Hilmi Yavuz’un Sultan Murad’ı sorar: “bedreddin yaşıyor mu hâlâ?” Beyazıd Paşa yanıtlar: “gün akşamlıdır devletlim/elbet biz de ölürüz”.
Günümüzün “devletli” dışlayıcılarının, Ayhan Aktar’ın “pusu kültürü”nde yaşayanların zaman ufku ne ola? Ya da, bu kadar bilimsellik lâfı edilirken, sonsuz değişim nosyonları? Okumuşlar mıdır Nâzım Hikmet’i:
Ve büyük lâciverdi bahçede
başsız ve sonsuz
ve durup dinlenmeden
devranı rakkaselerin...
Amerika’da da ırk ayırımını ezelî ve ebedî sananlar vardı. Ne ki, tek tek cesur çıkış, meydan okuyuşlarla başlayan Civil Rights (Yurttaşlık Hakları) hareketi, 1955-68 arasında rüzgâr gibi esti ve toplumu kökten değiştirdi. Önemli bir dönüm noktası, Rosa Parks’ın eylemiydi. Alabama, Arkansas, Mississippi -bu eyaletler “Derin Güney”in kalbiydi. Alabama’nın Montgomery kentinde, otobüslerin ilk dört sırası beyazlara mahsustu. Müşterinin yüzde 75’ten fazlası ise siyahtı ve (Ray filmindeki gibi) Colored tabelasının ötesinde oturması gerekiyordu. Bu tabela otobüsün doluluk oranına göre öne ve arkaya da kaydırılırdı. Çok beyaz binerse ilk dört sıradan geriye taşabiliyorlardı. O zaman ortalarda oturan siyahlar yerlerini beyazlara verir, icabında ayakta kalır, hattâ otobüsten indirilirdi. Kazara önden binen herhangi bir siyahın (ilk dört sıradaki beyazlar için “görüntü kirliliği” yaratmamak ya da aralarından geçip onları “rahatsız” etmemek uğruna) parasını ödedikten sonra inip arka kapıdan binmesi istenirdi. Bu arada yüreği nasırlı beyaz şoförün kasten çekip gittiği, çok sayıda siyah yolcuyu kaldırımda bıraktığı da oluyordu.
(Not 1: “Beyaz Türk” orta sınıfların, Atatürkçülük adına destekledikleri askerî-bürokratik kompleksin, onun bir parçası olarak bazı rektör ve YÖK üyeleri ile ÜAK’ın bir kısmının, yüksek öğrenimde kılık kıyafet özgürlüğüne karşı çıkışında, kendi estetik ölçülerine uymayan türban ve benzeri giysileri “görüntü kirliliği” gibi görmelerinin payı yok mu?)
Montgomery’nin yerlisi, 1913 doğumlu Rosa Parks’ın, her türlüsü gelmişti başına. 1943’te bir gün, bindiği otobüsün sürücüsü James Blake inip arka kapıdan tekrar binmesini istemiş; bu arada Rosa düşürdüğü çantasını eğilip almak isterken kazara bir “beyaz yeri”ne oturduğundan şoför büsbütün sinirlenmiş; gaza basıp fırlamış ve Rosa’yı yağmur altında sekiz kilometre yürümek zorunda bırakmıştı.
Rosa Parks’ın 1 Aralık 1955 günü bindiği otobüsün de şoförü, tesadüf, aynı James Blake’ti. Rosa fark etmemişti gerçi; otobüsün ortalarında, Colored tabelasının hemen ardındaki ilk sıraya oturmuştu. Ne ki, daha üçüncü durakta bütün “beyaz yerleri” dolmuş ve birkaç beyaz ayakta kalmıştı. James Blake geldi ve ortalardaki dört siyaha “Haydi, yaylanın bakalım” dedi (Y’allbetter make it light on yourselves). Diğer üçü kalktı; Rosa Parks kalkmadı. Sonraki mülakatlarından birinde Rosa, uyanlara rağmen bir kere daha sinip geri çekilmemesini “Artık bir insan ve bir Montgomery, Alabama vatandaşı olarak haklarımın neler olduğunu bilmek zorundaydım” diye açıklayacaktı.
(Not 2: Bizim “zencilerimizin -Kürtlerin, “azınlık” denenlerin, tehcir ve katliam kurbanlarının, eski komünistlerin ve yeni radikal-sol aydınların, insan hakları mağdurlarının, bütün kadınların ve diledikleri gibi giyinip okuyabilmek isteyen Müslüman genç kadınların- “artık bir insan ve T.C. vatandaşı olarak haklarımızın ne olduğunu bilmek zorundayız” dediği noktaya mı geldik acaba?)
Bunun üzerine James Blake polis çağırdı ve Rosa’nın tutuklanmasını istedi. Tutuklattı da. Sonrası... Başta Ralph Abernathy ve Martin Luther King Jr. olmak üzere bütün önemli siyah önderler ve Yurttaşlık Hakları örgütleri Montgomery’ye toplandı. Büyük bir otobüs boykotu örgütlendi. Katılım ve kamuoyu desteği çığ gibi büyüdü. Arabalar yolcusuz kaldı. Önce bir yerel yargıç, sonra Yüksek Mahkeme, toplu taşım araçlarında ırk ayırımının kaldırılmasını onayladı.
(Not 3: James Blake 2002’de, Rosa Parks 2005’te öldü. İnternette dolaşın; haklarında yazılanlara, ansiklopedi maddelerine bir bakın. İnsanlık James Blake gibi bir ırkçı-dışlayıcıyı nasıl, Rosa Parks’ı nasıl hatırlıyor?)
Taraf, 13.3.2008
|