Toplum mühendisliğine soyunan Frankeştayn mucitleri dini, fert ve toplum olarak insan hayatının neresine koyacakları konusunda tecrübesiz ve bilgisiz davranıyor, önemli yanlışlar yapıyor ve insanımıza zarar veriyorlar.
Tecrübesiz derken “dini bizzat yaşama” tecrübesini kast ediyorum. Sahih bir din inancına ve bu inancın hayatta uygulanmasına yabancı olanların dinin yeri ve önemi konusunda hatalı teşhislerde bulunmaları kaçınılmazdır. Mesela devletin en üst kademesine kadar getirilmişlerinden tutun sokaktaki adamına kadar bu kesimin, “din bir vicdan işidir, herkes özel hayatında ve mekanında dinini uygular, ama din toplum hayatına taşınamaz, taşınırsa laikliğe aykırı olur” dediklerini sık sık duyarız. Böyle bir anlayışın tabi sonucu da “din özgürlüğünü, insan haklarına aykırı olarak kısıtlamak” olacaktır.
Biz Türkiye’de bu mühendislerin cehalet ve taassuplarının kurbanı oluyoruz; bunlar yüzünden ülkede istikrar bozuluyor, büyük maddi zararlar oluşuyor, insanımız lüzumsuz şeylerle meşgul ediliyor, halk bölük bölük bölünüyor, bölükler arasındaki ilişki soğuktan karşıtlığa ve karşı mücadeleye doğru yol alıyor. Dini, dindarın psikolojisini, tarihten günümüze yaşanan tecrübeyi göz önüne aldığımızda “dinin fert hayatına ve özel mekana hapsedilmesinin” mümkün olmayacağı, bunu yapsanız bile orada durmayacağı rahatlıkla anlaşılır. Bunu anlamamakta ısrar ideolojik taassup körlüğünden kaynaklanıyor.
Bizim inatçı toplum mühendislerinin yaptıklarını komünistler denedi sonuç alamadılar. 1950 ye kadar CHP denedi iktidardan oldular. “Denenmişi denemek ahmaklıktır” denir ama bizde bu sıfat şeref gibi takınılıyor anlaşılan.
Bir insanın evinin içinde dindar, sokakta, iş yerinde, devlet dairesinde mecliste dinsiz olması mümkün değildir. Dindarlık bölünemez. Demokrasinin yapabileceği şey, dinin ve ideolojinin herkese dayatılmasını, bütün vatandaşların belli bir din ve ideolojiye mecbur edilmesini engellemektir. Bir okulda isteyen ve inananın başını örtmesi, istemeyenin açması, isteyenin uygun bir yerde namazını kılması, istemeyenin kılmaması, isteyenin faizci bankaya gitmesi, istemeyenin katılım bankasına gitmesi, çocuklarını dindar yetiştirmek isteyenlerin tercih edebilecekleri okulların açılması, dileyenlerin kadınlı erkekli yüzmeleri, istemeyenlerin her bir cinse ait ayrı mekanlarda yüzmeleri… demokratik-laik rejime aykırı değil, onun gereğidir. Herkesi bunlardan birine mecbur etmek de, bir taraf rahatsız oluyor diye diğerlerini hak ve hürriyetten mahrum etmek de demokrasiye, laikliğe ve din özgürlüğüne aykırıdır. Anayasa mahkemesinin aldığı son karar yanlış (demokrasiye ve insan haklarına aykırı) laiklik anlayışının yüksek yargıda hakim olduğunu açıkça gösteriyor. Aynı anlayışı paylaşan siyaset kanadı ile hemfikir olarak böyle bir kararın alınmış olması ülkemiz için talihsizliktir.
İnsan hayatında dinin yeri konusunda hatalı bilgi, kanaat ve hedef sahibi olanlar yasaklarla, kapatmalarla, kısıtlamalarla dini, tabii yerinin dışında bir yerde tutabilecekleri zannediyorlar, ama bu asla olmayacaktır. Ülkemiz halkı (isteyenler) dindarlaşmaya devam edecekler, dindarlar da diğer vatandaşlar gibi temel hak ve özgürlüklerden yararlanacaklardır. Bunun çaresi hem halkın iradesinde hem de dinin imkanları içinde bulunacaktır.
Yeni Şafak, 8.6.2008
|