İrlanda’nın Lizbon Anlaşması’nı reddetmesi Avrupa Birliği’ni sarstı. Lizbon’u gömüp Nice sistemiyle devam etmeyi salık verenler olduğu gibi İrlanda’yı dışlamak isteyenler de var, Anlaşmada değişiklikler yapıp tekrar referanduma sunulmasını önerenler de. En fazla başı ağrıyacak olan 1 Temmuzda dönem başkanlığını devralacak Fransa.
İrlanda halkının ‘hayır’ diyen yüzde elli üçü yalnız değil. Birçok üye ülkeden referandum sonucunu sevinçle karşılayan sesler yükseldi. Bu sonuç Avrupa bütünleşmesinde halkların eğilimlerinin göz ardı edilmesine tepki olarak görülüyor. Avrupa’nın siyasi elitleri ile halkları arasındaki uçurumun kanıtlandığı ileri sürülüyor. Reddin AB’nin daha demokratikleşmesini sağlaması umuluyor.
Krizin kaçınılmaz bir etkisi de genişlemeye olacak. Yeni bir kurumsal reform uzlaşısına kadar Hırvatistan ve bizimle müzakerelerin yavaşlaması hatta durması söz konusu. Buna en çok Hırvatistan üzülecek herhalde. Zira onların süreci rayında giderken bizimki malum zaten duraklama noktasında. Türkiye’nin üyelik süreci şu veya bu müzakere faslının açılmasından çok daha köklü bir sınavdan geçiyor. Türk halkı vesayet altında bir sanal demokrasiyle Kopenhag siyasi kriterlerinin bağdaşmadığını sezmeye başlıyor. AB yolunun asıl demokrasi ve temel hak ve özgürlükler kavramlarının içini dolduramamaktan tıkandığı gittikçe berraklaşıyor.
Tıkanma çok açık. 2004’de müzakerelerin açılması kararı siyasi reform sürecindeki ilerlemelere bağlanmıştı. Ancak kararda temel bir koşul da reform sürecinin geriye dönülmezliğinin garantiye alınması ve tam, etkin ve kapsamlı uygulamasının sağlanmasıydı.
Kopenhag Siyasi Kriterleri’nin ışığına tutulduğunda şimdiye kadarki reformların daha çok şeklen yapıldığı ve ‘tam, etkin ve kapsamlı’ uygulanmaktan uzak olduğu açık. Daha da vahimi bunların içerdiği kavramları yanlış yorumladığımızın ortaya çıkması.
2004’den bu yana geçen üç buçuk yıllık döneme şöyle bir bakalım.
Siyasi kriterlerin ilki istikrarlı ve kurumsallaşmış bir demokrasinin var olmasından bahsediyor. Bizim demokrasimizin ne istikrarlı ne de kurumsallaşmış olduğu büsbütün ortaya çıktı son dönemde. E-muhtıralar, y-muhtıralar, kapatma davalarıyla zaten topal demokrasimize pranga vurmaya çalışılıyor. Ergenekon, Cumhuriyet Çalışma Grubu, Sarıkız, Ayışığı hamasi veya şairane isimler değil darbe şemaları. Demokrasinin kurumları yetki tecavüzüyle, hatta gaspıyla meşgul.
Kriterlerin ikincisi hukukun üstünlüğüne ilişkin. Artık Türkiye’de hukukun değil ‘rejimin yargıçlarının’ üstünlüğünün hüküm sürdüğünden kuşku yok. Örnekler o kadar çok ki: Şemdinli, Dink, Malatya cinayetleri, Danıştay saldırısı, 367, kapatma davası, y-muhtıra, 148. madde...
Üçüncü kriter ‘insan haklarına saygı’. Bu alanda hâlâ feci şekilde emeklemeyi sürdürüyoruz. Vasi güçler insanımızı insan yerine koymamakta ısrarlı. ‘Önce vatan’ sloganı vatandaşı eziyor. Bürokrasi halka baştan suçlu muamelesi yapıyor. Gösteriler hep copla gazla bitiyor. Tuzla’da ölenler insan sayılmıyor. Keza azınlıklara saygı değil saygısızlık norm gibi. Ayrımcılık had safhada. Dink’in katli neredeyse mazur gösteriliyor. Misyonerlik cinayet nedeni.
Bu tablo sadece AB sürecini değil toplum olarak tüm geleceğimizi ilgilendiriyor.
Kuşkusuz Avrupa Birliği bu krizden de çıkar. Geçmişte o kadar kriz atlattı ki... Bir formül bulur yollarına devam ederler. Ama bu defaki formülde halkların sesine daha çok kulak verileceği, ‘demokrasi açığını’ kapatma çabalarının öne çıkacağı muhakkak gibi. AB sorununu daha çok demokrasiyle aşacak.
Bizim için de başka yol yok. Derin yapısal bunalımdan çıkmamız gerçek demokrasi için mücadeleden geçiyor. Vesayeti kırmak kolay değil tabii. Ama bunun için tek güvence yine halkımızın sağduyusu.
Kendi kendini yıpratmasına rağmen hâlâ en hâkim siyaset içi aktör olan Ak Parti’nin kapsamlı bir demokratik reform taahhüdü ile erken genel seçimlere gitmesi siyaset dışı kuşatmayı kırmak için ilk adım olabilir. Ak Parti -veya ardılı- halktan gerçek demokratik bir sivil anayasa, seçim kanunu ve siyasi partiler kanunu öncülüğünü yapma yetkisini alabilirse Türkiye rahatlayabilir.
Bakalım Ak Parti’nin cesareti ve vizyonu buna yetebilecek mi? (...)
Taraf, 17 Haziran 2008
|