Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 08 Nisan 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Darbeler parti içi despotizmden güç alıyor

Gazetelerde son yıllardaki darbe girişimleri tefrika ediliyor. Bütün ayrıntılarıyla.

Polisiye roman gibi takip ediyoruz.

Ben de iki gündür gazeteci arkadaşımız Ecevit Kılıç’ın Özel Harp Dairesi, ‘Türkiye’nin Gizli Tarihi’ başlıklı kitabını okuyorum.

Okudukça, bildiğimiz, gazeteci olarak yaşadığımız birçok olayı da yeniden anımsayarak.

Adeta, “De Vinci Şifresi haltetsin” dedirtecek olayların ‘Türkiye’nin Gizli Tarihi’ olduğunu düşünmezseniz bir solukta okunacak bir polisiye roman tadında.

Kitap, aslında Türkiye’nin hem gizli hem de aynı zamanda açık tarihinin bir darbeler ve darbe girişimleri tarihi olduğunu gösteriyor.

Şu günlerde gazetelerde tefrika edilen ve sadece 1999’dan bu yana girişilen darbe teşebbüslerinin, darbeci örgütlenmelerin sayısına bakmak yeter de artar bile.

Tabii bazı tatlı su demokratı gazeteci arkadaşlarımız, bazı darbe teşebbüslerini iktidardaki partilerin ‘zorlanması’ teşebbüsü olarak nitelendirseler bile bu gerçek değişmiyor.

Değişmeyen bir gerçek daha var.

O da, içinde bazı sivil unusurlar yer alsa da bütün bu girişimlerin, örgütlenmelerin Silahlı Kuvvetler bünyesinde oluştuğu gerçeği.

Kılıç’ın kitabına da baktığımızda, Türkiye’de özellikle Özel Harp Dairesi’nin, (Sonra Özel Kuvvetler Komutanlığı oldu) kurulduğu 1952 yılından bu yana, 1960 darbesi başta olmak üzere meydana gelen darbelerde, muhtıralarda ve cunta orgütlenmelerinde baş rolü oynadığını görüyoruz.

Tabii kitapda bu darbelerin hazırlanış öncesinde ve sonrasında girişilen illegal, kanlı ve kirli işler de bütün ayrıntıları ile gözler önüne seriliyor.

Böylece Türkiye’nin Gizli Tarihi’nin aynı zamanda kan, şiddet, kıyım, entrikayı da içerdiğini anlamış oluyoruz.

Bu gizli tarihin amacının ise, “Ülkenin bölünmesini ve laiklikten sapmasını engellemek, cumhuriyeti korumak ve kollamak’ şeklinde ifade edildiğini biliyoruz.

Üst düzey komutanlar bazan bu örgütlenmelerin fiilen içinde oluyor, bazan bilgisi olduğu halde dışında görünüyor.

Son günlerde yayınlanan tefrikalarda eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün kendi döneminde bazı darbe teşebbüslerini engellediği artık açıkça yazılıp çiziliyor.

Bizzat Özkök’ün de dolaylı olarak bu iddiaları doğruladığı da bir gerçek.

Buna rağmen şimdiye kadar bir tek Silahlı Kuvvetler mensubu darbe yaptığı için, darbe teşebbüsünde bulunduğu için yargılanmadı, soruşturulmadı ve soruşturulması dahi gündeme getirilmedi.

Bu işlere fiilen katılmayan komutanlar bile -Özkök gibi diyelim- bu konuda devletin yasal güçlerini harekete geçirmek için herhangi bir teşebbüste bulunmadı.

Dolayısıyla hemen her kademedeki komutanın şöyle ya da böyle içinde olduğu bir yapıdan bahsediyoruz.

Bu yapı, sürekli aynı şeyleri üretiyor. Meşru iktidarlara karşı, genel oyu hiç dikkate almayan, darbeler, darbe girişimleri, darbe planları, cuntalar devam ediyor.

Şimdi gelinen darbe sürecinden nasıl çıkılacak bu ayrı bir konu.

Yalnız bu ‘Gizli Tarih’ süreci nasıl değiştirilecek? Esas mesele bu.

Yine Ecevit Kılıç’ın kitabına dönersek...

Ne Özel Harp Dairesi’nin marifetleri ne Özel Kuvvetler Komutanlığı’nın illegal faaliyetleri ne de darbeci generaller ile ilgili olarak şimdiye kadar bir soruşturma açılabilmiş değil.

Meclis’te şimdiye kadar yapılan teşebbüsler hep akim kalmış. 1992’de Refah Partisi (RP) ve Halkın Emek Partisi (HEP) milletvekillerinin Özel Harp Dairesi ile ilgili verdikleri önerge tartışılmış ama Meclis araştırması açılması milletvekillerinin oylarıyla reddedilmiş.

1990’larda Özel Harp Dairesi’nin giriştiği illegal faaliyetlerle ilgili araştırma açılması için tam 27 kere Meclis’ Başkanlığı’na başvurulmuş.

Hiçbirinden bir sonuç alınamamış.

Yani milletin vekilleri, milletin kendilerine verdiği vekalet görevini ortadan kaldırmaya yönelik faaliyetlerle ilgili bir Meclis araştırması için irade beyan edememişler.

Sebebi de çok basit. Partilerdeki lider sultası bunu engellemiş.

Liderler, “Aman şimdi ortalık karışabilir, iktidarımız tehlikeye düşebilir, başımıza dert almayalım” diyerek bürokrasiyle uzlaşmaya çalıştıkça darbecileri de, darbe girişimcilerini de, cuntaları da yüreklendirmeye devam etmişler.

Oysa herşey ortada. tefrikaları okuyun, bu konuda yazılanlara bakın. Hepsinde adres aynı.

Darbecilerin kaynağı Silahlı Kuvvetler. Hedef milli irade ve milli iradenin temsilcileri.

Mesele: İktidarı milletin temsilcileri ile paylaşmamak.

Milletin vekillerinin kendilerini ve kendilerine oy veren insanların iradelerini bu tasallutlara karşı koruyabilmelerinin tek yolu, lider sultasından kurtulmaktan geçiyor.

Yani milli iradenin özgürleşmesinden.

DTP Genel Başkanı Ahmet Türk’ün bu olaylara koyduğu teşhis çok doğru:

“Demokrasiyi halka çok görüyorlar” diyor.

Bu teşhis hem darbeciler için hem de partiiçi despotizm uygulayan liderler için geçerli.

Darbeleci yapıları değiştirebilmek için sadece yüzde 46.5 oy yetmiyor. Milli iradenin de özgürleştirilmesi gerekiyor.

Yeni Şafak, 7.4.2008

Koray Düzgören

08.04.2008


 

9 Mart öncesi gibi

Bugün yaşananlar 28 Şubat’ın “dalgası”. Tıpkı 9 Mart’ın, 27 Mayıs 1960 darbesinin bir “yansıması” olduğu gibi. O tarihte “genç subaylar” rahatsızdı. Zira ordunun içinden ve dışından onları kışkırtanlar vardı. Emir komuta zinciri içinde gerçekleşmemişti ama, asker bütünüyle 27 Mayıs’ı sahiplenmişti. Bu yüzden, Demokrat Parti’nin devamı olan Adalet Partisi’ni içlerine sindiremiyorlardı. Üstelik AP, CHP ile işbirliği yaparak Demokrat Partililerin yasağını da ortadan kaldırmaya hazırlanıyordu. Ordu uyardı, siyasi af teklifinden vazgeçildi ve “hamamın namusu” kurtuldu. Ama kazan kaynamaya devam etti.

Bugün de başörtüsünün serbest kalması teklifinden vazgeçilse, İmam Hatiplerin kaderi bir bilinmeze terk edilse bile, gene kazan kaynayacak. “28 Şubat bin yıl sürsün” isteniyor. 28 Şubat’ta devrilen Milli Görüş’ün mirasçısı olan AK Parti’yi kabullenemiyorlar. Kendine cumhuriyeti koruyup kollama yetkisi atfedenler, gene, milletin temsilcileriyle hesaplaşmaya kalkışıyor. Sahnede gene onlar var. Ve basındaki, bürokrasideki, üniversitedeki yandaşlarıyla birlikte. Osmanlı’dan gelen o meşhur, ilmiye, seyfiye, kalemiye ittifakı. Zaten bunlar sahneden hiç inmedi ki!

İLHAN SELÇUK’UN ROLÜ

Türkiye’nin, darbeler açısından zengin bir tarihi var. (Keşke bu konuda biraz züğürt olsaydık!) Ama, bu sayede gelişmeleri daha iyi yorumlamak imkânına sahibiz. Bazen aktörler de, yöntem de aynı olabiliyor.

12 Mart öncesinde bir kısım aydının görevi, genç subayları kışkırtmak, siyasette yönetim bunalımı yaratmak, eyleme geçen gençleri “İkinci Kurtuluş mücadelesini veriyorsunuz, masa başı devrimciliği olmaz” diye alkışlamak, demokratik düzeni, “cici demokrasi” diye alaya almaktı.

İlhan Selçuk, İlhami Soysal, Doğan Avcıoğlu ve Uğur Mumcu’nun darbeyle ilişkisi, genç subaylarla, eylem yapan üniversiteli gençlere devrimin yolunu göstermekten ibaretti. Elbette Madanoğlu cuntasının kayıtlı üyesi değildiler. Sabotajları onlar yapmadı; bombaları onlar atmadı; sadece bu fiilleri devrimci davranış olarak alkışladılar. “Meydan boş değildir. Tüfeklerimizdeki mermi, mermilerimizdeki barut, yüreklerimizdeki ateş yeter sizlere” diye bildiri yayınlayan 69 denizci subaya da, Mustafa Kemal’in devrimlerini devam ettirdikleri için, Devrim gazetesinde sahip çıktılar.

İlhan Selçuk’un aynı hataya tekrar düşeceğini sanmıyoruz. Ama maalesef, görüntüde gene bir amaç beraberliği izlenimi doğuyor. Televizyonlara “Tehlikenin farkında mısınız?” diye ilanlar veriliyor. Gazete, Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman’ın “Genç subaylar rahatsız” sözünü, tam da Özden Örnek’in anılarındaki darbe sürecine denk gelen bir zaman diliminde manşete taşıyor. “Sarıkız” ve “Ayışığı” kod adlı askeri müdahalelerde adı geçen Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman ve Şener Eruygur, Cumhuriyet Vakfı üyesi. İlhan Selçuk, Kızılelma Koalisyonu’nun önderlerinden; milliyetçilerle solu, ulusalcılık temelinde bütünleştirme gayretinde. Zaten 1999’dan sonra, Ergenekon da, böyle bir yapı üzerine inşa edildi.

Ortada ciddi emareler var. Ama bakıyoruz İlhan Selçuk’u savunmak isteyenlerin tek argümanı, onun, Ziverbey’de işkence görmüş olması.

Evet, sol darbe hazırlığı içinde bulunduğu gerekçesiyle, o tarihte antikomünist bir özellik taşıyan Kontrgerillanın hedefiydi Selçuk. Oysa bugün, Kemalizm’i ve laik cumhuriyeti savunmak üzere vizyon değiştiren Ergenekon ile amaç ve niyet beraberliği içinde.

Zaten çoktan “eski işkencecilerini” de af etti.

TELEFON KAYITLARINDAN

Şubat 2008’de, İlhan Selçuk, Cumhuriyet gazetesi Genel Yayın Müdürü İbrahim Yıldız’la konuşuyor; henüz başsavcı kapatma davasını açmamış.

- “Kapatma davası açılırsa, bir de üstüne ekonomik kriz gelirse, Türkiye biraz karışırsa, belki bir umut doğabilir. Çünkü normal yollardan bu mümkün değil yani.”

- “Bir yerde hesaplaşma olacak herhalde. Yargı kapatma kararına doğru gidiyor. Haberini de verdiler... Anayasa Mahkemesi, son olarak, kendisi tasfiye edilmeden partinin kapatılması kararını verirse, o zaman ortalık büsbütün karışır.”

- Asker gelebilir mi sorusuna karşılık: “Eee mecbur olacak. Ortalık birbirine girdi mi, çok şey gibi görünen adamlar sinerler.”

İlhan Selçuk’un bu konuşmaları, maalesef, “can çıkar huy çıkmaz” atasözünü doğruluyor.

Sabah, 7.4.2008

Nazlı Ilıcak

08.04.2008


 

Kaybedilen bir yıl...

Bir yıl öncesine Nisan 2007’ye bakalım. O günlerde kimin cumhurbaşkanı adayı olacağını konuşuyorduk. Bir yandan Cumhuriyet Mitingleri düzenleniyor, diğer yandan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Büyükanıt “özde değil sözde” açıklamasını yapıyordu. AKP ise cumhurbaşkanı adayını belirlemeye çalışıyordu. Sonra bildiri geldi, erken seçim yapıldı, Köşk’e Gül çıktı. Önce anayasayı değiştirme çalışması başlatıldı ama türban düzenlemesi öne çekilince bu proje rafa kaldırıldı.

Hani filmlerde olur ya, bir yıl öncesine dönsek, bugün geldiğimiz noktadan daha farklı bir yöne kaymamız için neleri değiştirmemiz gerekirdi acaba?

Sonuçta cumhurbaşkanlığı seçimi için bir yıl öncesinden çetin bir mücadele alanı açıldı.

Nuray Mert gibi, “madem riske girilecekti, sistemle kavga göze alınacaktı, o zaman Gül’ün Köşk’e çıkması için değil, üniversiteli genç kızların okullarına başörtülü gidebilmeleri için riske girilseydi” denilebilir. Gerçekten de, siyasi arenanın tüm ruhunu ve rengini Köşk seçimi değiştirdi.

Son bir yılda, hatta ondan önceki bir yılı da dahil edebiliriz, büyük bir demokratikleşme hamlesi gerçekleştirilse, her kesim için özgürlükler paketi açılsa, siyasi partiler yasası değiştirilse, dokunulmazlıklar kaldırılsa, AB konusunda hız kesilmese, her şey çok farklı olabilirdi.

Yüzde 47 oy alan bir parti açısından, Türkiye için büyük bir fırsat kaçırıldı. Köşk seçiminden bu yana tercihler yanlış kullanıldı. Daha büyük düşünülebilirdi. Demokratikleşme, AKP’nin hep kendi başına, kendi yararına adım attığı bir hamleye dönüştü. Ne zaman başı sıkışsa, yeni bir “demokratikleşme” projesi gündeme getirildi. Temel yanlış burada oldu. Üzücü bir durum tabii ki. Demokrasi hepimize lazım. Buradan çıkış yine demokrasiyle olacak. Ama AKP’nin yolu çok uzadı ve zorlaştı. Başbakan Erdoğan bunu gördü onun için şimdi Anadolu yollarında.

Akşam, 7.4.2008

İsmail Küçükkaya

08.04.2008


 

Şamil Tayyar: Ergenekon burada noktalanır

Birbiriyle doğrudan ilişkilendirmemek lazım. Ancak Ergenekon soruşturmasından rahatsız olanlar bir intikam duygusu ile AK Parti’yi kapatmaya yönelik bir psikolojik hareket yürütmüş ve Yargıtay Başsavcısı da bu havadan etkilenmiş olabilir. Zaten Ergenekon soruşturmasının daha derinlere gitme şansının kalmadığını görüyoruz. Ama bu şekli bile Ergenekon ile gelinen mücadele açısından son derece önemli. Bu soruşturma yakın bir zamanda bitecek. Bir iddianame hazırlanacak. Kapatma davasından önce bu zaten sonuçlanacak.

(...)

İlhan Selçuk’un tutuklanması, Ergenekon soruşturmasının nereye kadar gideceği konusunda bir test olmuştur. Bana göre gelinen en üst noktadır. Daha yukarıya çıkacağını zannetmiyorum. Bu haliyle bile bir iktidar partisinin kapatılması gibi bir süreci doğuran gelişmeler yaşandı. Daha ötesi Türkiye’de kan gövdeyi götürebilecek, çok büyük siyasi cinayetlerin işlenebileceği bir süreci tetikleyebilir. O nedenle, bu iş burada noktalanacaktır.

(...)

Ferhat Sarıkaya için uygulanan prosedür, özellikle Ergenekon soruşturmasını yürüten savcı Zekeriya Öz için de uygulanmak istenebilir. Ferhat Sarıkaya bugün avukatlık yapamayacak durumda ve linç edildi. Ama onun açtığı bir yol var. Herkes şimdi bunu sorguluyor. Eğer o kendisini feda etmeseydi belki biz bugün bunları konuşmuyor olacaktık. Ama kral çıplak dedi. Zekeriya Öz de kral çıplak dedi. O yüzden yarın Zekeriya Öz de harcanırsa ben inanıyorum ki onun Türk demokrasisine katkısı asla unutulmayacaktır. Bazen gerektiğinde kendi kariyerinizi, ikbalinizi yok etme pahasına bu mücadele içine girmişseniz bazı şeyleri de göze almanız gerekiyor. Anadolu’da bir laf var: Harmana giren porsuk dirgenden korkmaz.

Zaman, 7.4.2008

Konuşan: Nuriye Akman

08.04.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri