Türkiye’nin 2023 senesinde yani Cumhuriyet’in yüzüncü senesinde dünya ülkeleri arasında daha kabul edilebilir bir konumda olmasının ülkemizin en geç 2015’e dek AB’ye tam üye olmasından geçtiğini en azından ben kendi adıma bir zorunluk olarak görüyorum.
Dünya ülkeleri arasında kabul edilebilir bir konumda bulunabilmek ise kişi başına gelirde, ortalama öğretim yaşında ve sağlık hizmetlerinde ciddi mesafeler almamızı gerektiriyor; bunların on beş sene gibi bir sürede gerçekleşmesi ise, kim ne derse desin, Türkiye’nin AB üyeliğine bağlı.
Hedef biraz belli ama bu hedefe yönelik neler yapmamız ve nelerin üzerine gitmemizin gerekleri üzerinde rivayet muhtelif.
Türkiye en kısa sürede mutlaka ve mutlaka 12 Eylül rejiminin sözde hukuksal deli gömleğini bütünüyle yırtıp atmak zorunda; bu tür bir Anayasa ve hukuk zihniyetiyle ülkemizin mesafe almasının, küresel rekabette bir şeyler yapabilmesinin olanağının olmadığı ortada.
Türkiye mutlaka temel referansı, ideolojisi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi olan bir anayasayı yapabilmeli ve bu anayasayı yaparken de mevcut anayasanın dibacesinde ifadesini bulan ideolojik çerçeveden kurtulmalı; Anayasa’nın maddeleri üzerinde oynayarak, dibace ruhu orada durur iken, bir mesafe almak mümkün değil.
Anayasal çerçeveyi daha çağdaş hale getirdikten sonra da hem ülkemizin esenliği hem de AB hedefi için yeni katılım ortaklığı belgesinde yazılı olan talepleri hiçbir komplekse, saçma sapan ve geniş kitlelere hiçbir yararı olmayan ulusalcı safsatalardan da sıyrılarak, yerine getirmek zorundayız.
Bu konularda bir mutabakat sağlamak aslında nelerin de üzerine gidilmesi gerektiğini ortaya koyuyor; 12 Eylül hukukunun mutlaka kökünün kazılması şart, bu yapılmadan mesafe almanın olanaksızlığını sıklaşan deneyimler gösteriyor.
Ekonomide de kalıcı istikrar ve büyüme yine hukuk alanında gerçekleştirilecek çağdaş reformlara endeksli; ekonomide sürdürülebilir büyümenin çağdaş hukuk reformlarıyla ilgisi hem dışa açık piyasa ekonomisinin altyapısını güçlendirerek yüksek yargının küresel dengelerle uyuşmayan kararlar bütününü engellemekten hem de demokrasiyi ve hukuk devletini konsolide ederek yabancı kaynak çekmekten geçiyor.
Meselenin bir biçimde, hem ekonomide yani kalıcı büyümede, hem demokraside ve hukuk devletinde 12 Eylül ve hatta kökenleri daha da eskilere dayalı devletçi, çağdışı ideolojiye sahip hukuk sistem ve mantığını ortadan kaldırmaktan geçtiğini artık iyi niyetli herkes görmek zorunda.
Ekonomide daha spesifik yol haritası da belli; hizmetler va tarımda Avrupa Birliği ile gümrük birliği sürecini başlatmak ve hemen tamamlamak, müzakere dosyalarının tümünün açılması için tüm diplomatik çabayı göstermek, dosyaların bazılarının açılması engellense dahi bu dosyaların gereklerinin tek yanlı olarak yerine getirilmesini sağlamak.
Bu arada bir zamanlar dile getirilen Ankara kriterlerinin bir anlamı olmadığını da artık görmek gerek zira Kopenhag kriterlerinin yerini Ankara kriterleri almaya başladıktan sonra yaşananlar, mesela 27 Nisan, 367 meselesi, kapatma davaları (DTP’yi unutmamak gerek) Ankara kriterlerinin bir anlama gelmediğini ortaya koyuyor.
Bu arada iki siyasi konu, kürt meselesi ve özellikle de Kıbrıs siyasi açılımların önünü kapatan konular; AKP’nin bu meselelere yaklaşırken 2003 Bahar aylarında Kıbrıs bağlamında nasıl aldatıldığını ve bu sürecin ne için kullanıldığını iyi görmesi, bilmesi şart, şayet doğal olarak görmek ve bilmek istiyorsa.
Yol haritası, şayet daha iyi bir Türkiye’de yaşamak istiyorsak, radikal hukuk reformlarından (başta Anayasa), ekonomide AB çapasını iyi kullanmaktan, Kıbrıs’da ve kürt meselelerinde de tutucu kesimlerden daima bir adım önde olmaktan geçiyor.
Star, 6.5.2008
|