Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 21 Nisan 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Kemalist güzelleme: 10. Yıl Marşı

Müziği ‘devşirme’ olan marşlardan (biri de) bazı kaynaklara göre İstiklal Marşı’nın yerine hazırlatıldığını söyleyen 10. Yıl Marşı. Marş adından da anlaşılacağı üzere 1933 yılında Cumhuriyet’in 10. yıldönümü kutlamaları için hazırlanmış.

Güftesi Faruk Nafız (Çamlıbel) ve Behçet Kemal’e (Çağlar), bestesi Cemal Reşit’e (Rey) ait olan marş, tüm dünyaya bir zamanların ‘Hasta Adamı’nın nasıl dirildiğini ve 10 yılda ne büyük işler başardığını anlatmayı amaçlıyor. Marşı ilk kez 14 Ekim’de dinleyen Mustafa Kemal’in marşı beğenmesi üzerine önce İstanbul’da Beyazıt ve Taksim meydanlarında, Şehir Bandosu’nun eşliğinde marş talimleri yapılmış, ardından bütün yurtta bir marş seferberliği başlatılmıştı. Ancak 1940’larda çocukların ağzında ‘Hamama da gittik nalınla/Annem bizi yıkadı/Mis kokulu sabunla’ şeklinde dönüşen marş, uzun süren bir kış uykusuna yattı. 1990’larda Güneydoğu’da kan gövdeyi götürünce Cumhuriyet’in bekasına ilişkin kuşkulara kapılan kesimler tarafından tozlu raflardan indirildi ve yeniden dolaşıma sokuldu. Bundan Cumhuriyet’in 75. Yılı için bestelenen marşın tutmamasının da rolü büyüktü. 28 Şubat 1997’de TSK tarafından RP-DYP Koalisyonu’na verilen muhtıra sonrasında ise adeta Kemalist bir meydan okumaya dönüştü. O tarihten bu yana Türkiye’yi iç ve dış düşmanların saldırısı altında hisseden kesimler, 10. Yıl Marşı’nı topluca okuyarak kendilerini güçlü hissetmeye çalışıyorlar. Aynen mezarlıktan geçerken ıslık çalanlar gibi.

DEMİR AĞLAR- ‘Çıktık açık alınla on yılda her savaştan/On yılda on beş milyon genç yarattık her yaştan/Başta bütün dünyanın saydığı Başkumandan/Demir ağlarla ördük anayurdu dört baştan’ şeklinde ilk kıtada, Mustafa Kemal’in asker kimliği öne çıkarılarak Milli Mücadele dönemindeki askeri ve sivil mücadeleler vurgulanıyor ve aslında 14 milyon civarında olan ülke nüfusu kafiye uğruna 15 milyona çıkarıldıktan sonra, Osmanlı İmparatorluğu döneminden beri yönünü Batıya çevirmiş bir toplum olarak, o dönemde medeniyetin sembolü olarak görülen ve eksikliği ciddi bir eziklik yaratmış olan demiryolu meselesine atıfta bulunuluyor. Marşın ‘Türk’üz, Cumhuriyet’in göğsümüz tunç siperi/Türk’e durmak yaraşmaz, Türk önde, Türk ileri!’ şeklinde nakarat bölümünde ise o yıllarda pek beğenilen Nazi Almanyası ile Mussolini İtalyası’nın esintileri var.

TÜRK’ÜZ- ‘Bir hızla kötülüğü, geriliği boğarız/Karanlığın üstüne güneş gibi doğarız/ Türk’üz bütün başlardan üstün olan başlarız/Tarihten önce vardık, tarihten sonra varız’ şeklindeki ikinci kıtasının ilk dizesine Cumhuriyet’in yerini aldığı Osmanlı Devleti ve onu oluşturan tüm unsurların nasıl algılandığına dair ipuçları var. İkinci dizede, malum ırkçı tema tekrar karşımıza çıkıyor. Son dizeler ise dünyadaki bütün dillerin Türkçeden türediğini ileri süren Güneş Dil Teo-risi ile, dünyadaki tüm kültürlerin kökeninde Türklerin olduğunu ileri süren Türk Tarih Tezi’ne bir gönderme.

‘Çizerek kanımızla öz yurdun haritasını/ Dindirdik memleketin yıllar süren yasını/Bütünledik her yönden İstiklal kavgasını/Bütün dünya öğrendi Türklüğü saymasını’ dizeleri ‘öz yurt’ tanımı ile Anadolu’nun Türklere ait olduğunu bir kez daha vurgularken, her ne kadar Birinci Dünya Savaşı sonunda imparatorluk topraklarının çoğu kaybedilmişse de, son Osmanlı Meclisi’nde alınan Misak-ı Milli kararı ile tarif edilen sınırların korunduğu tesellisiyle bitiyor.

SINIFSIZ KİTLE- ‘Örnektir milletlere açtığımız yeni iz/İmtiyazsız, sınıfsız kaynaşmış bir kitleyiz/Uyduk görüşte bilgiye, gidişte ülküye biz/ Tersine dönse dünya yolumuzdan dönmeyiz’ dizelerinde önce toplumsal ayrışmayı ve sınıf oluşumunu rejime yönelik en büyük tehlike gören zihniyetin icadı olan ‘halkçılık’ ilkesinin ifadesi olarak Cumhuriyet rejiminin en kof hedefi vurgulanıyor, ardından bir İslam toplumundan Batılı bir toplum yaratmanın çelişkilerini çözmek için Ziya Gökalp’in icad ettiği ‘Batı medeniyeti-Türk/İslam kültürü’ sentezine atıfta bulunuluyor. Marşın noktasını rejimi tehdit eden iç ve dış düşmanlara verilen gözdağı oluşturuyor.

BESTE ‘GAYRİ-MİLLİ’ Mİ?- Bursa Milletvekili Osman Şevki Bey’e göre, Cemal Reşit Rey eseri bestelerken, librettosu (güftesi) ve bestesi ünlü yazar Jean-Jacques Rousseau’ya ait olan ve ilk kez 1752 yılında Kral XV. Louis’in huzurunda sergilenen tek perdelik ‘Le devin du village’ (Köyün Kâhini) adlı operanın ‘J’ai perdu tout mon benheur/J’ai perdu mon serviteur’ (bütün saadetimi kaybettim/hizmetçimi kaybettim) diye başlayan bölümden esinlenmiştir. Osman Şevki Bey, bestedeki prozodi hatalarını bu kopyacılığa bağlar. Bu iddialara karşı uzun süre sessiz kalan Cemal Reşit Rey, sonunda böyle bir operanın tek bir notasından bile haberi olmadığını söylemekle yetinir. Ancak, Cemal Reşit Rey’in 1913’te, yani Jean-Jacques Rousseau’nun 200. doğum yılı etkinliklerinin düzenlendiği yıldan sadece bir yıl sonra, ailecek Paris’e yerleştiği,. müzik eğitimini de bu ülkede aldığı düşünülünce ‘hiç duymadım’ savunması inandırıcı görünmez.

Taraf, 20 Nisan 2008

Ayşe HÜR

21.04.2008


 

Yaranamazsınız

AK Parti’nin gençlik kolları toplantısında “10. Yıl Marşı” okunmuş. (...) Ama unutmayalım ki, bu marşa, 28 Şubat’ta farklı bir anlam yüklendi.

“Dinci tehlikeye” karşı söz konusu marş, ulu orta her yerde söylenmeye başlandı. Duyguları, marşla ifade etmenin Hitlervari militarist bir görüntü yaratması bir yana, AK Parti gençlik kollarında seslendirilmesinin ayrı bir sakıncası daha var: İlkesizlik veya takiyyecilik intibaının doğması. Kimse, “Bravo gençler, işte şimdi size güvenmeye başladık” demeyecek. Aksine, haydi “belkemiksiz” demeyelim; fakat en azından “takiyyeci” görüntü ağır basacak. Bu yaranma duygusuyla hareket ederseniz, postu asıl o zaman deldirirsiniz.

Sabah, 20 Nisan 2008

Nazlı ILICAK

21.04.2008


 

Kaç parti kapatılmış?

AKP’nin kapatılması gerektiğini düşünenlerin öne sürdükleri gerekçelerden biri, Avrupa’da da partilerin kapatılmasına ilişkin yasal tedbirler olduğu ve en demokratik ülkelerde bile partilerin kapatıldığı.

Bu mesele üzerine çok değişik tartışmalar oldu. Ama maalesef Avrupa’da durum, “orada da bol bol parti kapatılıyor” iddiasına uymuyor.

Önce Türkiye’ye bakalım. Türkiye’de 1968 yılından bu yana 24 siyasi parti, değişik gerekçelerle kapatıldı. Bu partilerin çoğu solcu partiler. 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra da bütün siyasi partiler kapatıldı.

Şu anda Anayasa Mahkemesi’nde 3 siyasi partinin, kendini feshetmiş olan DEHAP’la DTP ve AKP’nin kapatılması istemiyle açılan davalar yürüyor.

***

Avrupa’da, Avrupa Birliği’nin genişlemeden önceki ana gövdesini oluşturan 15 ülkenin 13’ünde, İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ertesinden bu yana hiçbir siyasi parti kapatılmamıştır.

Fransa’da, İtalya’da, Belçika’da neo-Nazi, neo-faşist partilerle ilgili soruşturmalar olmuş, ancak herhangi bir parti kapatılmamıştır. Belçika’da soruşturmaya uğrayan faşist parti para cezası ödemiş ve başka bir isimle faaliyetlerine devam etmiştir.

Almanya’da İkinci Dünya Savaşı ertesinde Nazi partisi yasaklandı. Bu partinin uzantısı şeklinde kurulan iki parti 1949 ve 1952 yıllarında kapatıldı. 1956 yılında, Soğuk Savaş’ın en kızışmış olduğu dönemde KPD (Alman Komünist Partisi) kapatıldı. Fakat kapatma büyük tartışmalara yol açtı ve Alman Anayasa Mahkemesi kendisini savunmak için kitap boyutunda gerekçeler yayınladı. Almanya’da yine neo-Nazi fikirlere sahip bir parti ırkçı ve yabancı düşmanı yayınları ve faaliyetleri dolayısıyla soruşturmaya uğradı, ancak soruşturma sırasında bu partiye Alman istihbaratınca çok sayıda eleman sızdırıldığı ve bunların partinin kimi faaliyetlerinde “ajan provokatör” rolü oynadığı anlaşılınca Alman Anayasa Mahkemesi dava açmadı.

***

İspanya’da 2003 yılında ayrılıkçı Bask tedhiş örgütü ETA ile ilişkisini gizlemeyen Herri Batasuna adlı parti kapatıldı. İspanya’da Bask milliyetçisi başka partiler halen faaliyette. Katalonya, “ayrılıkçı” bir parti tarafından yönetiliyor. Ancak bu partilerin hiçbirinin terörle ilişkisi görülmemiştir ve hiçbirine soruşturma açılmamıştır. Herri Batasuna’nın kapatılmasının nedeni de terörle ilişkisidir.

Bu bilgileri tekrarlamak zorunda kaldık, çünkü hâlâ bazı karmaşık iddialarla kafaları karıştırma faaliyetleri sürüyor. Önce bunları bilmek, AKP’nin kapatılmasıyla ilgili düşünceleri tartışırken Avrupa örneğini ondan sonra vermek durumundayız. Avrupa’da yarım yüzyılı aşkın bir sürede sadece iki ülkede 4 parti kapatılmıştır, oradaki durumun bizimkiyle hiçbir benzerliği yoktur.

Vatan, 20 Nisan 2008

Okay GÖNENSİN

21.04.2008


 

Askerlik beyanı

Hollanda Genel-kurmay Başkanı’nın oğlu, Afganistan’da yol kenarına yerleştirilen bir bombanın patlamasıyla öldü.

Geçtiğimiz kasım ayında Yeni Zelanda’nın Savunma Bakanı’nın teğmen yeğeni de Afganistan’da pusuya düşürülüp öldürülmüştü.

Prens Harry’nin (Charles’ın oğlu) birkaç ay boyunca Afganistan’da görev başında olduğu (asker olarak) ordaki varlığı keşfedilince, İngiltere’ye geri yollandığı da malum. Tabii ki Hollanda Genelkurmay Başkanı’nın oğlu da ölmesin,

Yeni Zelanda Savunma Bakanı’nın yeğeni de. Hiçbir muasır medeniyet ülkesi; el âlemin ülkesine (ne kadar ‘iyi niyetlerle’ ambalajlanmış söylemlerle de olsa) asker yollamasın ayrıca!

Neo-emperyalizmin dayatılmış insan (hakları) severliğine, karnımız tok.

Ve fakat Gelişmiş Ülke Genelkurmay Başkanı Oğlu’nun ‘şehit’ düşmüş olması oralarda; akla ister istemez bizim Şehit Edebiyatçıları’nı düşürüyor.

Ordumuz’da üst kıdem mensuplarının evlatlarının askerlik görevlerini nerelerde yaptığına dair, ya da çürüğe çıktıkları için nerelerde yapmadığına, bir liste var.

Bir zaman önce korsan bir internet sitesinde yayınlandı.

Ama Medyalamamız itibar etmedi bu listeyi yayınlamaya.

Özel hayata giriyormuş!

Bence hiç de girmiyor.

Son on-on beş yılın üst düzey tümmm askeri yetkilileri evlatlarının nerelerde askerliklerini yaptıklarını açıklasalar bir.

Şöyle bir liste yayınlasalar.

Sonuç olarak 30 yıldır bitirilemeyen, yurdumuza yüz milyarküsur dolara patlamış bir iç savaş söz konusu.

Ve insan Güneydoğu’da ‘Siyasi çözüm de şart. Çözüm de şart!’ papağanlayıp siyasi çözüme dair en ufak bir adım atılmaya yeltenildiğinde, ‘Vatan elden gidiyor! Yetişin: milliyetçiler- imdaaat!’ı basanların, yani savaşın devamından bunca yıldır medet umanların genleriyle Bu Savaş’a ‘katkılarını’ merak ediyor.

Bütün bakanlarımız, başbakanlarımız, milletvekillerimiz de açıklasa oğullarının nerelerde, hangi koşullarda vatani görevlerini ‘gerçekleştirdiğini.’

Netice olarak: Şehitler ölmez, vatan bölünmez!

Ama şehitlerin hep fakirin fukaranın, rençberin, cahilin, köylünün çocuklarından verilmesi, insanda Bu Vatan’ın vahim bir Eşitsizlik Duygusu’yla bölünmüş olduğu hissini yaratıyor.

Ali Babacan’ın yeğeni şehit düştüğünde gazetelere doğal olarak haber oldu.

Hem olmayacak bir şeydi bu.

Hem de olmayacak bir şeydi.

Ali Babacan’ın (Allah sabır ihsan etsin) ailesine düşen ateş dışında, ben hiçbir Mühim Pozisyon Sahibi’nin geçtim çocuğundan/oğlundan hısım ve akrabaları arasından dahi şehit düştüğünü hatırlamıyorum.

Siz hatırlıyor musunuz?

Ayrıca ‘Evladın Nerde Askerliğini Yaptı Beyanı’ bence askeri komutanlarımız, politikacılarımızla da sınırlı kalmasın.

Mesela Şov Haber’e geçti geçeli, handiyse Askeriye’nin ve İç Savaşın Reklam Kuşağı gibi çalışan (askerlikten/darbecilikten atılma) Ali Kırca’nın iki oğlu acep nerde yaptı askerlik görevini? Yoksa onlar daha o yaşa gelmediler mi?

Master mı yapıyorlar? Filan.

Bütün genel yayın yönetmenleri, köşciler, ellerine kalemi alınca ortalığı ‘Sevr! Misak-ı Milli! Vatanın bir karış toprağı!’ diye inim inim illetenler böyle bir Evlat Beyanı, Hısım-Akraba Beyanı’na tâbi tutulsalar. En başta da kendi vatani görevlerini nerde ifa ettiklerini açıklasalar.

Meydanlarda bağrışmaktan boyun damarları pörtlemiş 1 Vatan Kurtaran Şaban’ın, 28 günde enseleyerek yaptığı askerliğini biliniyor; mesela.

Onlarca yıl daha hicap duysak vakti zamanında siyasetimize yaptığı katkısızlıklardan yetmeyecek; yine pek milliyetçi/sağcı/köylücü bir hanım politikacının oğlu, bacağındaki platinin ‘paslanma ihtimaline’ karşı hastaneleyerek yapmıştı askerliğini. Diyelim.

İş başkasının evladına gelince böylesine gönlübol, böylesine ağızdan köpürmeli şehit edebiyatçılarının Askerlik Beyanları’nı görelim, bir.

Ya da sonsuza dek Savaş Taraftarlığı Çalçeneliği’nden malûlen emekliye ayrılmalarını talep edelim. Medya baronlarından/bezirgânlarından üst üst düzeylere: Bekâra karı boşamak kolay- El âlemin çocuğunu ölümlere sürmek de. Barış götürmen gereken topraklarda lümpenlenirken, ağzından çıkanı kulağın duyacak! Kürt partileri illa billa kapatılmak istenirken de. Yargı Darbeciler ordan başlamışlardı. İşe. Savaşı bitirmek işine gelmeyenlerin, ‘genç’ subayların mütemadi rahatsızlanmalarından başlamaları gibi.

Radikal, 20 Nisan 2008

Perihan MAĞDEN

21.04.2008


 

Hizmet yarışı olarak siyaset

Amerikan seçimlerini izleyenler bilir; kampanyalar genellikle bizim alışık olduğumuz gibi “büyük” meseleler etrafında değil, doğrudan günlük hayatla ilgili, hizmetle ilgili “küçük meseleler” etrafında döner. Bütün seçimlerin en fazla konuşulan konusu ise sağlık sistemidir.

Bu kampanyada da öyle oluyor; adaylar arasındaki en ateşli polemikler yine bu konu etrafında yapılıyor, ortaya konulan sağlık reformu programları arasındaki farklılıklar en ince ayrıntılarına kadar didikleniyor. Geçenlerde bir grup arkadaşla seçim kampanyasını konuşurken , kendimi bu kampanyayı ve Amerikan halkını fena halde küçümserken yakaladım. “ Kendi kendimi yakaladım” diyorum; çünkü bu küçümsemeyi fark etmem, benim için çoktan kurtulduğumu zannettiğim bir ideolojinin ve siyasi çizginin hâlâ içimde yaşayan bir parçasıyla aniden yüz yüze gelmek gibi bir şeydi. Bunca yıl, içimde giriştiğim bunca “genel temizlik”e rağmen paçayı kaptırmamayı başarmış; bir köşede gizlenip kalmış bir kalıntı...

Benim gibi siyaseti dünyanın eksenini değiştirmek (!) için manivela olarak gören bir geçmişten gelenlere, koskoca ABD başkanlığı seçimlerinin sağlık sistemi, vergi sistemi, okul sistemi gibi “kıytırık” konulara kitlenmesini bir “sığlık” olarak görünmesi normaldi. Evet, itiraf etmeliyim ki, küçümsüyordum; Üstelik sadece “küçük meseleler” etrafında dönüp duran Amerikan politikasını değil, “hizmet yarışı” etrafında odaklanan her türlü politik mücadeleyi küçümsüyordum; seçimlerde her lafın başında politikanın “hizmet yarışı” olduğunu söyleyen siyasi partileri küçümsüyordum...

Hizmet dediğin belediyelerin işiydi benim gözümde. Siyasi parti ise, büyük siyasi altüst oluşları yönetmek, büyük ideolojik kavgalar vermek içindi; büyük dönüşümler için kurulur; böyle bir iddiayla iktidara gelmeye çalışırdı; onun için vardı... Oysa iktidar olmanın anlamını, “toplumu oluşturan bireylerin ancak ortaklaşa halledilebilecek işler için ortak bir fon oluşturup bir kadroya yetki vermesi” ya da “toplumun isteklerinin, ihtiyaçlarının özlemlerinin ortak bütçenin imkanları ölçüsünde sıraya konularak kotarılması için belli bir süre bir ekibi yetkili kılınması” olarak tanımladığınız anda, politikadan beklentiniz de değişir; o durumda elbette ve öncelikle bir hizmet yarışıdır; öyle olmasından daha doğal, daha sağlıklı bir şey yoktur.

Siyasetin bu noktaya gelebilmiş oluşu başlı başına bir gelişmişlik göstergesi, bir durmuş oturmuşluk işaretidir. Tabii, her Allah’ın günü rejim tartışmaları yapılan, iki yılda bir darbe teşebbüsleri açığa çıkarılan bir ülkenin böyle bir lüksü olmuyor doğal olarak...

Cumhuriyetin başından bu yana hep yanlış ele alınmış o yüzden de kronikleşmik bir etnik sorununuz varsa, bu sorun da sadece hizmetle çözülemiyor; hizmetin de verimli olabilmesi için önce o sorunun kilidini çözmeyi sağlayacak paradigma değişikliğini yapmak gerekiyor. Ama bütün bunlar olup bittiğinde, bir gün bizim de daha durmuş oturmuş bir rejimimiz olduğunda; siyaset on yıllarca çözülmeden beklemiş ve çözülmesi için de köklü kavrayış değişikliği gerektiren temel sorunlarımızı çözüm yoluna soktuğunda, inşallah bizim siyasetimiz de bütün ağırlığını asli işine; yani hizmete verebilecek. Böylece biz de diğer uygar toplumlar gibi, insanların - özellikle beyinlerinin ve ruhlarının - yönetilmesi aşamasından işlerin yönetilmesi aşamasına geçmiş olacağız.

Bugün, 20 Nisan 2008

Gülay GÖKTÜRK

21.04.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri