Danıştay Başsavcısı 8 Mart Kadınlar Günü’nde fevkaláde anlamlı ve hakikaten tarihî bir konuşma yaptı. Öyle, çünkü, tek parti dönemi özlemini ve demokrasi karşıtlığını bu kadar içtenlikle ve inançla dile getiren bir konuşma pek az bulunur.
Ama bu konuşma, argumentum a contrario yoluyla, Türkiye’de demokrasinin gelişmesine yapacağı katkı nedeniyle ülkemize büyük bir hizmettir de. Onun için, bence, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin başkanlık kürsüsünün arkasındaki ‘Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’ vecizesini indirip onun yerine, ibretlik olsun diye, sayın Başsavcı’nın bu konuşmasını çerçeveletip asmak gerekir.
Malum, Danıştay Başsavcısı söz konusu konuşmasında 1960 darbesini -kınamak şöyle dursun- can u gönülden savunuyor ve bu arada Menderes ve arkadaşlarının idam edilmeyi hak ettiklerini anlatıyor. Başsavcı’ya göre, 27 Mayıs aslında darbe değil ‘meşru’ bir devrimmiş. Çünkü ‘ordu’yu ‘bir şeyler yapma’ya toplum davet etmişmiş ve darbenin ardından ‘toplumsal dönüşüm’ olmuşmuş. Ayrıca, halk idamları büyük bir coşkuyla karşılamışmış. Nihayet, idamların ardından ‘çok güzel bir cumhuriyet dönemi’ gelmişmiş.
Bu konuşma sadece bol miktarda bilgi ve değerlendirme yanlışları içermiyor; aynı zamanda konuşmacının hakkaniyet duygusundan ne derece uzaklaştığını da gözler önüne seriyor. Ben bu yazıda konunun bu yönleri üstünde durmayacağım. Ama bilgi meselesinde -aynı konuşmada halkın bilgisizliğinden de yakınan- sayın Başsavcı’ya, üzerinde konuştuğu döneme ait bilgilerini ciddî kaynaklarla test etmesini salık veririm.
Asıl üzerinde durulması gereken Başsavcısı’nın zihniyet dünyasının şifreleri. Bu konuşma zaten kendisinin nasıl bir Cumhuriyet tasavvur ettiğini sembolize eden çok anlamlı ifadeler içeriyor: ‘tek kurtarıcı ordu’, ‘devrimleri yaşatacak düzgün kadrolar’, ‘çok güzel bir cumhuriyet dönemi’, ‘orduya toplum görev verdi’ gibi. Şunlar da fena değil: ‘Cumhuriyete ihanet’, ‘paçavralar içinde oturan Said Nursi’.
En çarpıcı olanı da Menderes ve arkadaşlarının idamını toplumun coşkuyla karşıladığı ifadesi. Eminim pek çok kişi sayın Başsavcı’nın hangi ‘toplum’dan bahsettiğini merak ediyordur. Öyle sanıyorum ki bu toplum, orduyu ‘tek kurtarıcı’, çok-partili demokrasiyi ise ‘Cumhuriyete ihanet’ olarak gören, halkın bir türlü iktidara getirmediği ‘devrimleri yaşatacak düzgün kadrolar’dan oluşan ve Menderes ve arkadaşlarının katlinin ‘çok güzel bir cumhuriyet dönemi’ni başlattığını düşünen cemaattir.
Kısaca, militarist bir cumhuriyet özleminin tipik bir örneğini oluşturan bu konuşma, resmî-ideolojik söylemde ikide bir ‘karşı devrim’ diye şikáyet edilen şeyin aslında özgürlük ve demokrasiden başka bir şey olmadığını çok iyi anlatmaktadır.
Başsavcı’nın bu darbe övgüsünün onun ‘hukukçu’ kimliğine yakışmadığı söyleniyor. Doğrudur, ama daha da vahimi var: Başsavcı konuşmasına, bazı öğrencilerin bir başbakanın idam edilmesini vahşice bulmalarını yadırgadığını belli ederek başlıyor ve muhataplarına onların aslında neden idam edilmeleri gerektiğini anlatmaya çalışıyor.
Yani, siyasî gerekçelerle adam öldürmenin vahşet olarak görülmesini yadırgayan ve bunu gayet soğukkanlı bir biçimde meşrulaştırma gayreti içinde olan bir kişi ile karşı karşıyayız...
Başka bir şey söylemeye hacet var mı?...
Star, 13.3.2008
|