Merkez/muhafazakâr sağ iktidarların Türkiye’nin kalkınma tarihinde bırakabildikleri en önemli izlerden birisi, belki de en önemlisi ülkenin dört bir yanına ulaştırmaya çalıştıkları bayındırlık yatırımlarıdır. Bayındırlık yatırımları denince akla; yol, köprü, baraj, okul, konut, sulama kanalları, elektrik, doğalgaz, su ve telefon ve bunlara ait altyapı/üstyapı tesisleri gelmekte.
Cumhuriyetin ilânını takiben, bayındırlık yatırımlarını hızlandırmak savaştan yeni çıkmış bir ülkenin yeniden imar edilmesi için temel zorunluluk haline gelmiştir. İkinci Dünya Savaşı şartları, bayındırlık hizmetlerini bir miktar sekteye uğratmış olsa da, 1950’de iktidara gelen Demokrat Parti ile kalkınma hamlesi yeniden canlılık kazanmıştır. Demokrat Parti döneminde önce Karayolları Genel Müdürlüğü, daha sonra ise Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü kurulmuştur. Özel sektörün güçlü olmadığı o dönemlerde Anadolu’nun dört bir yanında kamuya ait dev fabrikalar inşa edilmiş ve faaliyete açılmıştır. 80’li yıllara gelindiğinde Türkiye, yine merkez sağ siyaseti temsil eden ANAP iktidarı ve Turgut Özal’la tanışmış, bu dönemde de birçok altyapı projesi hayata geçirilmiştir. 2000’li yıllara bakıldığında; AK Parti ve Recep Tayyip Erdoğan döneminde de Türkiye yine Özal ve Menderes dönemini anımsatan bayındırlık ve altyapı yatırımları ile tanışmıştır. Duble yolların inşa edilmesi, yeni okul ve hastane binalarının yapılması, irili ufaklı barajların hizmete açılması, köprü, elektrik, telefon gibi hizmetlerin Köydes ve Beldes gibi projelerle ülkenin ücra köşelerine kadar ulaştırılması muhafazakâr demokrat bir iktidar döneminde gerçekleştirilmiştir.
Görüldüğü gibi merkez sağ iktidarlar bayındırlık politikaları konusunda oldukça güçlü adımlar atmışlardır. Bütün bunlar ülkenin imarı ve bayındırlığı açısından gerekli projeler ve yatırımlardır. Ancak bütün bunlar hafızamızda tazeliğini korurken öbür yandan “siyaset kurumunun ana işlevlerinin sorgulanması” bakımından cevaplanması gereken bazı sorular vardır. Siyasetin ana amaçlarından bir tanesi ülkenin fiziki altyapısının güçlendirilmesini sağlayacak politikaları uygulamak ise diğer önemli amaçlar silsilesi de, ‘bireylerin devlet ve siyasal rejim karşısında çıkarlarını kollamak’, ‘demokrasi ve özgürlükleri garanti altına almak, demokrasiyi çağdaş standartlara ulaştırmak’tır. Bu anlamda siyaset kurumunun başarı sınırları neden bayındırlık işleri ile sınırlı kalabilmekte, demokratik hukuk devleti anlayışını yerleştirmek, din-vicdan özgürlüğünün ve fikir özgürlüğünün önünü açmak, toplumsal değerleri yüceltmek ve korumak bu siyasal başarı alanının sınırları dışında kalmaktadır?
DEMOKRATİKLEŞME BEKLENTİLERİ DE
KARŞILANMALI
Bugüne geldiğimizde; AK Parti tarafından yeni anayasa çalışmaları sürdürülürken, bu girişim bir şekilde gündemden düşürüldü/düştü. Başörtüsünü üniversitelerde özgürleştirecek yasal düzenlemeler bir taraftan yapılırken, öte yandan işin uygulama kısmında bulunan yetkili bürokratlar eski uygulamalara devam ettiler. Adalet ve Kalkınma Partisi, kendisi hakkında açılan kapatma davası karşısında siyasi parti kapatmayı zorlaştıracak meşru hukuki girişimlerde bulunmadı, bulunamadı. AB sürecinde oluşan demokratikleşme beklentileri siyaset kurumu tarafından yeterince karşılanamadı. Bu temel tespitlerden sonra akla ilk gelen soru şu oluyor? Siyasal sistemin demokratikleştirilmesini istemeyen, kendilerini iktidarın gerçek sahibi olarak tanımlayan birtakım çevreler mi Türkiye’nin demokratikleşme reformuna takoz oluyorlar, yoksa seçimle işbaşı yapan iktidarlar kendilerini yeterince muktedir göremedikleri için mi siyasal sistemin reforma muhtaç kısımları ile üzerinde oynamalar düzeltmeler yapmaktan kaçınıyorlar?
Türkiye’de hükümetler anayasal reform, hak ve özgürlükler, din ve vicdan özgürlüğü gibi hassas konularda reformist adımlar atamıyorlar. Seçilmiş hükümetlerle, sistemin ağırlık merkezinde oturan güçlerin iktidar kavgası neticesinde cumhuriyet hükümetlerinin siyasal sistem ve anayasal düzenin çağdaş standartlara yükseltilmesine ilişkin girişimlerinin başarısız kaldığını görüyoruz. Bazı siyasetçiler ise muhtemelen gerginlik üreten taraf olmamak adına reforma tabi alanlar üzerinde siyaset üretmek ve üretilen siyaseti yasama organı eliyle pratiğe dökmekten imtina edebiliyorlar. Seçilmiş hükümetler değişimci dinamizmi harekete geçirecek siyaset araçlarını kullanamıyor. Siyasetin ana amaçlarından birisi demokratik bir ülkede, hak ve özgürlüklerini meşru zeminde kullanabilen insanlardan müteşekkil bir toplumun ve bireyin önünü açmak ise siyasetçi konjonktürel davranmaktan uzak durmalı, atanmışlar da bu ülkenin geleceğini ipotek altına aldıracak çağdışı tutumlardan vazgeçmelidirler. Seçilmiş iktidarlar biraz daha cesur davranarak çağdışı bir anayasadan, adaletsizliğinden yakınılan seçim sisteminden, siyasete olağandışı müdahaleleri meşru sayan kanun devleti anlayışından kurtulmanın yollarını aramalıdırlar. Zira sadece bayındırlığa yatırım yapmak bizi daha özgürlükçü daha demokratik daha şeffaf bir yönetim anlayışına taşıyamayacaktır. Türkiye bu makus talihi yenmeli, bu kör döngüden kurtulmalıdır.
Zaman, 19.5.2008
|