler. Başlangıç cümlesi de dikkat çekicidir: “Ey âhiret kardeşlerim ve ey hizmet-i Kur’âniyede arkadaşlarım!” Bu risâleyi okuyanlar birinci derecede Bediüzzaman’ın muhatabıdır. İhlâsın kıymeti ise, şu paragrafta açıklanır: “Bu dünyada, hususan uhrevî hizmetlerde en mühim bir esas, en büyük bir kuvvet, en makbul bir şefaatçi, en metin bir nokta-i istinad, en kısa bir tarik-ı hakikat, en makbul bir duâ-i mânevî, en kerâmetli bir vesile-i makâsıd, en yüksek bir haslet, en sâfi bir ubudiyet, ihlâstır.” Burada geçen her bir kelime için ayrı bir çalışma yapmak gerekir.
Bediüzzaman’ın kendisini ziyarete gelenlere verdiği bir dersi vardır. O derste ziyaretçileri şöyle tasnif eder:
1- Dünya hayatı cihetinde gelir; o kapı kapatılmıştır.
2- Ahiret hayatı cihetinde gelir. O cihette iki kapı bulunmaktadır:
a- Şahsını mübarek ve makam sahibi zannedip gelir. O kapı dahi kapatılmıştır.
b- Sırf Kur’ân-ı Hakîmin dellâlı olduğu cihetledir. Bu kapıdan gelenleri kabul etmektedir. Onlar da üç tarzda olmaktadır:
1) Dost olur,
2) Kardeş olur,
3) Talebe olur.
Bediüzzaman, Kur’ân-ı Hakîm’in dellâlı yönünden gelen dost, kardeş ve talebelerin özelliklerini sistematik olarak şöyle açıklamaktadır:
1- Dost: “Katiyen Söz(risâle)lere ve envâr-ı Kur’âniyeye dair olan hizmetimize ciddî taraftar olsun ve haksızlığa ve bid’alara ve dalâlete kalben taraftar olmasın; kendine de istifadeye çalışsın.”
2- Kardeş: “Hakikî olarak Söz(risâle)lerin neşrine ciddî çalışmakla beraber, beş farz namazını edâ etmek, yedi kebâiri işlememektir.”
3- Talebe: “Söz(risale)leri kendi malı ve telifi gibi hissedip sahip çıksın ve en mühim vazife-i hayatiyesini onun neşir ve hizmeti bilsin.”
Yukarıda sayılan üç tabakanın buluşma noktası Risâle-i Nur’dur. Onlar Bediüzzaman’ın üç şahsiyetiyle ilgilidir. Bunlar Said Nursî’nin iman ve Kur’ân hizmetindeki görevlerini ifade eder:
1- Dost, “şahsî ve zâtî” şahsiyetiyle ilgilidir.
2- Kardeş, “abdiyeti ve ubûdiyet” noktasındaki şahsiyetiyle ilgilidir.
3- Talebe ise, “Kur’ân-ı Hakîmin dellâlı” cihetinde ve hocalık vazifesindeki şahsiyetiyle ilgilidir.
Yukarıda sayılan şartlara göre görüşmek netice itibariyle önemlidir. Bediüzzaman, görüşmenin üç meyvesinden söz etmektedir. Bunlar şunlardır:
1- “Dellâllık itibarıyla mücevherât-ı Kur’âniyeyi benden veya Sözlerden ders almak-velev bir ders de olsa.”
2- “İbadet itibarıyla uhrevî kazancıma hissedar olur.”
3- “Beraber dergâh-ı İlâhiyeye müteveccih olup rabt-ı kalb ederek, Kur’ân-ı Hakîmin hizmetinde el ele verip tevfik ve hidayet istemek.”
Üstaddan doğrudan doğruya ders almak, uhrevî kazancına ortak olmak ve Allah’ın huzuruna yönelip Kur’ân hizmetinde el ele vermek sûretiyle yardım ve hidayet istemek güzel bir meyve değil mi? Bu durum mânevî dayanışmayı göstermez mi? Bir başka risalede yer alan “zaman cemaat zamanıdır” sözünü teyit etmez mi? Çünkü fert, dâhî de olsa şu zamanın fırtınalarına dayanması oldukça zordur.
Yukarıda sayılan kategorilerin Bediüzzaman’ın yanındaki durumu şu sözlerle açıklanır:
Talebe, “her sabah mütemadiyen ismiyle, bazen hayaliyle dahi yanımda hazır olur, hissedar olur.”
Kardeş, “birkaç defa hususî ismiyle ve sûretiyle duâ ve kazancımda hazır olup hissedar olur. Sonra umum ihvanlar içinde dâhil olup, rahmet-i İlâhiyeye teslim ediyorum ki, duâ vaktinde ‘ihvetî ve ihvânî’ dediğim vakit onlar içinde bulunur. Ben bilmezsem, rahmet-i İlâhiye onları biliyor ve görüyor.”
Dost ise, “ferâizi kılar ve kebâiri terk ederse, umumiyet-i ihvan itibarıyla duâmda dâhildir.”
Bunlarda bir sıralama yapmak gerekirse en içte veya merkezde talebe, ortada kardeş ve dışta dost yer alır. Yukarıda dostun özellikleri anlatılırken yer verilmeyen farzları kılmak ve kebâiri terk etmek şartları burada eklenmiştir. Bediüzzaman’ın her gece duâ ettiği isimlerin yazılı olduğu uzunca bir listenin olduğunu o günlerde kendisine hizmet eden talebeleri anlatır. Bu üç grup yapılan duâlara katılabilmektedir. Bu üç tabaka dahi Bediüzzaman’ı “mânevî duâ ve kazançlarına” dâhil etmeleri şarttır.6 Hadis-i Şerifte haber verilen gıyaben duâ etmenin uygulaması yapılmaktadır. Burada ismen ve karşılıklı duâ etmenin ne kadar önemli olduğunu bir kere daha hatırlamakta fayda vardır.
4- Hulûsi Beyle Bediüzzaman’ın yeğeni Abdurrahman arasında bağlantı kurulur. Abdurrahman’ın kimliği şu cümleyle özetlenir: “Yegâne manevî evlâdım ve medar-ı tesellîm ve hakikî vârisim ve bir dehâ-yı nuranî sahibi olacağı muhtemel olan biraderzadem”7 Abdurrahman vefat etmiştir. Onun vefatından sonra, aynen onun yerine geçip o merhumdan beklediği hizmeti, onun gibi ifâya başlayan Hulusi Beydir.
Dipnotlar:
3- Zariyat Sûresi: 56
4- Şuâlar, s. 93
5- Bkz. Lem’alar,s. 163
6- Mektubat, s. 329
7- Barla Lahikasında daha sonra Abdurrahman’dan gelen bir mektup vardır. Bu mektupla ilgili bir çalışmayı daha sonra yapmak istiyorum. Abdurrahman Bediüzzaman’ın hayatında önemli bir yer tutmuştur. Onun ölümü üzerine geçirdiği psikolojik hali tahlil etmek gerekir diye düşünüyorum.
-Devam edecek-
|