Öğrenme, insanın dünyaya gelişinden başlayıp ömür boyu devam eden kesintisiz bir süreçtir. Zira “İnsanın vazife-i fıtriyesi taallümle tekemmüldür, dua ile ubudiyettir. Demek, insan bu âleme ilim ve duâ vasıtasıyla tekemmül etmek için gelmiştir” (Sözler, 23. Söz) cümlesi ile veciz ifade edilmektedir.
Talebe; talep eden, isteyen demektir. Öğrenme olayının da şartı istemektir. Öğrenme durumunda olan kişi istemedikçe, öğrenme olayı gerçekleşmez.
Öğrenme işinin öncelikli şartı ihtiyaç hissetmektir. Eğer öğrenme konumunda olan birisi ihtiyaç hissetmiyorsa, öğrenmesi mümkün değildir. Bilinen bir ata sözü; “Taam aç olana verilir.” Yani yemek aç olan kişiye verilir. Kişi açlık hissetmiyorsa zorla yediremediğiniz gibi, öğrenmek istemeyene de öğretemezsiniz.
“Öğrenmeyi öğrenme” konulu bir kitabı olan, Dr. Ramazan Yıldırım, adı geçen kitabında şöyle iddialı bir cümle kullanıyor; “Öğretmek yoktur, öğrenmek vardır”.
Burada akla şöyle bir soru gelebilir; “Peki öğretmenin yeri nerede?” Evet, ”Öğretim sürecinde öğretmen olmazsa olmazlardandır.”
“Peki çelişki değil mi?” “Hayır değil efendim.”
Hem öğretmensiz olmaz, hem de öğrenmek isteyen talep etmedikçe öğrenme olmaz.
Öğretmene düşen rol, bilgiyi zorla öğrencilerin kafasına çakar gibi vermek değil, ihtiyaç hissettirecek araçlar, yöntemler bulmaktır.
Her öğretmenin öncelikli misyonu, rehberliktir ve öğrenme ihtiyacının farkına vardırmaktır.
Öğrenme isteğini şevkli, zevkli hâle getirmenin yolları vardır. Her alanda olduğu gibi, eğitim bilimleri, öğrenme teknikleri alanında da yeni gelişmeler olmaktadır.
Öğrenme ve öğretme olayı iletişim temeline dayanmaktadır.
İletişim ise, alıcı-verici arasındaki bilgi aktarımıdır. Anlamak, anlatmak ve anlaşılmaktır.
İletişim, bütün duyu ve duyguların karşılıklı aktif olduğu zaman başarılı olur.
Verici konumundaki öğretmen, mesajı olan bilgiyi o kadar güzel sembolize etmelidir ki, alıcı olan öğrencinin bütün duyularına ve duygularına hitap edebilmelidir.
Beş duyu (görme, işitme, dokunma, tatma, koklama) yanında, vicdan, şefkat, merhamet, acı, zevk, kalp, ruh gibi lâtifelerini de saracak enstrümanlar kullanılabilir.
Bunun için öğrenciler, hayatın önceliklerini, hayattan beklentilerini doğru tanımlayabilmelidir. Hedef, vizyon, gaye, dâvâ, sorumluluk bilinci verilmelidir. Öğrenme olayı sadece OKS veya ÖSS gibi, ardında neler getirip götüreceği dahi tanımlanmayan ve şimdiki anı yaşayan, hissiyatı galip bir çocuk için ne anlam taşıdığı meçhul bir gerekçe, motivasyon için yeterli değildir. Veya “babam öyle istiyo…..” gibi bir gerekçe de öğrenme zahmetine değmez diyebilir.
Şimdiki zamanı yaşayan, şu anın tadını çıkaramayan çocuklarımız öğrenmeden nefret eder duruma geliyorsa, yaklaşım stratejilerinde bir yanlış var demektir.
Öğrenmeyi zevkli hale getirebilmek, hayatı zevkli hale getirmek demektir. Meşrû, makul ve helâl dairede hayattan zevk alınacak o kadar şey var ki, bu da öğrenim süreçlerinde karar vericilerin işidir.
Çocuklar çocukluklarını yaşamadığından bahsedilir. Aslında günümüz insanı yaşamayı hep ertelemektedir. Hayat nedir? Yaşamak nedir? Hangi öğretmen doğru tanımlayabiliyor? Hangi ana-baba anlatabiliyor ki?
Ama bir gerçek var ki, insan, hayatın gereklerini mutlaka öğrenmek zorunda. Başlangıç noktası yaratılış gayesinin ne olduğunun cevabını bulmakla başlıyor.
Lâzım olanı, doğru olanı öğrenme için istemekle öğrenme teknikleri eşit ağırlığa sahiptir.
Sonuç olarak öğrenmek eşittir; yarısı istek yarısı destektir. İstek motivasyonu, destek öğrenme teknikleri anlamına gelmektedir.
|