Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 22 Şubat 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

AB’de duraklama mı, gerileme mi?

Avrupa Birliği’yle ilişkilerimiz ne durumda?.. Başbakan’a sorarsanız, iyi durumda... Avrupa gazetelerine bakarsanız, bunun tam tersine ‘yeni gelişmeler’ var.

‘Eski gelişmeler’ malûm:

Bir bölümü, Avrupa Birliği ülkelerinden bazısındaki iktidar değişikliğinin sonucuydu. AB-Türkiye arasında üyelik müzakerelerinin başlamasında lokomotif rolünü oynayan iki büyük ülkeden önce Almanya’da Başbakan değişmişti, sonra da Fransa’da Cumhurbaşkanı...

Almanya’da Sosyal Demokrat Başbakan Schröder gitmiş, yerine Hıristiyan Demokrat Angela Merkel gelmişti.

Merkel, gerçi Sosyal Demokratlarla koalisyon hükümeti kurmuştu. Dolayısıyla, onların başlattığı ‘Türkiye’nin üyeliğini destekleme politikası’ndan vazgeçemezdi. Ama partisinin, daha seçim kampanyası sırasında angaje olduğu ‘Türkiye, AB’ye tam üye olamaz. İmtiyazlı üye olsun’ tezini de unutamazdı.

Fransa’da Cumhurbaşkanı Chirac’ın yerine geçen Sarkozy ise, selefiyle aynı partiden olmasına rağmen, Türkiye konusunda onunla taban tabana zıt görüşlerin sahibiydi. Türkiye’ye, AB üyeliği yerine, Kuzey Afrika ülkeleriyle birlikte oluşmasını istediği bir ‘Akdeniz Topluluğu’ üyeliğini layık görüyordu.

Yani, Türkiye için manzara, AB’nin o iki büyük ülkesi açısından hiç de parlak değildi.

Bardağın dolu yanı...

Ama, tabii, Türkiye’nin o manzara karşısında da moralini bozmaması için nedenler vardı:

1) Avrupa Birliği’nin 27 üyesinden -İngiltere ve İspanya gibi önemli devletler de dahil- 20 kadarı Türkiye’nin üyeliğine olumlu bakmaya devam ediyordu.

2) Almanya ve Fransa dahil, yönetimlerinin Türkiye’nin üyeliğine artık sıcak bakmadığı devletlerin de, ‘devletin devamlılığı’ ilkesinden birdenbire kopuvermeleri kolay değildi. Bunu ancak, zaman içinde adım adım yapabilirlerdi. Onlar o adımları atarken de, Türkiye ile onu destekleyen devletler, o adımları durdurabilecek veya yavaşlatabilecek siyasi girişimler oluşturabilirlerdi.

3) Ayrıca, ‘konjonktür’ diye bir şey vardı: Dünyadaki dengeler gibi, ülkelerdeki eğilimler de, zaman içinde çeşitli koşulların etkisiyle değişebiliyordu. Anketler de aynı şeyi gösteriyordu: Avrupa ülkelerinin bazılarının halkları içinde, Türkiye’nin üyeliğine olumsuz bakanlar bugün çoğunlukta olsalar bile, olumlu bakanlar da azımsanmayacak bir oran oluşturuyordu. Kaldı ki, o oran da, zamanla yeniden yükselebilirdi.

4) Bu ‘değişken’liği, Türkiye de olumlu bir şekilde etkileyebilirdi. Gerek hükümetin, gerek -iktidarı ve muhalefetiyle birlikte- Meclis’in izleyeceği politikalarla, gerekse sivil toplum örgütlerinin çalışmalarıyla, çeşitli ülkelerde, ülkemize yönelik önyargılardan en azından bir kısmının ortadan kalkması mümkündü.

***

Yani, ‘Bardağın yarısı boş, yarısı dolu’ denilir ya... Bardağın, Almanya ve Fransa’daki değişiklikten sonra boşalan yanını görürken, dolu yanı ile, biraz daha doldurulabilecek yanını da görmek gerekir.

‘Eski gelişme’lerin Türkiye’yle ilgili bölümüne gelince... Bu konudaki manzaranın özeti şudur:

Türkiye’nin bardağın dolu tarafını daha da doldurmaya yönelik çalışmaları, yapılabilecek olanın çok gerisinde kalmıştır.

AB ile ilgili en göze çarpan çalışmalar arasında, başta TÜSİAD’ınkiler olmak üzere, az sayıdaki sivil toplum örgütünün yaptığı temaslar ve etkinlikler var. Ama işin asıl sahibi olan hükümette kayda değer bir hareket görülmüyor.

İş başına ilk geldiği 2002 yılını izleyen yıllarda Avrupa Birliği konusuna gündeminin ilk sırasında yer veren hükümet, 2004-2005 yıllarından sonra, o konuyu birinci derecedeki ilgi alanının dışına çıkarmış gibidir.

Bundan sonrası...

Evet, ‘eski gelişmeler’ böyleydi. Eğer AB-Türkiye ilişkilerinin 2002’den 2005’e kadar süren dönemine ‘Yükselme Dönemi’ denilirse, 2005’ten bugünlere kadar süren döneme ‘duraklama dönemi’ diyebiliriz. Gerçi bazı ‘gerileme’ler de olmuştur ama, müzakere sürecinin içinde olmaya (o süreç çok yavaşlasa bile) devam ediyoruz. Yani ‘duraklama’mız devam ediyor.

Ama bundan sonrası ne olacak?

Bu ‘duraklama dönemi’nin arkasından ne gelecek?.. Yeni bir yükselme dönemi mi?.. Yoksa bir ‘gerileme dönemi’ mi?..

(Veya sürüp gidecek mi bu ‘duraklama’ bu haliyle?.. Ki, Hırvatistan’la müzakereler bizden daha fazla başlık açılarak ilerlediğine göre, o ‘duraklama’ da bir ‘gerileme’ sayılır.)

Radikal, 21.2.2008

Altan Öymen

22.02.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler

Başlıklar

  Tek parti zihniyeti ile hesaplaşmalı

  AB’de duraklama mı, gerileme mi?

  Cargill hukuku


 Son Dakika Haberleri