Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 23 Mayıs 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Yargı ve siyaset

YARGITAY Başkanlar Kurulu çok sert bir bildiri yayımladı. O kadar sert ki, AKP’nin kapatılması için davada sadece eleştirilerin saygılı bir dille yapılmasını istemekle kalmıyor, iddianameyi savunuyor!

Herhalde Yargıtay kurumunun yayımladığı en sert bildirilerden biridir bu.

Erkler arası savaş mı diye tedirgin oldum ama yine de “çok şükür” dedim; çünkü hiç olmazsa cüppeleriyle gösteri yürüyüşü yapmıyorlar bari.

Bizim yargı geleneğimizde yargıçların cüppeleriyle yürüyüş yapması vardır. Doğal hâkim ilkesine aykırı ihtilal mahkemeleri vardır. 27 Mayıs darbesini eleştirmeyi suç sayan kararlar vardır. Yassıada idamlarını alkışlayanlar vardır. Genelkurmay brifingleri vardır. Geçmişe yürüyen ceza uygulamaları vardır. Geçmişe yürüyen kanun iptalleri vardır!..

1970’ler boyunca merhum Ecevit sebepsiz yere “Yargı organları, geniş ölçüde, devrimci, ilerici unsurların elindedir” diye yazmamıştı! (Atatürk ve Devrimcilik, sf. 106)

REFORM VE TARAFSIZLIK

Yargıtay bildirisinde haklı bulduğum nokta, yargı reformuna ilişkin taslağın yargı mensuplarından önce Olli Rehn ile görüşülmesidir. Gerçi Yargıtay’ın kendisi de Türkiye’deki yargı sorunlarının AB ilerleme raporlarında yer aldığını belirtiyor ve bu konuda AB’nin tavsiyelerini savunuyor.

Ama buna rağmen, Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin, reform taslağını öncelikle kendi yargı kurumlarımızla görüşmeliydi.

Hükümete yönelik bu haklı eleştiri, bizde yargının “tarafsızlığı” konusundaki ciddi sorunları örtmemelidir.

Bildirinin “tarafsızlık” ilkesine özen gösterilerek kaleme alındığını söylemek zordur. Mesela, Yargıtay bildirisi, “Anayasa’nın Başlangıç bölümünün özünde ve sözünde kısaltma yapılamayacağını” bile iddia etmektedir! Bu hukuki değil, siyasi bir tavırdır. Kaldı ki, Türkiye Barolar Birliği ve Prof. Erdoğan Teziç başkanlığındaki kurul aynı şeyi yaptığı zaman Yargıtay tepki göstermemişti!

Bildirideki “laiklik ilkesini zayıflatacak dolaylı düzenlemeler” terimi de hukuki değil, siyasidir. Çünkü bir siyasi görüş tarafından “laikliği zayıflatacak dolaylı düzenleme” diye suçlanan yaklaşımlar, başka bir siyasi görüşe göre “laikliğin gereği” olabilir! “Tarafsız” yargı bu görüşler arasında tercih yapamaz, sadece önüne gelen davalarda dosya üzerinden karar verebilir.

DEMOKRATİK MEŞRUİYET?

Yargıtay bildirisinde suçlama konusu yapılan hususlardan biri de yargı ile yürütme ve yasama erkleri arasındaki ilişkilerin nasıl düzenleneceği sorunudur.

Bütün demokrasilerde gerek Hâkimler ve Savcılar Kurulu türündeki idari kurumlara gerek Anayasa Mahkemesi türündeki kurullara parlamentolar ve hükümetler şu veya bu oranda üye seçmektedir! Bu, “yargının demokratik meşruiyeti” felsefesinin bir gereğidir! Yargıtay ise buna karşı çıkmakla kalmıyor, bu yöndeki yaklaşımları “yargı bağımsızlığına saldırı” sayıyor!

Yargıtay, ikna edici olmak için, her şeyden önce hangi demokraside yürütme ve yasamadan tamamen kopmuş bir ‘yargı yönetimi’ ve ‘anayasal yargı’ kurumu olduğunu göstermelidir. Demokrasilerde böyle bir “yargı oligarşisi” yoktur.

Bu konular özel hukuk formasyonuyla çözülemez; kamu hukuku ve siyaset bilimi alanlarında uzmanlık gerektirir. Çatışma diliyle değil, akademik ve evrensel hukuk diliyle tartışılmalıdır. Hükümet de yargı da konuları politize etmekten sakınmalıdır. Silahlar karşılıklı gömülmeli, sükûnetin ardından, diyalog geliştirilmelidir.

Milliyet, 22.5.2005

Taha AKYOL

23.05.2008


 

Yargıtay gene konuştu

Yargıtay Başkanlar Kurulu, 28 Eylül 2007 tarihli ilk bildirisinden sonra, dün de hükûmeti hedef alan sert bir açıklama yayınladı. Galiba, Yargıtay üyeleri, ancak, halkın büyük desteğiyle iktidara gelen meşru hükûmete diş geçirebiliyor. Zira hatırladığımız kadarıyla, 28 Şubat sürecinde, Genelkurmay brifingini kuzu kuzu dinlemişlerdi. Üstelik, 10 Haziran 1997’deki ilk toplantıya çağrılmayınca, Yargıtay Başkanı Müfit Utku’yu dilekçe yağmuruna tutarak, bizzat kendileri bu brifinge katılmaya talip olmuştu. Orada, askerden, çağa uymayan bir laiklik anlayışını, bir nevi toplum mühendisliğini öğrendiler. Herhalde bunun tesiriyle olacak, “militan laiklik” yerine, bireylerin din ve vicdan özgürlüğüne saygılı demokratik laikliği savunanlara, bu ilkeyi farklı inançlar üzerinde “barış şemsiyesi” gibi görenlere, “irticacı” gözüyle bakıyorlar.

“Anayasa, bir siyasi görüşün istek ve direktifi doğrultusunda değiştirilemezmiş!” Fransa’nın 5. cumhuriyet anayasası, tamamen De Gaulle’ün siyasi görüş ve direktifi doğrultusunda hazırlanmadı mı? Kaldı ki, Türkiye’de, anayasa henüz tartışılıyor, herkes düşüncesini söylüyor, Anayasa Komisyonu’nda görüşülecek, Genel Kurul’da müzakere edilecek; sonunda da referanduma sunulacak.

Anayasa değiştirilemez ama, seçimlerden yeni çıkan bir parti kapatılabilir. Yargıtay Başsavcısı güzel bir iş yapmış olsaydı, bütün Batı dünyası onu alkışlardı. Oysa bakın neler söylediler:

Joost Lagendijk (AB): “Avrupa Parlamentosu’nda pek çok kişi, iktidar partisine kapatma davasının açılmasına bir anlam veremiyor. Dava Türkiye’nin imajını zedeleyecek.”

Jose Manuel Barroso (AB): “Böyle bir süreci normal demokratik bir ülkede göremeyiz; doğrusu şaşırdım. Kararın AB standartlarına uygun olmasını diliyorum.”

Olli Rehn (AB): “AKP’nin şeriatı savunmadığını sağır sultan bile duydu; biliyor. Bu bağlamda yargının üzerine düşen görevi, AB değerleri ve standartlarında yapmasını bekleyeceğiz.”

Condoleezza Rice (ABD): “Kapatma davasını yakından izliyoruz. Seçmenlerin sesine kulak verilmeli.”

İngiltere Dışişleri Bakanı David Miliband: “Türkiye’deki siyasi gelişmeleri kaygıyla izliyoruz. Bu hükûmet, halkın iradesini temsil ediyor.”

Avusturya Cumhurbaşkanı Heinz Fischer: “Biz ırkçı Haider’in partisine bile dava açmadık.”

Sabah, 22.5.2008

Nazlı ILICAK

23.05.2008


 

Türkiye için bir çıkış var!

Adalet ve Kalkınma Partisi’ne karşı kapatma davası açılmasından buyana Türkiye bir belirsizlik ve atalete sürüklenmiş durumda. Aslında, bu süreç geçen yılki e-muhtırayla başlamıştı. Nitekim, o tarihten sonra bir genel seçim yapılmış olmasına rağmen demokratik siyaset felç halinden maalesef halá kurtulabilmiş değil.

Hatırlanacağı gibi, iktidar partisi seçim kampanyası sırasında ‘sivil anayasa’ girişimi başlatacağı vaadinde bulunmuş ve bu yönde bir hazrlık da yaptırmıştı. Ne var ki, seçimlerden zaferle çıktıktan sonra bile hükümet akademisyenler heyetinin hazırladığı taslağı politik olarak sonuçlandırma konusunda kararlı bir irade gösteremedi. Kapatma davasının açılmasıyla birlikte ise bu işten tamamen vaz geçti. Hükümetin buna benzer bir ‘geri adım’ı da parti kapatmayı ‘zorlaştıracak’ anayasa değişiklikleri yapma niyetinden caymasıdır. Ben şahsen ‘parti kapatma’ müessesesini büsbütün kaldırmayan hiç bir anayasa değişikliğinin ‘sadre şifa’ olmayacağını düşünüyorum,ama hükümetin önce niyet edip sonra bu işten vazgeçmesinin onun imajını zedelediği de açıktır. Bu hükümetten yana bir irade zaafı olarak görülecektir. Gerçi bugünlerde hükümetin yeni bir anayasa değişikliği hazırlığı içinde olduğu söyleniyor, ama bütün bu olanlardan sonra bunun inandırıcılığı çok azdır.

AKP hakkındaki kapatma davası ‘Ergenekon’ soruşturmasının akıbetini de olumsuz etkileyecek -hatta etkilemiş- gibi görünüyor. En azından, hükümetin bu konuyu gündemden uzak tutmaya veya unutturmaya çalışır gibi bir hali var. Soruşturmanın ‘selámeti’ bakımından mı bu yola gidildiğini, yoksa bunun iktidar partisinin ‘statüko’ ile uzlaşma arayışının bir işareti mi olduğunu biz sıradan vatandaşlar elbette bilemiyoruz.

Oysa, bu soruşturmaya konu olan iddiaların gerçeklik derecesi Türkiye’de demokrasinin geleceği açısından son derece hayati önemdedir. Onun için, bunların doğru olup olmadıklarının mutlaka ortaya çıkarılması ve doğru olmaları halinde demokrasiye kast eden odakların tasfiye ve tecziye edilmesi şarttır. Bu mesele sürüncemede kaldığı sürece, ‘Ergenekon’ çetesinin ‘AKP yandaşları’nın uydurmasından başka bir şey olmadığı yönündeki söylentilerin inandırıcılığı artacaktır.

Bir parti hakkında kapatma davası açılması, teorik olarak, o partinin mutlaka kapatılacağı anlamına gelmezse de, malumdur ki, Türkiye’nin tecrübesi bu ‘teori’ye pek uymuyor. O bakımdan, AKP’nin kapatılma veya ‘devlet yardımından kısmen veya tamamen yoksun bırakılma’ ihtimali yüksektir. Kamu oyundaki, hatta AKP çevrelerindeki yaygın izlenim de bu yöndedir.

Şimdi, böyle bir ruh hali içinde bulunan bir hükümetin siyasi iradesinin zaafa uğraması anlaşılabilir bir şeydir. Dolayısıyla, belki de hükümeti ‘anlamalı’ ve bu devre içinde yapamadıklarından dolayı onu muaheze etmemeliyiz. Ama bir de şöyle düşünelim: Eğer, genellikle inanıldığı gibi, parti zaten kapatılacaksa, bu devre içinde zaaf göstermek ve hareketsiz kalmak veya ‘sistem’le uzlaşma yolları aramak işe yaramayacak demektir. O zaman da en akıllıca olan geri durmak değil, tam aksine daha atak ve girişken davranıp sistemi özgürlük ve demokrasi yönünde dönüştürecek adımlar atmaktır. Yok eğer parti kapanmazsa zaten mesele yok. Her iki halde de hem Türkiye hem de AKP kazanır.

Türkiye’yi içinde bulunduğu ‘askı hali’nden kurtarmanın şimdilik başka yolu yok gibi görünüyor.

Star, 22.5.2008

Mustafa ERDOĞAN

23.05.2008


 

Yargıyı gözümüz gibi koruyalım

Bugünkü gazetelerin manşetlerini Yargıtay attı. Her gazete meşrebine göre, “Yargıtay’dan sert açıklama” ile başlayıp “Hükümete gözdağı” ile devam eden başlıklarla çıkmış olacak... “Tokat gibi bildiri” diyen de olmuşsa şaşmamak gerekiyor. Yargıtay kuruluş yıldönümünü vesile bilip ayrıntılı bir bildiri yayınladı çünkü. Adı geçmese de bildirinin muhatabı hükümet...

“Yargıçlar kararlarıyla konuşur” denilen bir Türkiye’den adalet mesleği mensuplarının her fırsatta görüş açıkladığı bir Türkiye’ye geldik. Tam buna da alışacak iken, yürütme organının karşısına dikilen bir yargı kurumuyla karşılaşmak biraz fazla geldi. Yürütme organını veya siyasi iktidarı muhatap alan bir bildiri, ister istemez, bildiriyi yayınlayan kurumu siyasetin merkezine taşır. Oysa yargı ve siyaset birbirine küs durması gereken alanlardır.

Yargıtay’ın bildirisinde dile getirdiği şikâyetlerin hepsinin haklı olduğunu bir an için kabul edelim; bunları kamuoyunun bilmesinde herhangi bir yarar bulunuyor mu? Yargının rahatsızlığını, taleplerini dile getirebileceği birden fazla meşru zemin var. Kendisiyle paylaşılan rahatsızlıkların giderilmesi için kamuoyu ne yapabilir ki? Yargının taleplerini kamuoyu mu karşılayacak?

Kaldı ki, bildiride yer alan unsurların çoğu siyasi tercihlerle ilgili. Avrupa Birliği süreci içerisindeki bir ülkede, yürütme, ‘reform’ adı altında uyum yasaları çıkarıyor. Sadece yargıyla ilgili konular değil, devletin hemen her alandaki politikaları Brüksel’deki muhatapları önüne götürülüp AB yetkililerinin tasvibine sunuluyor. Bunun adı ‘AB ile müzakere süreci’dir ve sürecin en önemli unsuru da sistemin AB ile uyum haline getirilmesidir. Türkiye’nin AB perspektifi içerisinde bulunması bir devlet tercihi ve bütün gelişmeler o tercihle ilgili.

“Reform tasarısı önce AB’ye sunuldu” şikâyetinde bulunmak, bu sebeple, fazla anlamlı kaçmıyor.

Hükümetin yargı alanında yürüttüğü bazı politikaların AB’ye ters düştüğü yeni bir iddia... Uyum adı altında çıkarılan bazı yasaların AB hedeflerine uymadığı da öyle... Ancak bir yandan ‘reform’ çabalarını eleştirmek, bir yandan da AB’ye tersliği öne sürmek kendi içinde çelişkili bir durum. Bu da yargıçların yayınladığı bildiriyi farklı bir kategoriye sokmuş oluyor.

CHP’nin de benzer eleştirileri olduğunu biliyoruz; CHP Yargıtay bildirisine sahip çıkmakta da hiç gecikmedi zaten... İyi de, parti kapatma davasının hassas hale getirdiği günümüz ortamında, bir yargı organının bir siyasi partiyle aynı zeminde buluşması hoş bir görüntü mü?

Bildirinin en sakıncalı yönü de burası zaten.

Yargının eleştiri odağı haline getirilmesine karşı çıkıyor bildiri, kapatma davası yüzünden Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’na yönelik eleştirilerden duyulan rahatsızlığı dile getiriyor. Gerçekten bazen maksadı çok aşan eleştiriler işitiyoruz, eleştiriler okuyoruz yargıyla ilgili olarak; zaman zaman bu sebeple asabımızın bozulduğu da oluyor. İyi de, siyasi yorumlanmaya müsait bir bildiri yayınlamakla, yüksek yargı kurumu, durduk yerde kendisini hedef haline getirmiş olmuyor mu?

‘Kuvvetler ayrılığı’ ilkesi bir organın diğer devlet organları üzerinde tahakküm kurmaması için önemlidir ve titizlikle korunmalıdır. Bir organın kendisini diğer bütün devlet organları üzerinde veya hepsinin denetçisi olarak görmesi yanlıştır. Bu tür stratejik yanlışlar barış içerisinde bir arada yaşaması gereken kurumları birbirine düşürerek devleti kaosun eline teslim edebilir. Zaafa uğramış bir devletin yargı organı da, diğer kurumlarla birlikte, bu durumun ceremesini çeker.

Unutmayalım: Kararlarıyla konuşan yargıçların sesi daha gür çıkar

Yeni Şafak, 22.5.2008

Fehmi KORU

23.05.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA
Download

Kutlu Doğum Haftası Pdf

Bütün haberler

© Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır