SİBER âlemi ve bilgisayar dünyasını tanıdıkça beynimizin ne kadar muhteşem bir aygıt olduğunu da anlıyoruz. Dünyanın en gelişmiş bilgisayarları veya sibernetik biliminin ürettiği en gelişmiş aygıtları inceledikçe, beynimizin büyüklüğünü, göreceli olarak, kıyaslamaya çalışıyoruz. Zira ne kadar gelişmiş aygıtlar olursa olsunlar, insan beyni ile kıyaslandığında, bütün bu aygıtlar çok ilkelleşiyorlar. Nasıl mı?
Efendim, küçüklüğümde bir “elektronik beyin”den bahsederlerdi. Yani yaklaşık kırk yıl önce, efsane şeklinde bir cihazın icat edildiğini ve bu cihaza ne sorulursa cevap verdiğini söylerlerdi. Şimdiki bilgisayarın o zamanki adı “elektronik beyin”di. O zamanlar anlatılan elektronik beyinin şimdikilere nazaran çok büyük olduğu biliniyordu. Şimdi bakıyorum da o zaman anlatılan efsaneler, şimdilerde sıradan olaylar haline geldi ve o zamanki elektronik beyinler ve onların veri tabanları çok ilkel ve müzelik aygıtlar haline geldiler. Şimdikileri de kıyaslarsak, kısa bir zaman sonra, onlar da ilkel aygıtlar haline gelecekler. Çünkü insan beyni onlardan çok üstün yaratılmış ve onlardan daha üstün olan aygıtları da çok geçmeden üretecek kapasitelere sahipler. Peki, bu gidişat durulacak mı? Elbette hayır. İnsan beyni kaizen etkisi yaparak sürekli yenilerini üretecek ve sürekli gelişmiş aygıtlar icat edecektir. Bu demektir ki, günümüzdeki aygıtlar ve veri tabanları da demode olacaktır. Meselâ, 1960’li ve 70’li yıllarda kullanılan “Hiyerarşik Veri Modeli” şimdilerde daha çok kullanılan “İlişkisel Veri Modeli” veya daha karmaşık uygulamalarda kullanılan “Nesne Yönelimi Veri Modeli”ne yerini terk etmiştir.
Verilerimizi düzenli bir biçimde tablolar halinde saklamamızı sağlayan bu programlar, bilgi işlemimizde büyük kolaylıklar sağlarken ve milyonlarca kaydı aynı anda içinde bulunduran birçok gelişmiş araçlar sunarken, beynimizin veri tabanlarından mahrum olduğunu düşünmek saf dillik olur. O halde, beynimizin veri tabanları nereden geliyor ve nasıl oluyor da bu kadar mükemmel aygıtlar icat etmelerini sağlıyor?
Materyalistlere bakarsan, onlar ya tabiat yarattı, diyor; ya da kendi kendine oldu, gibi hezeyanlar savuruyorlar. Akılları gözlerinde olan bu zavallılar, bu muhteşem biyolojik aygıtın perde arkasındaki metafizik eli göremedikleri için kendilerince basit yorumlar yapıyorlar. Oysa, Bediüzzaman’ın dediği gibi, bir iğne ustasız; bir resim ressamsız olamıyor da; nasıl oluyor da; böylesine karmaşık ve daha önceki bir yazımızda değindiğimiz gibi, “Sinaptik Reaksiyonlar adı verilen ve dendritlerin, beyne gelen mesajı hücre gövdesine ilettiği; aksonların ise, hücre gövdesinde işleme tabi tutulan bu mesajı, başka bir nörona ilettiği iletişim sistemini sırf maddeye dayandırabiliyorlar? Bütün bu sistemi çalıştıran ve bilgi alış verişini gerçekleştiren bir mekanizmayı yöneten sizce ne olabilir?
Siz ne derseniz deyin. Ben diyorum ki, Yüce Allah, bu sistemlerin eksiksiz ve tesadüfe yer vermeyecek şekilde mükemmel çalışmasını yürüten ve son derece karmaşık veri tabanlarıyla besleyen “müekkel melekleri” görevlendirip, bütün bu işleri onlara gördürüyor. Elbette, Allah onları, Yüce Kudretine bir perde olarak yaratmış ve bu gibi işlerde istihdam etmiştir. Zira bu dünya hikmet dünyasıdır ve Yüce Allah, sebebi müsebbeble birlikte yaratarak birbirine raptetmiştir. Üstadın dediği gibi, “izzet ve azamet ister ki, esbab, perdedar-ı dest-i kudret ola aklın nazarında. Tevhid ve celâl ister ki, esbab ellerini çeksinler tesir-i hakikîden…”
Görünmeyen ancak varlığı muhakkak olan, bir Zat olmazsa, şu olağanüstü ve son derece karmaşık işler işleyemez. Beyin ve beyin sistemi gibi muazzam aygıtların ve bu aygıtları besleyen veri tabanlarının materyalist bir felsefe ile tanımlandırılması mümkün değildir. Ancak bütün bu işleri, O Yüce Yaratan’a hamlederek aklın yolunu bulmuş oluruz.
|