Türkiye’de din özgürlüğü anayasada güvence altına alınmış olmasına rağmen, din özgürlüğüne uygun bir yasal ve kurumsal çerçeveye sahip bulunmamaktayız. Din özgürlüğü kendi başına bir değer olarak ifade edilmemekte, çoğu kimse sadece ona dudak ucuyla değinmektedir. Devletin resmi dininin olmaması gerektiği gibi, resmi bir ideolojisinin de olmaması din özgürlüğünün bir gereğidir. Din özgürlüğü, dinî alanın bireyin ihtiyaç, arzu ve ideallerine uygun olarak özgürce oluşturulmasını gerektirmektedir. Şu anda yapılan din özgürlüğü tartışmasında, malum kesimin bireyin ihtiyaçlarını önemsemediği, bürokratik ideolojinin ihtiyaçları çerçevesinde dinî alana yaklaştıkları görülmektedir. Devletin tayin ettiği dinî ihtiyaçlar ile bireyin dinî ihtiyaçları aynı şey değildirler. Bireyin, devletin sınırlarını çizdiği dinî alanla tatmin olması gerektiği şeklindeki anlayış, din özgürlüğüyle bağdaşmamaktadır. Devletin görevi, dinî alana müdahale ederek onu şekillendirmeye çalışmak değil, bireyin ve toplum kesimlerinin gelişen dinî ihtiyaçlarına cevap verecek uygun yasal ve sosyal ortamı hazırlamaktır.
Din özgürlüğü köklü ve kapsamlı bir şekilde var olmamasına rağmen, toplumu dinden özgür kılmaya çalışan bir zihniyetin çok etkin olduğuna şahit olmaktayız. Tek Parti ideolojisinin önemli bir yansıması olan bu zihniyet, birey ve toplumu dinden özgürleştirmenin en büyük aydınlanma ve rasyonelleşme aşaması olduğu şeklinde bir yanılsamaya sahiptir. Toplumu dinden özgürleştirmek için Tek Parti ideolojisi, kamu gücünü çoğu zaman bu amaç için kullanmaktan çekinmemektedir. Din özgürlüğü, devlete toplumu dinden arındırma şeklinde bir görev vermemektedir. Başka bir ifadeyle, devletin dinden arınmış bir sosyo-kültürel dünya yaratma gibi bir misyonu yoktur.Türkiye’de azınlık ya da çoğunluk dinine mensup kişi ve gruplara yönelik din özgürlüğü ihlallerinin temelinde bu dinden özgürleştirme düşüncesi, rol oynamaktadır.
Din özgürlüğünün esas amacı, bireye kendi dinini, yaşam tarzını, felsefi inancını ya da ahlak sistemini seçme, yaşama, geliştirme ve yaygınlaştırmasına olanak vermektir. Bugün Türkiye’deki din alanı, din özgürlüğünün bir ürünü değildir. Devletin din kurumları, dini alanı çepeçevre sarmış bulunmaktadır. Anayasal kurumların gölgesinde vesayetçi demokrasi işletilmeye çalışıldığı gibi devletin din kurumları sayesinde de vesayetçi dindarlık üretilmeye çalışılmaktadır. Bu çepeçevre kuşatılmışlık altında bireyin, özerk ve özgür olarak dini tecrübe etmesi mümkün değildir. Devlet, bürokratik dini kurumlar eliyle kendi dinî alanını yaratmaktadır. Ortaya çıkan durum, bireyin özgür dinî tecrübesi değil, devletin sınırlı ve yapay bir din alanıdır.
Türkiye’de din özgürlüğünü varmış gibi göstermek isteyenler, herkesin namaz kılmakta, oruç tutmakta, hacca gitmekte, zekat vermekte ve cami yapmakta serbest olduğunu sürekli olarak tekrar etmektedirler. Bunların olması önemlidir, ama hiçbir şekilde bunlar din özgürlüğünün çoğulcu ve özgürlükçü bir şekilde icra edildiğini ortaya koymamaktadır. İslam’ın temel şartları konusunda bile kısıtlamalar vardır. Bazı kurumların, namaz kıldıklarından dolayı bazı mensuplarını ihraç ettikleri bilinen bir gerçektir. Vatandaşlardan toplanan paralarla yapılan camilere, devletin el koyması bir inanç ve mülkiyet özgürlüğü ihlalinden başka bir şey değildir. Dolaylı ya da dolaysız yollardan vatandaşlar, zekat, fitre ve kurban derilerini Hava Kurumu’na vermeye zorlanmaktadırlar. Hac organizasyonu devlet tekelinde bulunmakta ve bu konuda vatandaşlar değişik kısıtlamalarla yüz yüze kalmaktadırlar. İnançlarından dolayı belirli bir kılık-kıyafet tercihinde bulunan insanların, eğitim haklarının elinden alındığı ve iş yaşamlarında ciddi sorunlarla karşılaştıkları, derin bir din özgürlüğü ve insan hakları ihlali olarak karşımızda durmaktadır. Alevilerin inançlarını özgürce yaşama ile ilgili talepleri, henüz tatmin edici bir şekilde karşılanmış değildir. Gayrimüslimlerin, eğitim, ibadet ve ifade özgürlüğüyle ilgili sorunları bulunmaktadır.
Türkiye’de din özgürlüğünün çoğulcu bir şekilde kurumsallaşarak uygulanmasını imkânsız kılan yasal bir çerçeve vardır. Eğitimle ilgili yasalar, eğitim ve öğretimi devletleştirerek din eğitimi konusunda sivil topluma bir özgürlük alanı bırakmamaktadır. Dernekler Kanunu, dinî nitelikli sivil toplum örgütlerinin her an kapatılmasına olanak vermektedir. Bu yüzden birçok vakıf ve derneğe, resmi otoriteler kolaylıkla müdahale edebilmektedir. Devlet, resmi din anlayışını Diyanet İşleri Başkanlığı Kanunu yoluyla topluma empoze etmektedir. Milli Eğitim ve yükseköğretim kanunları sayesinde, devletin, Tek Parti ideolojisini endoktrinasyonu mümkün olmaktadır. Mevcut yasal mevzuat sayesinde, özellikle darbe ve ara rejim dönemlerinde din özgürlüğünü ortadan kaldıran uygulamalar gerçekleştirilmektedir. 28 Şubat darbesi döneminde, birçok özel vakıf, okul ve dershane değişik baskılarla karşılaşmış hatta kapatılmışlardır.
Din özgürlüğünün temel amacı, din alanının bireysel, özgür, çoğulcu ve sivil niteliklerinin korunmasıdır. Türkiye’de dinî alanın manzarası, bu niteliklerden çok uzak olup, bürokratik, kolektivist ve tekçi bir mahiyet arz etmektedir. Din özgürlüğüyle ilgili sorunlara, sadece çoğunluk-azınlık, Müslüman-gayrimüslim ya da Alevi-Sünni şeklindeki ikilemlerle bakmak sağlıklı değildir. Önemli olan çoğunluğun, azınlığın, Alevilerin, Sünnilerin, Müslümanların, gayrimüslimlerin kısacası bütün bireylerin inanç dünyalarına yapılan müdahaleleri ve konulan yasakları, din özgürlüğü ve insan hakları ihlali olarak değerlendiren ayrımcılık yapmayan bir perspektife sahip olmaktır. Türkiye’de din özgürlüğünün mümkün olabilmesinin, ancak bu ilkeli perspektifin kurumsallaşmasına bağlı olduğu unutulmamalıdır.
Zaman, 3.6.2008
|