Avrupa Birliği Komisyonu Başkanı Jose M. Barroso’yla Genişlemeden Sorumlu Komiser Olli Rehn Türkiye’deler.
Eski deyişle:
Hoş geldiler, sefa getirdiler!
Şunu iyi bilsinler:
AB nasıl ki Avrupa için tarihin tanık olduğu en büyük barış ve demokrasi projesi ise Türkiye için de öyledir.
Bir demokrasi projesidir.
Hukukun üstünlüğü projesidir.
İnsan hakları projesidir.
Kısacası:
Türkiye’nin AB yolculuğu bir ‘barış ve demokrasi yolculuğu’dur.
Baştan beri öyledir.
Nasıl ki Avrupa Birliği, dünya savaşlarıyla insanlığa tarifsiz acılar çektirmiş milliyetçilik belasından Avrupa’yı kurtarmak ve yaşlı kıtaya kalıcı barışı getirmek için tarih sahnesine çıkmışsa, Türkiye de aynı tarih bilinciyle ve Atatürk’ün deyişiyle ‘çağdaş uygarlık’ düzeyini yakalamak için AB yoluna koyulmuştur.
Ben, Türkiye’nin AB yolunu bir barış ve demokrasi yolu olduğu için savunuyorum.
Ama karşı çıkanlar da var.
İki tarafı ayıran çizgi ya da daha doğru deyişle duvar demokrasiyle ilgilidir; hukukun üstünlüğü ve insan hakları düzeniyle ilgilidir; din, vicdan, ifade ve girişim özgürlükleriyle ilgilidir.
Kavganın özü budur.
Hiç kuşkunuz olmasın:
Türkiye’de AB yolunu savunanlarla karşı çıkanlar arasında gittikçe keskinleşen kavganın özünde ‘birinci sınıf demokrasi’ yatıyor.
Geçen zaman içinde AB’nin Türkiye’ye ‘birinci sınıf demokrasi’ getireceğini görenler, özellikle AKP’yi iktidara taşıyan 2002 yılı sonundaki seçimlerden itibaren, -ve tabii AB ile müzakare tarihi alınmasıyla birlikte- kavgayı kızıştırdılar.
Kıbrıs’ta çözümsüzlüğü körükleyen sivil-asker kliklerin, Güneydoğu ve Kuzey Irak’ta yangın çıkarmak isteyen sivil-asker odakların, siyasal cinayetler işleyen gizli örgütlerin, asker içinde 2003-2004 döneminde su yüzüne vuran ‘darbe tertipci’lerinin ve AKP’den laiklik bahanesiyle şu ya da bu biçimde kurtulmayı hesaplayanların ortak bir hedefleri vardır:
Türkiye’nin AB yolunu kesmek!
Bu yol kesildi mi, Türkiye’de ‘birinci sınıf demokrasi’ye açılan kapının kapanacağını çok iyi biliyorlar.
Evet, Türkiye bugün önünü göremiyor. AKP ile ilgili olarak başlatılmış olan yargısal darbe sürecinin nelere gebe olduğunu kestiremiyoruz.
Ancak, bütün bu toz duman içinde devam eden kavganın özü sır değil. Bu kavga, demokrasi kavgasıdır.
Bunu iyi bilin.
Evet, Başbakan Erdoğan’la AKP’nin birçok yanlışı var.
Bu yanlışların bir bölümü AB ve demokratikleşmeyle ilgili. Bu açıdan özellikle son üç yıla yakın bir süredir AKP hükümeti ipe un serdi, demokratikleşmenin gereklerini yerine getirmedi.
Öte yandan, kamuoyundaki laiklikle ilgili duyarlıklar, endişe ve korkular fazla ciddiye alınmadı AKP hükümeti tarafından. Atılabilecek ya da atılması gereken bazı adımlar atılmadı, atılmak istenmedi.
Devletin içinde kadrolaşma ve iktidar şımarıklığı pencerelerinden göze çarpan bazı manzaralar hoş değildi.
Eleştiri listesi uzatılabilir.
Ancak, iktidar partisinin bütün bu ciddi hatalarından yola çıkarak, AKP’nin “Türkiye için İslamcı düzen öngören ‘gizli gündem’ sahibi bir parti” olduğu öne sürülebilir mi?
Ben böyle düşünmüyorum.
Nitekim siz de öyle Bay Barroso.
Ankara ziyareti öncesi Brüksel’de Türk meslektaşlarımla sohbetiniz sırasında, “Cumhurbaşkanı Gül’ün, Başbakan Erdoğan’ın ya da AKP’nin Türkiye’yi İslam devleti haline getirmek gibi gizli gündemleri olduğunu düşünmediğinizi” söylemişsiniz,(Milliyet, 9 Nisan 08, s.18’de Güven Özalp’ın haberinden)
Haklısınız.
AKP’den kurtulmanın yolu, darbe süreçlerinden değil, ‘seçim sandığı’ndan geçiyor. Türkiye’de CHP dahil bir kısım muhalefetin ve sivil-asker bazı bürokratik odakların bu temel demokrasi kuralını artık öğrenmeleri gerekiyor.
Ama öte yandan AB’nin de Türkiye bağlamında öğrenmesi gerekenler elbette var.
Türkiye’de nasıl ki demokrasiyle birlikte AB’nin yeminli düşmanları varsa, AB içinde de bu çevrelerin dolaylı, dolaysız müttefikleri var.
AB başkentlerindeki bu ‘müttefikler’, topa zaman zaman öylesine vuruyorlar ki, Türkiye’deki yeminli AB ve demokrasi düşmanlarına bol bol cephane sağlıyorlar.
Bazen AB’den öylesine çifte standart örnekleri sergileniyor ki, Türkiye kamuoyunda AB karşıtlığını zıplatacak her türlü malzeme bir anda ortalığa saçılıyor.
Ya da “Türkiye’yi gerçekten istiyor mu AB?” sorusunda yatan haklılık payı büyüyor.
Biliyorum, rahmetli dışişleri bakanlarımızdan Turan Güneş’in deyişiyle, “Briç kulübünde pişpirik oynanmaz!”
Fakat bricin de bir raconu vardır, hilesiz hurdasız oynanır.
Sayın Barroso’yla Olli Rehn;
Hem hilesiz hurdasız oyun gerçeğini Sarkozy’lere, Merkel’lere anlatmak, hem de Türkiye’yi dışlamanın AB açısından nasıl bir stratejik ufuksuzluk, hatta körlük olduğunu belirtmek, herhalde, sizin görev ve sorumluluk alanınız içindedir.
Şunu hiç unutmayın:
Türkiye’nin AB yolculuğu, hem bizim ülkemizin, hem bu bölgenin, hem de Avrupa’nın barış ve istikrarı açısından yaşamsal önem taşımaktadır.
Milliyet, 11 Nisan 2008
|