Şimdi herkes Tansel Çölaşan’ı tartışıyor ya, Danıştay başsavcısı, çağdaş kadın, Emin Çölaşan’la evli... O da çağdaş bir adam, “gugıl mugıl” tanımıyor...
Bayan Çölaşan, Menderes, Polatkan ve Zorlu’nun idamlarının toplumda coşkuyla karşılanmış olduğunu söyledi, kıyamet koptu ya...
(Ben hatırlarım, derin bir sessizlikle karşılanmıştı, üstelik haber gazetelerin en dibinde tek sütuna, minicik verilmiş, ortalık dalgalandırılmamıştı... Menderes’ten nefret edenler bile sessizce üzülmüşlerdi... İşin buraya varmasını istememişlerdi...)
Ben çocuktum, belki Ankara’da, memur mahallesi Bahçelievler’de coşku yaratmıştır, onu bilemem.
Neyse, ben size daha bir “ibretlik vaka” anlatacaktım.
Bir başka çağdaş cumhuriyet kadını... Emekli albay Şenay Güray...
Şenay Hanım, geçenlerde “idrak ettiğimiz” Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla İstanbul’da, Çağlayan’da düzenlenen mitinge katıldı. (Biz Kaç Kişiyiz Hareketi partisi... Partiyi küçük harfle yazdım.)
Kürsünün arkasında birtakım kalpaklı adamlar, bunlar gazi olsalar gerek ama yaşları tutmuyor... En yaşlısı benden azıcık büyük... “Temsili gazi” herhalde.
Bu tür mitinglerin vazgeçilmez, değiştirilmez ve değiştirilmesi teklif edilemez başoyuncusu Tuncay Özkan’dan önce sahne alan, pardon, kürsü alan Şenay Hanım, bu gibi konuşmalarda gelenek olduğu üzere, Atatürk’e seslendi. Dedi ki:
“Sen ki Atam... Can çekişen bir hastaya şifa vermek üzere Allah tarafından görevlendirilmiş bir elçi, bir adı konmamış peygambersin... Sen, sarı saçlım, mavi gözlüm, neredesin?”
Sarı saç mavi göz edebiyatı zerre karar ilerleme kaydedememiş.
Belki de Deniz Baykal gibi adamlar kumral saçlı, kahverengi gözlü oldukları için seçim kazanamıyorlardır.
Rahmetli Ecevit de kara kuru, kavruk bir adam olduğu için 1977 seçimlerinde 213 milletvekilinde kalmıştı...
Fakat Cem Uzan’ın yüzde üçte kalmasına ne demeli o zaman?
Sakarya’da mı bir yerlerde, bir pankart hatırlarım bir Genç Parti mitinginden (bu sefer büyük harfle yazdım): “Senin de saçların sarı, senin de gözlerin mavi... Yoksa sen ikinci Atatürk müsün?”
Stockholm’e belediye reisi mi seçiyoruz kardeşim?
Fakat, sarı saç mavi göz edebiyatı bütün hızıyla sürse de, artık “sen kalk da ben yatam” numarası bayatlamış, yapmıyorlar.
Herkes kalkmasını istiyor ama, kimsenin yatmaya niyeti yok.
Onun yerine, “uzun uzun kavaklar, dökülüyor yapraklar, ben Atam’a doymadım, doysun kara topraklar” yaklaşımı öne çıkıyor.
Ya da, işini yapmayan doktora kızacaksınız: “Doktor doktor kalksana, ışıkları yaksana, Atam elden gidiyor, çaresine baksana!”
(Doktor kim, Profesör “Fisanje” mi? Hani şunun aslının nasıl yazıldığını bana öğretecektiniz yahu? Özdemir Bey, sen Fransızca bilirsin, alo?)
Neyse, bu arada hiç olmazsa Atatürk’ün “adı konmamış bir peygamber” olduğunu böylece öğrenmiş olduk.
O zaman bana “Anıtkabir’i peygamber türbesine, Nutuk’u kutsal kitaba çevirdiniz” dediğim zaman kızmasınlar. Ben Şenay Hanım’ın yalancısıyım.
Aaah ah, sevgili bürokrasi... Telefonlarımı dinleyeceğine lafımı dinleseydin bu kadar gülünç duruma düşmezdin!
Sabah, 12.3.2008
|