Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 19 Mart 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Yargıçlar cumhuriyeti olmayalım

TÜRK yargı sistemi hiç değilse Batı sistemlerinden bazı alanlarda oldukça farklı. ABD’de ve Avrupa’da savcılar Adalet Bakanı’na bağlı iken bizde bağımsızlar. Yargıtay Başsavcısı, Anayasa Mahkemesi’nde demokrasi kurallarıyla pek bağdaşmayan ve sonuçları ülkeyi siyasi istikrarsızlığa sürükleyebilecek bir dava açarken bile Adalet Bakanı’na haber vermek gereğini duymuyor.

Yüksek yargı kurumları başkanları ve başsavcıları, belirli bir algılama ve zihniyet kalıbı yansıtan siyasi demeçler vermekte bir sakınca görmüyorlar. AB ülkelerinde ise Yargıtay Başsavcısı’nın Anayasa Mahkemesi’ne başvurmak yetkisi yok.

Örneğin, Fransa’da bu yetki yalnızca cumhurbaşkanı, başbakan, ulusal meclis ve senato başkanları ile muayyen sayıda milletvekili veya senatöre verilmiş. Yargının kuvvetler ayrımı dengesinde aşırı ağırlıklı bir konuma gelmemesine dikkat edilmiş.

* * *

Bizde son zamanlarda yüksek yargı kurumları, çok yadırganan ve endişe uyandıran davranışlar içine giriyorlar. Danıştay Başsavcısı, 27 Mayıs müdahalesini “devrim” olarak niteleyebiliyor ve Menderes ile iki bakanın idam edilmesini onaylayabiliyor. Yassıada’daki yargılamanın cereyan tarzının ve verilen idam kararlarının milli bellekte ve vicdanda ne kadar ağır bir yara açtığının galiba farkında değil.

Anayasa Mahkemesi ise daha birkaç gün önce, yabancı yatırımcıların Türkiye’de kurdukları veya iştirak ettikleri şirketlerin taşınmaz mülkiyet ve sınırlı ayni hak edinmelerine imkán veren “doğrudan yabancı yatırımlar”yasasındaki hükmü iptal etti. Mahkeme kararla birlikte gerekçesini açıklamaya da lüzum hissetmedi.

Oysa Anayasa’nın 153. maddesi, “İptal kararları, gerekçesi yazılmadan açıklanamaz” diyor. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’ya uymazsa hukuk devletinden nasıl bahsedilebilir? Kaldı ki hukuki mülahazaların ötesinde mahkemenin kararının ekonomik sonuçları üzerinde de durulmalıdır.

Türkiye’ye son üç yılda giren doğrudan yabancı yatırım miktarı 50 milyar dolarla rekor düzeye varmıştır. Her ne kadar karar altı ay sonunda yürürlüğe girecekse de yabancı yatırımcıları şimdiden, sürekli şekilde ürkütmesi ve ekonominin büyümesini yavaşlatması tehlikesi ciddidir.

Yargıtay Başsavcısı’nın “laikliğe aykırı fiillerin odak noktası haline geldiği” suçlamasıyla AKP’nin kapatılması için Anayasa Mahkemesi’nde dava açması ise, mahkeme ne karar verirse versin, yargı ve demokrasi arasındaki etkileşim açısından büyük bir açmaza sürüklendiğimizi kanıtlıyor.

Başsavcı, AKP’nin kapatılması isteğiyle yetinmiyor, Cumhurbaşkanı ve Başbakan dahil AKP’nin 71 üyesine beş yıllık siyasi yasak getirilmesini talep ediyor. Cumhurbaşkanı’nın Anayasa gereğince ancak vatana ihanet suçundan azledilebileceği de anlaşılan bu arada gözden kaçmış.

* * *

Anayasa Mahkemesi, Yargıtay Başsavcısı’nın görüşlerini benimserse Başbakan ile birlikte çok sayıda AKP milletvekilinin milletvekilliği düşer. Türkiye kendisini büyük bir siyasi ve ekonomik istikrarsızlık ile belki de şiddet ortamı içinde bulur. Terörle mücadeleyi sürdürmek çok zorlaşır, Kürt meselesine çözüm bulmak imkánsız hale gelir.

Tabii Avrupa Birliği’nin adını bile unutmaktan başka çare kalmaz. Türkiye, bölgesinde ve dünyada demokrasiyle kendini yönetemeyen bir devlet imajı yaratır. Peki tekrar seçime gidilirse ve AKP başka isim altında yeniden çoğunluğu elde ederse ne olacak? Sil baştan mı?

O zaman seçimlere hiç gerek yok, partiler programlarını Yargıtay Başsavcısı’na sunsunlar, o da hangisinin iktidara layık olduğuna karar versin! Böylelikle, seçimlere, TBMM’ye ve Cumhurbaşkanı’na da ihtiyaç kalmaz!

AKP’nin kuşkusuz yanlış icraatı, saplantıları ciddi siyasi hataları ve üslup sorunu var. Fakat iktidardayken hatanın cezası, demokrasilerde seçimi kaybetmektir. Son gelişmeler, yeni bir Anayasa ile yargının demokrasi içindeki işlevi yeniden tarif edilmeden Türk demokrasisinin çok kırılgan olmaya devam edeceğini göstermiştir.

Hürriyet, 18.3.2008

İlter Türkmen

19.03.2008


 

Bu dâvâ AKP’nin 301’i

Savcının iddianamesine bir bakın Allah aşkına: ‘Delil’lerin yüzde 90’ı demeç, söylev vs.

Peki bizim memleketimizde söz söyleme özgürlüğü yok mu? Bizi irkiltecek bile olsalar düşüncelerin şiddet çağrısına dönüşmedikçe, ırkçılık, ayrımcılık yapılmadıkça ifade edilmeleri gerektiğini söylemiyor muyuz?

Konuşanlar ‘şeriat çağrısı’ yapmış dahi olsalar, onların düşüncelerini ifade özgürlükleri olmamalı mı?

Biz gazeteciler için, yazarlar için, Türkiye’nin düşünen insanları için istediğimiz özgürlüğü politikacılara vermemeli miyiz?

Herhangi biri söylediğinde kovuşturma konusu olmayan şeylerin bir siyasetçinin ağzından çıktı diye kapatma davası iddianamesine delil olması kabul edilebilir mi?

Hadi en irkilticisini söyleyeyim: Bir milletvekilinin, ‘Türban kamuda da serbest olmalı’ demesi veya bir başkasının ‘Neden türbanlı milletvekili olmasın’ demesi suç mudur? Bu alanı tartışmak siyasetçilere yasak mıdır?

* * *

Bu dava, AKP’nin 301’idir. Hiç böyle olmasını istemezdim ama AKP’liler şimdi 301’den yargılanmanın, üstelik mahkûm olmanın Hrant Dink’in ruhunda nasıl bir yara açtığını belki de bu yolla öğrenecekler. Çünkü şimdi onlar da düşüncelerini açıkladıkları için yargılanıyorlar.

Belki biz de bu dava sayesinde fikirlere karşı fikirle mücadele etmenin olabilecek en doğru yol olduğunu öğreneceğiz.

Epey pahalı bir yolla alacağız bu dersi ama bu çeşit bir bilgiyi öğrenmenin bir bedeli de olamaz zaten.

Bu süreçten en çok ders alması gerekenlerin AKP’liler, özellikle de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan olmasını istiyorum. Çünkü bir kez ‘damdan düştü’ ama anlaşılan yeterince ders almadı, şimdi bir kez daha damın eşiğinde maalesef.

Tabii pek ümidim yok ama Türkiye’nin laiklerinin de bu dersi almasını diliyorum. Biliyorum, pek çoğunun içi kanadı cuma akşamı dava haberini aldıklarında, işte onlar, o içi kanayanlar şu anda tek umudumuz.

İsterdim ki siyasette sular hep mecrasında aksın, fikir mücadeleleri ‘normal’ şartlarda yapılsın, seçmeni fikriyle ikna edenler de ülkeyi yönetsinler. Ama maalesef siyaset ırmağı ülkemizde bir kez daha mecrasından çıkarıldı, zorla bir başka tarlayı sulamaya yönlendirildi, benim önümden sandık bir anlamda kaçırıldı.

Eğer demokrasiden, sandıktan vazgeçiyorsak, vazgeçilmesi öneriliyorsa, diyecek bir şeyim yok. Ama önümüze sandık gelmeye devam edecekse, bu davayı açanların ve açanları arka taraftan destekleyenlerin daha akıllı olmasını, daha iyi düşünerek girişimlerde bulunmasını arzu ederdim.

Bu yapılanın kimseye bir faydası yok çünkü.

Radikal, 18.3.2008

İsmet Berkan

19.03.2008


 

Yeni bir 28 Şubat süreci yaşıyoruz

Önümde, Cumhuriyet döneminde kapatılan partilerin listesi var. Bir bölümü, soğuk savaş döneminde umacı sayılan sol partiler. Bugün o fikirler çoktan demode bile oldu. Diğer bir gurup Güneydoğu’nun kalkınamamışlığından şikayet ettikleri için, Kürtçü damgası yiyip, ülkeyi bölme tehlikesinden kurtarmak amacıyla kapatılmış. Milli görüş sahibi oldukları için kapılarına kilit vurulanların sayısı da 4.

Türkiye’yi kapatılmış partiler mezarlığına çevirmişiz. Ancak temsil ettikleri fikirler aynen kalmış. Ne sol akımlar yok olmuş, ne Kürtlerin haklarını aramaları, ne de İslamcı yaklaşımlar.Hatta tam aksine, isim değiştirmişler ve her defasında giderek güç kazanmışlar.

İlk kapatılan Milli Görüş partisi 1971’de Milli Nizam idi. Bağımsız milletvekili Necmettin Erbakan ve arkadaşları kurdu. Seçime katılmadan kapatıldı.

Ardından 1980’de Milli Selamet kapatıldı oy oranı yüzde 8.5 idi. 1998’de Refah kapatıldığnda oy oranı yüzde 21.3 ve 2001’de Fazilet kapatıldığında yüzde 15.4 oy oranına sahipti. Bugün aynı kökten kaynaklanan AKP’nin oy oranı yüzde 47.

Kürtçülük suçlamasıyla kapatılan ilk parti, 1968’de Kürt sorununa parmak basan İşçi-Çiftçi Partisiydi ve oyu birkaç yüz binden fazla değildi. Bugün DTP Türkiye genelinde iki milyonu aşan seçmenden oy alıyor.

Bugünkü manzara daha ciddi.

Ak Parti ve DTP, kapanma talebiyle Anayasa mahkemesindeler.

Kendi seçtiğimiz, oylarımızla Meclis’e soktuğumuz bu partileri şimdi mahkemeye şikayet ediyoruz. Bir başka deyişle, Türkiye’nin kaderini, yönetimini 11 yargıcın yorumuna ve kararına bırakıyoruz.

Peki, bu işin sonu ne olacak ?

AKP ve DTP kapatılırsa, bu insanlar “Ne yapalım, hukuk ve yargının karşısında boynumuz kıldan incedir” dedikten sonra, köşelerine mi çekilecekler sanıyoruz?

Hayır tam aksine, sokağa ineceklerdir.

Haklarını aramaya çıkacaklardır.

İşte Türkiye o zaman gerçek bir kaosu, gerçek bir istikrarsızlığı görecektir.

Kapatılan parti mensupları orada da kalmayacaklar ve başka isimlerle yeni partiler kuracaklar ve yeniden seçime gideceklerdir. Muhtemelen de, dün yüzde 47 oy alan AKP bu defa daha yüksek bir oranla seçim kazanacaktır.

DTP, Güneydoğu’da kaybettiği oyları geri kazanacağı gibi, PKK’nın kaybolan prestijini elde etmesine yardımcı olacaktır. Dünkü teröristler, yarın Demokrasi havarisi giysileriyle karşımıza çıkacaklardır.

Sonra ne yapacağız ?

Parti kapatmakla başa çıkamayınca, Askeri darbeye mi kışkırtacağız ?

Korkuyorum.

Gidiş bu yöndedir.

Şu anda 28 Şubat müdahalesinin bir başka şeklini yaşıyoruz. Soli Özel buna “Yargının 28 Şubatı” diyor. Kimin 28 Şubatı olursa olsun. Ülkedeki laik güçler çok kararlı görünüyorlar. Aksi halde böylesine bir girişim yaşanmazdı. Eğer bu tempoda gidilirse, ilerde askeri kışkırtıp, işi zorla darbe çılgınlığına kadar götürebilirler.

Olmuyor.

Yasaları zorlayarak, abartılı yorumlar yaparak, bel altı vurarak, demokrasi kurallarını eğip bükerek bir yere varamıyoruz.

Bunu bir görsek, zorlamaların aksine, siyasette bir ince ayara gitsek. Örneğin doğru dürüst birleşmelerle bir Merkez parti oluşturulsa, Sosyal Demokratlar kendilerine çeki düzen verseler ve AKP’nin karşısına çıksalar. Bizim haklarımızı savunsalar. Yargıçların veya Askerin kapısını çalmak yerine, bu oyunu Demokrasi kurallarına göre oynasak.

Göreceksiniz, eninde sonunda bunu kabul etmek zorunda kalacağız. Başka bir çıkış yolumuzun olmadığını göreceğiz. Mahkemelerle ve Darbelerle değil, sorunlarımızı Demokrasiyle çözmeyi öğreneceğiz...

Ancaaak bir dakika...

Her şey bu kadar da basit değil.

AKP’nin bütün bu gelinilen noktada hiç mi kusuru yok ?

Olmaz olur mu...Son derece iyi işler yapması yanı sıra, bu parti eline geçirdiği bir fırsatı hoyratça kullandı. Abartılıdır veya değildir, toplumun bir kesiminin korkularını görmezden geldi. Yüzde 47 ile her şeyi istediği gibi, istediği hızda ve tonda yapabileceğini sandı.

Yani otobüsün duvara çarpmasında etkili oldu. Tabii bir yanlış bir doğruyu yok etmez ancak, unutmayalım ki hepimiz aynı gemideyiz ve kimse boğulmak istemiyor.

Posta, 18.3.2008

Mehmet Ali Birand

19.03.2008


 

5 yıl önce özgürlük!

Beş yıl önce bugün Başkan Bush, bir gün sonra Irak’a başlatacağı savaşın ilk konuşmasını ezberlemeye hazırlanıyordu. Ezberlemeye diyorum çünkü Bush bu konuşmayı önüne konulan bir kağıttan okuyacaktı.

Ama onu da becerememişti!

Tıpkı savaşı beceremediği gibi.

Peki Başkan Bush ne demişti?

“Irak ve Ortadoğu’ya demokrasi, özgürlük ve esenlik getireceğiz”.

Anlaşılan Başkan Bush’un demokrasi ve özgürlük anlayışı bizim anladığımız türden değil.

Belki de biz yanlış anlamışız Sayın Başkan’ı.

Bush’un demokrasi ve özgürlükten anladığı şey, ölümlerden ölüm beğenme özgürlüğüdür. Çünkü 5 yıl içinde Irak’ta çeşitli nedenlerden ölenlerin sayısı bir milyonu çoktan geçti bile. Ama bunların çoğu Amerikan saldırılarında ve ABD’nin yol açıp kışkırttığı Şii-Sünni çatışmalarında öldü. Yoksulluk, hastalık, açlık, kimyasal ve radyoaktif kirlenme ile Ebu Garib ve benzeri hapishanelerinde işkencelerden dolayı ölenlerin sayısını ise hiç kimse bilmiyor ve umursamıyor bile. Dikkat ederseniz Irak ile ilgili haberler artık medyada çok fazla yer almıyor.

ABD medyası da 4 bin ölü ve 20 bin civarında yaralıya rağmen Irak savaşı ile artık ilgilenmiyor. Irak’a getirileceği söylenen demokrasi, özgürlük ve insan hakları ise hiç kimsenin umrunda değil.

Irak halkının yaşadığı dram hiç kimsenin hayal edemeyeceği kadar acı ve insanlık dışı. Savaş ve işgal bitse, iç düşmanlıklar son bulsa bile Irak’ta insanların tekrar normal bir yaşama alışabilmeleri için en az 30 yıl gerekecek.

Bu süre içinde de ABD’nin Irak’tan çekileceğini düşünenler pek yakında nasıl yanıldıklarını görecekler.

Çünkü ABD, 2. Dünya Savaşı sonrasında Almanya ve Japonya’da olduğu gibi Irak’ta da uzun vadeli askeri üsler inşa etmeye hazırlanıyor. Basra Körfezi’ndeki tüm Arap ülkelerinde, Mısır’da, Türkiye’de, Pakistan’da ve bölgenin birçok ülkesinde askeri üs ve kolaylıklardan yararlanan ABD, Irak’taki yeni üsleri ile coğrafyamıza yönelik çok tehlikeli oyunlar hazırlamaktadır.

Afganistan’da durum ise pek farklı değil.

Kaide ve Taliban’ı ortadan kaldırmak ve 11 Eylül’ün intikamını almak için bu ülkeyi işgal eden ABD ve müttefikleri işgalden 7 yıl sonra ve işbirlikçilerinin yardımına rağmen hâlâ duruma hakim değiller.

Tıpkı Irak’ta olduğu gibi.

Şiilerin büyük bölümü ile Kürtlerin yoğun desteğine ve milyonlarca dolarla satın aldığı Sünni aşiretlere rağmen ABD, 150 bin askeri ile Sünni direnişçilerle baş edemiyor.

Edebileceğine kendisi bile inanmıyor.

Durum bu denli karmaşık ve zor olmasına karşın ABD; İran ve Suriye’ye sataşmaktan geri kalmıyor.

Ona bu geleneksel çabasında İsrail yardım ediyor. Bir haftalığına Türkiye’nin Kuzey Irak operasyonlarına yeşil ışık yakan ABD yakında Başkan Yardımcısı Dick Cheney’yi Ankara’ya yollayarak yeni pazarlıklar amaçlıyor. 1 Mart Tezkeresi’nin rededilmesinden sonra bölgede yıldızı hızla parlayan Türkiye’nin, Irak sorunu ile ilgili iki komşusu Suriye ve İran ile dost olması

ABD ve İsrail’i rahatsız ediyor.

Lübnan eski Başbakan’ı Hariri’nin öldürülmesini bahane ederek Suriye’yi sıkıştırarak İsrail’i hem Lübnan hem de Suriye’ye saldırtmayı bir hobi haline getiren ABD, aynı zamanda nükleer dosya gerekçesiyle İran’la gel-gitli bir gerginliği sürdürmekte ve İsrail’in bu ülkeye yönelik saldırgan planlarını kollamaktadır. ABD böylesi kanlı ve pis oyunlarında Türkiye’yi hem kendi hem de İsrail yanında görmek istiyor ve bunu sağlamak için de tüm yollara başvuruyor ve vuracak. Bu nedenle 5 Kasım öncesinde PKK’ya destek verdiği Başbakan ve Genelkurmay Başkanı tarafından söylenen ABD, bu tarihten sonra ani bir kararla Türk ordusunun Kuzey Irak’taki PKK kamplarına yönelik sınır ötesi harekatına izin vermişti.

Anayasa Mahkemesi’nde AK Parti’ye karşı açılan dava ve birçoğunun beklediği dış ve iç kaynaklı ekonomik kriz ise ABD’nin Ankara ile pazarlık gücünü artıracaktır.

Anlaşılan hep birlikte çok ilginç gelişmelere hazırlıklı olmalıyız .

Çünkü ABD böylesi puslu havaları çok sever ve bu havalardan maksimum yararlanmayı çok iyi bilir .

Dikkatli ve uyanık olmak gerekir .

Akşam, 18.3.2008

Hüsnü Mahallî

19.03.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri