Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 24 Nisan 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

Hadis-i Şerif Meâli

Elbiselerinizi yıkayınız. Saçlarınızın fazlalıklarını kesiniz. Misvak kullanınız. Süsleniniz ve temizleniniz. Çünkü İsrailoğulları bunu yapmadıkları için kadınları zinâ etmişlerdir.

Câmiü's-Sağîr, No: 702

24.04.2008


Mesnevî-i Nuriye ile nurlu âlemlere...

Demek, bu Arabî Mesnevî mecmuâsı, Risâle-i Nur’un bir nevî çekirdeği ve fidanlığı hükmündedir.” (Mesnevî-i Nuriye, Mukaddeme)

Risâle okuyucularının lâhikaları okurken gözlerinden kaçmayan bir husus vardır: Seyda’nın talebeleri, okudukları risâlelerden aldıkları feyzi, kazandıkları şevki, samimâne mektuplarla Üstadlarına iletmişler, Üstadımız da bunları zaman zaman risâleye koymuştur. Örnek olarak Hüsrev Ağabeyimizin “Takdir ve tahsine çok lâyık olan bu çiçeği kokladıkça, ruhumuzdaki iştiyak yükseldi” diyerek övdüğü Emirdağ Çiçeği nâmındaki 10. Mesele hakkında yazdığı mektubu gösterebiliriz. Burada, Üstadın; yazılan risâlelerin okuyucularda ne tür etkiler bıraktığını önemsediği sonucunu çıkarsak, yanlış olmaz kanaatindeyim.

İnsanlara insanlıklarını unutturma çabalarının yoğun bir gayretle devam ettiği zaman dilimlerinde ellerine nur risâlelerini alanlar; çölde suya, zifiri karanlıkta ışığa kavuşmuşçasına, büyük bir heyecanla risâleleri okumuşlar ve yüzlerine akseden nuru, gönüllerini fetheden hakikatleri yazdıklarıyla dile getirmişler.

Saff-ı evvellerin bizim nesle intikal etmeyen bir çok haslet-i memduhaneleri gibi bu âdet de unutulmaya yüz tuttu galiba. Bu âdeti devam ettirmek için ben de ‘Mesnevî-i Nuriye Okumalarım’ hakkındaki düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Okuduğum bir risâle hakkında yazdığım ilk yazı olduğu için ifâdâtımdaki kusurâtımın affını rica ediyorum.

Mesnevî-i Nuriye’yi bir fidanlığa benzetmiş Üstadım. Risâle-i Nurlara konu olan hakikatler, burada icmâlî olarak ele alınmış. Bu yönüyle, diğer risâleleri önceden okumuş olanlar, Mesnevî ile hem o hakikatleri hatırlama, hem de o hakikatlere farklı cephelerden bakma imkânı elde ediyorlar. Bu da risâle okuyucularına ‘risâle üzerinde kuşbakışı seyir yapma’ keyfi yaşatıyor.

Kendime o kadar yabancılaşmışım, duygularımı dinlememeyi o denli unutmuşum ki, Mesnevî-i Nuriye’nin derûnî hakikatleriyle sendeledim ilk önceleri.

Mesnevî’nin kısalığı ile beraber, derin hakikatleri içerdiğini ve bir kısmını em müdakkik âlimlerin de zorla anlayabileceğini Mukaddeme kısmında ders aldığım için eseri anlama kaygısını bir kenara bıraktım. Eserden ne kadar istifade edersem o derece kârdır diyerek devam ettim.

Mesnevî’nin ilk üç başlığı olan Lem’alar’da Tevhid; Reşhalar’da nübüvvet; Lasiyyemalar’da ise Haşir akidesinin konu edildiğini anladığımda biraz durdum ve sendeledim. Risâle-i Nur’un imanı kurtarma ve kuvvetlendirme mesleğini Mesnevî’nin bu ilk üç bölümünde görmem beni hayrette bıraktı. Okuyucunun, Mesnevî’nin müteakip bölümlerindeki derin hakikatlerle yüzleşebilmesi için böyle bir sıralamaya ihtiyaç vardı belki de.

Mesnevî-i Nuriye’yi okuyanlarca malum olan, satır aralarındaki derin imânî ve ilmî meselelerin zamanı geldiğince keşfedileceğine, böylece insanlığın soru ve sorunlarına cevap teşkil edeceğine kaniim.

Eserin bir kısmını dağların zirvelerinde okumak nasip olmuştu. Başımı kaldırırdım bazen sayfadan; bulutlara baktım, dağları süzdüm. Özgürce asumanda süzülen kuşları seyrettim, kuş gibi hafiflediğim, rahatladığım için. Kâinatın bu derece mânâlar ihtiva ettiğini düşünmemiştim Mesnevî-i Nuriye’yi okuyuncaya kadar. Onu okuyunca ne kadar kıymetlenmişti herkesin sıradan gördüğü taşlar, ağaçlar ve bulutlar! Ve Mesnevî’yi sineme bastırıp, gözlerimi kapatıp; bu büyük nimeti bana nasip ettiği için Rabbime şükrettim her defasında…

Mesnevî’nin sonlarına doğru duramaz olmuştum yerimde. Günde 10-15 sayfa okuduğum zamanlar derunî mânâlarla mest oluyordum, tabiri yerindeyse kendimden geçiyordum. Maneviyâtta körleşmiş, tefekkürü unutmuş bir toplulukta yaşayan biri olarak hakikatleri ilk defa bu kadar açık görüyordum.

Bir defasında kitabı yerine koyarak deliler gibi koştuğumu hatırlıyorum. Şevkimi, coşkumu, ümitlerimi bana geri vermişti Mesnevî-i Nuriye. Silkmişti üzerimdeki gaflet tozlarını. Var olmanın, insan olmanın derin sürûruna boğmuştu latifelerimi. İnsanlığından nisyan eden, isyan eden binler içerisinde daha iyi anlıyorum Mesnevî’nin kıymetini.

Mesnevî’deki derin hakikatlere muhatap olunca, Zübeyir Ağabey’in o ateşîn; şevk, cesaret ve kararlılık dolu ifadeleri nasıl söyleyebildiğini anlamaya bir nebze daha yaklaştığımı hissettim. Ebedî hakikatler, insan üzerinde tarifi mümkün olmayan duygular uyandırıyor.

Mesnevî-i Nuriye’nin üslûbu da çok hoşuma gitti. Hep ‘Ey aziz kardeşim, bil ki’ diye hitap ediyor bana. İnsana kendini, Rabbini, kâinatı tanıttırıyor, ferahlatan cümleleriyle. İnsanın ruhunu sarmalayan, kalbine nüfuz eden kelimeler, cümleler…

Zamanın Mesnevî’sinden aldığım ders bu cümleleri söylettirdi. İnşallah Risâle-i Nur’larla olan dostluğumuz bir ömür devam eder. Risâle okuyucularına feyizli okuma temennilerimle…

ZÜBEYİR ERGENEKON

24.04.2008


Şarkı ayağa kaldıracak din ve kalbdir

[1339* tarihinde Meclis-i Mebusan’a hitaben

yazdığım bir hutbenin sûretidir]

Şüphesiz namaz, mü’minler üzerine belli vakitler için farz olarak yazılmıştır.” (Nisâ Sûresi, 4:103)

Ey mücâhidîn-i İslâm! Ey ehl-i hâl ü akd! Bu fakirin bir meselede on sözünü, birkaç nasihatini dinlemenizi ricâ ediyorum.

Evvelâ: Şu muzafferiyetteki hârikulâde nimet-i İlâhiye bir şükran ister ki devam etsin, ziyade olsun. Yoksa, nimet şükrü görmezse gider. Madem ki Kur’ân’ı, Allah’ın tevfikiyle düşmanın hücumundan kurtardınız. Kur’ân’ın en sarih ve en kat’î emri olan “salât” gibi ferâizi imtisal etmeniz lâzımdır. Tâ onun feyzi, böyle harika sûretinde üstünüzde tevâli ve devam etsin.

Sâniyen: Âlem-i İslâmı mesrûr ettiniz, muhabbet ve teveccühünü kazandınız. Lâkin o teveccüh ve muhabbetin idamesi, şeâir-i İslâmiyeyi iltizamla olur. Zira, Müslümanlar İslâmiyet hesabına sizi severler.

Sâlisen: Bu âlemde evliyâullah hükmünde olan gazi ve şühedalara kumandanlık ettiniz. Kur’ân’ın evâmir-i kat’iyesine imtisal etmekle, öteki âlemde de o nurânî güruha refik olmaya çalışmak, sizin gibi himmetlilerin şe’nidir. Yoksa, burada kumandan iken orada bir neferden istimdad-ı nur etmeye muztar kalacaksınız. Bu dünya-yı deniyye, şan ve şerefiyle öyle bir metâ değil ki, sizin gibi insanları işbâ etsin, tatmin etsin ve maksud-u bizzat olsun.

Râbian: Bu millet-i İslâmın cemaatleri, çendan bir cemaat namazsız kalsa, fâsık da olsa, yine başlarındakini mütedeyyin görmek ister. Hattâ, umum şarkta, umum memurlara dair en evvel sordukları suâl bu imiş: “Acaba namaz kılıyor mu?” derler. Namaz kılarsa mutlak emniyet ederler; kılmazsa, ne kadar muktedir olsa nazarlarında müttehemdir.

Bir zaman, Beytüşşebab aşâirinde isyan vardı. Ben gittim, sordum:

“Sebep nedir?”

Dediler ki:

“Kaymakamımız namaz kılmıyordu, rakı içiyordu. Öyle dinsizlere nasıl itaat edeceğiz?”

Bu sözü söyleyenler de namazsız, hem de eşkıyâ idiler.

Hâmisen: Enbiyanın ekseri Şarkta ve hükemanın ağlebi Garpta gelmesi kader-i ezelînin bir remzidir ki, Şarkı ayağa kaldıracak din ve kalbdir, akıl ve felsefe değil. Şarkı intibaha getirdiniz; fıtratına muvafık bir cereyan veriniz. Yoksa, sa’yiniz ya hebâen gider, veya muvakkat, sathî kalır.

* Miladi 1923’tür.

Mesnevî-i Nûriye, s. 85; Tarihçe-i Hayat,

s. 125 (yeni baskılarda, s. 220)

mücâhidîn-i İslâm: İslâm mücahidleri, İslâm için çalışanlar.

ehl-i hâl ü akd: Zor meseleleri hâlledip sonuca bağlayanlar.

salât: Namaz.

ferâiz: Farzlar.

idame: Devam etme, ettirme.

şeâir-i İslâmiye: İslâma ait semboller, simgeler.

iltizam: Lüzumlu görme, kabul etme.

evâmir-i kat’iye: Kesin emirler.

istimdad-ı nur: Nur ve aydınlık için yardım isteme.

dünya-yı deniyye: Adi, kıymetsiz dünya.

işbâ: Doyurma.

çendan: Gerçi.

hükema: Filozoflar

ağleb: Çoğunluğu, galibi.

intibah: Uyanma.

fıtrat: Yaratılış.

sa’y: Çalışma, çaba.

hebâen: Boşu boşuna.

24.04.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri