|
|
ÂYET-İ KERİME MEÂLİ
Böylece Allah onların işledikleri kötülükleri örter ve yapmakta oldukları güzel işlerin mükâfâtını da en güzel şekilde verir.
Zümer Sûresi: 35
|
27.02.2008
|
|
HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ
Müşriklerin ölen çocukları Cennet ehlinin hizmetçileridir.
Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 635
|
27.02.2008
|
|
Küçük bir gaflette ölen lâtifeler
Ey insan! Fâtır-ı Hakîmin senin mahiyetine koyduğu en garip bir hâlet şudur ki:
Bazan dünyaya yerleşemiyorsun, zindanda boğazı sıkılmış adam gibi “of, of” deyip dünyadan daha geniş bir yer istediğin halde; bir zerrecik, bir iş, bir hatıra, bir dakika içine girip yerleşiyorsun. Koca dünyaya yerleşemeyen kalb ve fikrin o zerrecikte yerleşir. En şiddetli hissiyatınla o dakikacık, o hatıracıkta dolaşıyorsun.
Hem senin mahiyetine öyle mânevî cihazat ve lâtifeler vermiş ki, bazıları dünyayı yutsa tok olmaz; bazıları bir zerreyi kendinde yerleştiremiyor. Baş bir batman taşı kaldırdığı halde, göz bir saçı kaldıramadığı gibi; o lâtife, bir saç kadar bir sıkleti, yani, gaflet ve dalâletten gelen küçük bir hâlete dayanamıyor. Hattâ bazan söner ve ölür.
Madem öyledir, hazer et, dikkatle bas, batmaktan kork. Bir lokma, bir kelime, bir dane, bir lem’a, bir işarette, bir öpmekte batma. Dünyayı yutan büyük letâiflerini onda batırma. Çünkü çok küçük şeyler var, çok büyükleri bir cihette yutar. Nasıl küçük bir cam parçasında gök, yıldızlarıyla beraber içine girip gark oluyor. Hardal gibi küçük kuvve-i hafızanda, senin sahife-i a’mâlin ekseri ve sahaif-i ömrün ağlebi içine girdiği gibi, çok cüz’î küçük şeyler var, öyle büyük eşyayı bir cihette yutar, istiâb eder.
Mesnevî-i Nûriye, Zühre,
14. Nota, 3. Remiz, s. 148
Lügatçe:
Fâtır-ı Hakîm: Her şeyi bir maksada uygun ve hikmetle benzersiz bir şekilde yaratan Allah (c.c.).
hâlet: Hal, sûret, keyfiyet.
cihazat: Cihazlar.
lâtife: Duygu, his.
batman: Eski ağırlık ölçülerinden olup, iki okka ile sekiz okka arasında değişen ağırlık ölçüsü.
sıklet: 1- Ağırlık, yük. 2- mec. Sıkıntı.
gaflet: 1- Gâfillik, boş bulunma, ihtiyatsızlık, dikkatsizlik. 2- İhmal, endişesizlik. 3- Allah’dan uzaklaşıp nefsinin arzularına dalmak.
dalâlet: İman ve İslâmiyetten ayrılmak, azmak, doğru yoldan ayrılma.
hazer: Çekinme, sakınma.
lem’a: Parıltı.
letâif: Lâtifeler, duygular.
gark: 1- Batma, batırma. 2- Boğma, boğulma.
kuvve-i hafıza: Hafıza gücü, hıfzetme.
sahife-i a’mâl: Amellerin sayfası.
ekser: Çoğunluk.
|
27.02.2008
|
|
İçindeki engeli aşmış bir insanın hikâyesi
Ümit öyle güzel bir duygu ki, insanı sürekli canlı ve enerjik tutar. Hayata bağlar. İnsan, yaratılışı gereği durağan olamaz… “Meylülistikmal (tekâmül meyli) kâinatta fıtrat-ı beşeriyede fıtraten derc edilmiş…”1 Monotonluk, ümitsizlik insanın yaratılış özelliklerine muvafık değildir. Çünkü her iki durum da, insan hayatını bir yok oluşa sevk eder. Zamanını yok eder, ruhundaki güzel özellikleri, yüreğindeki umut ışığını, inancını yok eder…
İnsan zevâli sevmez. Çünkü içinde ebedî bir yaşama arzusu taşır. Bu arzu, ümit ve azim ile beslenir; iman ve duâ ile yeşerir ise neticesinde güzel işler elde eder insan. Yüreğindeki yaşama sevincinin üstünü yeis (ümitsizlik) ve tembellik ile kapatan bir insanın, hayatında düşüş yaşaması da muhtemeldir.
Her insanın yüreğinde bir ümit ışığı vardır. O ümit ışığıyla hayatta başarılı işler yapan öyle çok insan var ki... Hayat, insana Yaratıcısı tarafından verilmiş en güzel armağan... Fakat bu armağanın kıymetini bilmeyen, içindeki inancın verdiği ümit parıltılarını görmeyen; o ümit ışığını karanlığa atan öyle insan var ki... Ve o insanlar karanlıkta yolunu bulmaya çalışıyor. Işık olmadan karanlıkta yürünemez. Ümit nuru olmadan, karamsar düşünceler aşılamaz…
Bu kadar sözün üstüne, sizinle, içindeki engeli aşmayı başarmış bir insanın hayat hikâyesini paylaşmak istiyorum... İnancı ve azmi ile hayat basamaklarını adımlamış bir insan... Bir insanın yükseliş hikâyesi…
Berna Hanım, baharın son demlerini yaşadığı bir dönemde teşrif eder dünya hanına… Henüz bebektir… Her bebek bir umuttur. Geleceğe doğru açılmış bir umut kapısı gibidir. Bu masum bebek farkında değildir neler olduğunun... Çünkü doğumu sırasında beyninde bir hasar oluşur. Küçük kasılmalar ve bayılmalarla hastalığı ortaya çıkar… Henüz küçük yaşlarda epilepsi hastalığı teşhisi koyulur… Daha küçücükken; masal âlemlerinde mutlu oyunlar hayal ettiği yaşlarda, 7 yaşında iken hastalığı teşhis edilir. Ve hastane yolu görünür…
Doktor kontrolünde sürdürür hayatını. Eğitimini de aksatmak istemez. Önce ilköğretimden mezun olur. Fakat eğitime ara vermek zorunda kalır. Bu ara veriş onu yıldırmaz. Nihayetinde eğitimini tamamlar. Bir amacı vardır Berna Hanımın... O da anaokulu öğretmeni olmak… Hayata pozitif bakan Berna Hanım, umudunu hiç yitirmez. Öyle ki kendini geliştirme adına kurslara, terapilere katılır… Engelini kendine aşılmaz bir “engel” yapmak istemez.
Bir gün komşusunun kendisi hakkında ters zekâya sahip olduğunu söylemesi, onu iyice bağlar hayata. Komşusu, Berna Hanım’a olumlu yönde bir teşvik verdiğinin farkında değildir belki de… Komşusunun bu sözü onu iyice gayrete getirir. Hâlen bir eğitim kurumunda eğitimine devam ediyor. Özel eğitim alanında usta öğretici olmayı çok isteyen Berna Hanım; “Kimsenin benimle gurur duymasını beklemiyorum. Çünkü ben bir engelli olarak ne kadar zor şeyler başardığımı biliyor ve kendimle gurur duyuyorum” diyor ve ekliyor “Kendimi kapılar ardına kapatmadım, hayattan soyutlamadım, aksine daha çok içinde olmayı amaçladım, inancımı hiç kaybetmedim” diyor…
İçindeki inancın verdiği ümit parıltılarıyla hayatının güzelleşmesine vesile olan bir insan... Kalbi sevgi dolu bir insan… Yüreğindeki hayat sevgisini engelleyecek düşüncelere izin vermeyen bir insan modeli… Şimdi kalbine mukabil bir kalp ile mutlu bir yuva kurmaya hazırlanıyor… Berna Hanım’ı tebrik ederim. Allah mesut ve bahtiyar eylesin…
“Yeis, mani-i her kemaldir.”2 Ümitsizlik her kemal ve ilerlemenin engelidir. Ümitsiz ve inançsız bir insan, çıkamaz başarı basamaklarını. Kendini geliştiremez. Ruhu aydınlıklı, ışıklı olan bir insanın bedenindeki engel, onun ilerlemesine engel değildir; yeter ki ruhunda bir engel olmasın. Engelli ya da engelsiz... Yapmamız gereken, içimizdeki olumsuz duyguları konuşturmamak. Kuvvetli bir iman ile muvaffakiyetimize izin vermeyen düşüncelerimizdeki olumsuz engelleri aşmak… Ve çıkmak hayatın basamaklarını yılmadan…
(Not: Bu hikâyeyi benimle paylaşan Akademi Dadı Eğitim Kurumu Müdürü Pervin Hanıma teşekkür ederim…)
|
Fatma Altuner
27.02.2008
|
|
Nefse dayalı aklî çıkarımlar
İmânî zaafiyetle birlikte, nefis ve hevese bağlı unsurlara karşı mukâvemet ve direnç kırılıyor. Dolayısıyla akıl, bu kırılmalarla birlikte hâkim olmaya başlayan nefsî ve dünyevî eğilimlere tabi oluyor. Bu sebeple de günlük yaşantımızı şekillendiren kriterlerimiz, vahiy süzgecinden geçirilmeyen arzî çıkarımlar, gerekçeler ve içtihadlar olabiliyor.
Meselâ, günümüzde başörtüsü noktasında bazı kırılmaların yaşandığı görülüyor. Başörtüsünün farziyeti noktasındaki değer ve hassasiyet, bazılarınca yerini “Başörtüsü olmadan da iyi Müslüman olunur” kanaatine bıraktı. Başı açık olup tesettürün farz olduğu bilinciyle gelen bir örtünme ideâli ve arzusu, şimdilerde törpülenmiş gibi görünüyor. Dolayısıyla “Başörtüsü bu zamanda şart değil” çıkarımıyla, akıl, konjonktürel gerekçelerle nefse tâbî kılınmış oluyor.
Ya da günümüzde kendince vakit darlığına sığınılarak “Çalışmak da ibadettir” denilebiliyor. Veya “Bu zamanda faizsiz iş yapmak mümkün mü?” diyerek en azından mümkün olduğunca sakınılması gereken bu durum adına sonuna kadar kapılar açılabiliyor. Yine bazı tüccarlar “Ticarette bu zamanda yalan söylemeden olmuyor” söylemiyle net olan esaslarda menfezler açabiliyor. Gençler ise “Dünyaya bir kez geliyoruz dolayısıyla gençliğimizi dünyevî zevk ve keyifler adına en zirve düzeyde yaşayalım. İnanç işlerine sonra bakar, ibadetlerimize başlarız” diyebiliyorlar.
Ve maalesef bu bağlamda günümüzde dinen câiz olmayan veya haram olan hususlar, kendilerine göre gerekçelerle inananların yaşantısında daha ziyade yer almaya başladığı ve bünyede gerekli tepki ve rahatsızlığı da uyandırmadığı görülüyor. Dolayısıyla ne yazık ki bir nevî günahlarla dost ve barışık yaşanıyor.
Bir mü’min için asıl olan, aklın vahiy üzere işlemesi ve bu minvâlde hikmeti anlamaya ve yaşamaya çalışmasıdır. Yoksa nefse tâbî olan akıl, daha ziyade kalbî hastalıklara sebebiyet veriyor. İmânî zaaftan gelen bir takım aklî izah ve çıkarımlara temâyül, kalbî marazı daha da şiddetlendirip itikadı sarsıyor ve ibadetlere karşı da gün geçtikçe soğukluğa sebebiyet veriyor.
Bu ve benzeri vartalardan kurtulma adına mümkün olduğunca imanı kuvvetlendirmeye vesile olacak eserleri okumalı ve devam etmeliyiz. “İnsan ne düşünüyorsa odur” kaidesince günlük okumalarımızla zihnimizi müsbet düşünce ve fikirlerle donatıp iman eksenli bakışa kuvvet kazandırabilirsek, gün içi hadiselerin üstünde yaşayabildiğimiz görülecektir. Aksi takdirde günlük yaşantıda temas ettiğimiz ve içinde olduğumuz olay ve unsurların hâkimiyetiyle yaşamak kaçınılmaz olacak ve bu eksende düşüncelerimiz arzîleşecektir.
Özellikle Risâle-i Nur’ların verdiği dersle yakînî imana sahip olan bir insan, vahyî ölçütün dışındaki aklî çıkarımlara tevessül etmez ve edemez. O’nun varlığından emin olup her yerde hâzır ve nâzır olduğunu bilen bir insan, nasıl rızası dışında temayül ya da çıkarımlara girebilir, aklını nefsine tâbî yapabilir.
|
İlker Kardaş
27.02.2008
|
|
|
|