Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 17 Şubat 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Düğüm kördüğüm olabilir

Bu yazıyı bitirdiğim saatlerde henüz anayasa değişikliğiyle ilgili köşkün kararı açıklanmamıştı.

Onaylanması kuvvetle muhtemel.

Yalnız bu arada ilgimi çeken bir gelişme oldu. Görüşlerine değer verdiğim kimi yazarlar bir çıkış yaptılar ve cumhurbaşkanından bu değişikliği veto etmesini istediler.

Normal şartlarda değerlendirildiğinde bu isteğe hak vermemek mümkün değil. Normal şart derken başta hukukun üstünlüğünü sonra da kanaat önderlerinin sağ duyu ile hareket ettikleri bir ortamı kastediyorum.

Ortamın böylesine gerildiği bir dönemde devletin tepesindeki yöneticilerin sükuneti sağlayacak adımlar atabilme erdemini göstermesi beklenir. Veto isteyen yazarlar da bu iyi niyetle veto talebinde bulunuyor. İyi insanlardan iyi niyet tezahürlerinden başkası beklenmez.

Normal şartlarda bana göre de veto edilmesi gerekir. Hem de üç sebeple.

Birincisi, bir hukuk devletinde böylesine komik bir yasak olmayacağı için bu tür bir değişiklikle uğraşmak abesle iştigaldir. Ne kadar eleştirirsek eleştirelim mevcut anayasada ve yasalarda başörtüsünü yasaklayan bir hüküm yoktur. Yasak tamamen fiili ve keyfi bir yasaktır. Başörtüsü yasağı uygulayanlar suç işlemektedirler. Olmayan bir yasak kaldırılmaya çalışıldığı için veto edilmelidir.

İkincisi, eğer ihtiyaç var da değiştirilmesi gerekiyorsa bu değişikliğin dar bir alanda kıyafet özgürlüğü getirirken daha geniş alanlarda anayasa kuvvetiyle yasakladığı için temel hak ve özgürlüklere, çağdaş dünya ve özellikle müzakere sürecinde bulunduğumuz AB kriterlerine ters düştüğü için veto edilmelidir.

Üçüncüsü de böylesi bir değişiklik haklı olarak gerekli olsa da ortam gerildiğinde sükuneti temin etmek için ileri bir zamanda görüşülmek üzere veto edilmelidir.

Bu üç sebebin üçü de normal şartlar için geçerli.

Ama Türkiye bir türlü normal şartlara kavuşmuyor ki.

Herkes kendine demokrat.

Hukukun üstünlüğü yani adalet, temel hak ve özgürlükler insan hakları gibi kavramların edebiyatı yapılıyor ama uygulama maalesef olması gereken düzeyde değil.

367 garabetini başka bir ülkede yaşamadık.

Görevini yapan savcıların mesleklerinden nasıl men edildiklerini başka bir ülkede görmedik.

21 yüzyılda üniversite önünde başörtüsü kontrolü yapan dünyanın tek ülkesi Türkiye’den başkası değil.

Kimi öğretim üyeleri ve kimi siyasetçilerin darbe çağrısında bulunduğu idam sehpalarını hatırlattığı ülke de Türkiye’den başkası değil.

Böylesi düzenlemelerin bence bekleme ile gerçekleşmesi imkan harici. Ne zaman yapılırsa yapılsın bu zümre aynı tepkiyi verecek ve aynı gerginliği yine yaşayacağız.

Dolayısıyla herkes iyi niyetli olsa bence de veto edilmelidir. Ama verilecek veto, yasağın onaylanmasına yorulacağı ve yasağı daha da derinleştireceği için onaylanması ve daracık bir alanda da olsa özgürlükten yana tavır konulması bana daha isabetli geliyor.

Ve bu kadarla yetinilmelidir. 17. madde düzenlemesi bu anormal şartlarda düğümü kördüğüm yapabilir.

Bundan sonrası YÖK’e bırakılmalıdır.

Yeni Şafak, 16.2.2008

Resul Tosun

17.02.2008


 

Asla ve kat’a!

Önce ilginç bir durum tespiti: -Baykal’ın düşünce çizgisi doğru, vardığı sonuç yanlış. Bahçeli’nin vardığı sonuç doğru düşünce çizgisi yanlış.

Tabii ki bunu açmalıyım: Baykal diyor ki: -Eğer bu bir dini vecibe ise, ki öyledir, İslam’da örtünme diye bir şey vardır, öyle ise, bunu üniversite ile sınırlayamazsınız. İslam’da büluğ yaşı 18 değil ki. O zaman lise öğrencisine yasak koymanın anlamı ne?

Ayrıca, kamu görevindeki bayan için de islami görev yok, diyemezsiniz. O da, “Ben de inançlarım gereği örtünmek istiyorum” dediğinde hayır cevabı vermek mantıklı olmaz. Bu, bütünüyle doğrudur. İslami bir görev söz konusu olduğunda bu, mükellefiyet yaşına ulaşmış ve aklı yerinde olan herkesi bağlar. Dolayısıyla bu görev üniversitede ifa edilebilir ama, başka yerlerde yasak demenin mantığı olmaz. Baykal’ın sapması bundan sonra başlıyor.

Baykal bundan sonra “Başörtüsü her yerde serbest olsun” demiyor. “Devlete türban giydiriyorsunuz” diyor. Burada bir demagoji var. Önce, mesela “Devlete başörtüsü giydiriyorsunuz” da demiyor. Çünkü bir kere “başörtüsü iyi türban kötü” denklemine oturttu kendisini. Ama sorsanız, “Başörtüsü serbest olsun mu?” diye, ona da hayır diyecektir. Baykal’ın asıl görüşü şu:

Kamu alanında din kaynaklı bir talepte bulunulamaz. Onun için üniversitede bile başörtüsüne karşıyız! Tabii, yaşamakta olan Cumhuriyet söz konusu olduğunda bu görüş doğru mu? Yani Cumhuriyet’in içinde İslam hiç yok mu? Baykal bunu da söyleyemez.

Ayrıca, “Demokrasi, insan hakları, hukuk devleti ve laik sistem, bir toplumun dini taleplerini tamamen göz ardı mı eder?” sorusunun cevabını da mutlak “hayır” olarak veremez. Ama, her şey bir mugalata - demagoji ortamında seyrettiği için, Baykal da yuvarlayıp gidiyor. Gelelim Bahçeli’ye. Bahçeli’nin ilan ettiği sonuç, “Üniversitede başörtüsü yasağı kalksın” şeklindedir. Bu sonuç doğru. Ama Bahçeli, üniversite dışında orta öğretim ve kamu görevi alanında yasağın sürmesinden yanadır.

Bahçeli ve MHP, bu görüşe varırken, Baykal’ın altını çizdiği “dini gereklilik” konusunu tamamen ihmal eder gözüküyor. Bu durumda, “Üniversitede başörtüsü özgürlüğünün gerekçesi neye dayanıyor?” sorusunun cevabı çok net değil. Ya da, üniversite dışında ve kamu görevindeki yasağın gerekçeleri, diğer alanlardaki yasakçıların gerekçelerinden farksız. Ya da Bahçeli, yasakçı çevrenin zorla getirildiği “kısmi özgürlük” sınırından bir adım ileriye gidemiyor.

Bu durumda; -Aslında, toplumun sosyo - kültürel alakaları, örtünme konusunda çok daha geniş özgürlükleri gerektiriyor. Laikliğin, dini inançlara karşı da daha pozitif yaklaşması lazım. İnanç özgürlüğü problemi, daha geniş bir özgürlük perspektifi ile çözülmeli, denebilir. -Aslında biz de daha geniş özgürlükten yanayız, bunu bu ülkenin kadın nüfusu hak ediyor, ama yasakçı direniş o kadar katı ki, gücümüz ancak buna yetiyor, denebilir.

Toplum bir başka mutabakat düzeyinde daha geniş özgürlükleri de gündeme getirebilir, denebilir. Bu dil, özgürlüklerin önünü açık bırakan ve daha farklı mutabakat zeminlerine kapı aralayan bir yaklaşımın dilidir. Ancak, yapılan bu değil. Yapılan, üniversite dışındaki tüm alanlarda özgürlük kapısını kapayıcı bir tavrın sergilenişi.

Sanki “üniversiteler için başörtüsü meşru, gerisi gayrı meşru” gibi bir yaklaşım. Bu çok yanlış. Şimdi, yasakçı kesim, MHP’nin bu tavrını, yazıya geçirtmek için olağanüstü çaba sarf ediyor. Bahçeli’nin bu noktadaki yaklaşımı çantada keklik gibi görüldüğü için, baskı daha çok Erdoğan ve Ak Parti’ye yönelik. Şu açık açık seslendiriliyor:

Yasak üniversitede kalksın ama, kamu görevinde ve üniversite dışındaki eğitim kurumlarında asla başörtüsü kullanılmaması için yasalara yazılı hüküm konsun! “Asla ve kat’a” demem şey bunun için. Şu anda bile, “üniversite ile sınırlı” bir özgürlük yürümüyor.

Böyle bir yasağın asla meşru yanı yoktur. Üniversite dışındaki yasak için getirilen gerekçelerin tümü sakattır. Böyle bir yasak, yazılı olarak gelecekse, bırakın üniversite için de yasak sürsün. Hiç olmazsa, millet, sistemdeki çarpıklığı, icra edilen zorbalığı ayan beyan görme imkanına kavuşur. Ne yani, birilerinin elindeki kırbacı almak bile onların lütuflarıyla mı olacak?

Bugün, 16.2.2008

Ahmet Taşgetiren

17.02.2008


 

Yargıçlar ve Hâkimler ve Savcılar ve hepsi

Uyarı: Türkçe Yaresi Klubü Başkanı, Tavşanmühendisi, Kendini Süper Zanneden (Esasında Yazmak İsteyen) Okur!

Biri diğerinin özz Türkçesidir, diye nefes nefese kalma!

Bu köşeyi işgal eden Kişi; bunlar çok mahirdirler, bunlara 1 kelime kifayet etmez, hem yargılarlar hem konuya hâkimdirler, hem eski hem yeni Türkçe yetmez, onlara bir isim daha taksak yeridir, onlar bizim Efendilerimiz’dir anlamında kondurdu başlığını.

Sayın Berkan(t) cuma günkü köşesini, “Bizde bu yargıçlar, savcılar olduğu sürece: Bize özgürsüzlüklerin yolları, size nice Anayasa oynamaları” şeklinde bitirmiş.

Bu Kesif Umutsuzluk, “Ne halt ederseniz edin;

Yargı Bu Yargı(!) olduğu sürece, anca yerimizde sayarız” tavrı/mesajı beni; bırakın hemşire/müteahhit/genetik mühendisi/kompozitörr/ lodoscu/köşe yazarı kimliklerimi-

Bırakın benim 1 Rönesans İnsanı olma halimi (Zülfü Livaneli’nin TEK rakibi), YALIN KAT BİR İNSAN (önce insan) olarak dahi rencide etti; İsyan Limanları’na sürükledi. (Ha, bir de yelkenci kimliğim var.)

Hep söylenegelmiştir: “Bu Yargı’yla Bu Peynir Gemisi (Hakiki Demokrasi kast ediliyor) Yürümez!” diye diye.

Peki kardeşim, n’apalım?

Bütün hâkimlerimizi, yargıçlarımızı, savcılarımızı (keşke ‘savcı’ için de 2 kelime kullanabilsek) Brüksel’e mi yollayalım?

‘Demokrasi ve Özgürlükler Eğitim Seminerleri’ne? Brüksel lahanası mı yedirelim 3 yıl 5 ay boyunca?

Sözel sınavın ağırlığıyla yazılı sınavın ağırlığını mı oynatalım ikide birde?

Böyle rijid rijid, kendini Kemalist Rejimin Yegâne Bekçisi zanneden/addeden, Genelkurmay’ın dahi fazla ciddi bulacağı adamlar/kadınlar ‘illa da hâkim/savcı olucam!’ diye tutturmasın-

Az biraz da: neşeli, hümanist, Kemalizm Dininin dışında özgürlükler ve demokratik hak ve talepler olabileceği realitesini bünyesi kabul eden metafor neye denir, yorum nasıl yapılır, eleştiri özgürlüğü nasıl doğal bir haktır, zart yazdın hakaret/zort yazdın ceza diye boyanmış gözlüklerle ancak nevi şahsına münhasır bir hukuk (esasında adaletsizlik) diktası kurulur, bu işin GERÇEĞİ BUDUR anlayışına haiz-

Yani: Avrupa Birliği Standartları’nda ‘gıcık’ kelimesini de, kullanmak istemiyorum.

Ama muasır medeniyet normları var! Hakiki demokrasilerin yorum özgürlüğü/farkı var. Bütün hukuki yorumlar; kişi özgürlüklerini, düşünce hürriyetini kırpmak/yolmak/budamak; nihayetinde kişiyi İÇERİ KAPAMAK üzere yapılmıyor. Medeniyette.

Tercih bu yönde değil. Asla ve katta!

Orda ‘yorumlar’ (zira yasaları, anayasaları, babayasaları bizzat insanlar yazdığına göre/gökten inmediğine göre bu kanunlar) her daim özgürlüklerden yana, ifadenin sınırlandırılmamasından yana yapılıyor.

Aynı metni sen okuyorsun, derhal bir potansiyel ceza/yaptırım/kısıtlama/engelleme/yasaklama arayarak- aranarak.

Sonra ben okuyorum: Çok normal buluyorum. İfade özgürlüğünün doğal bir parçası telakki ediyorum.

Yakın ve açık bir tehlike teşkil etmiyor sözlerin. Yazıların. Diye düşünüyorum. Yorumluyorum.

Yaz kardeşim. Söyle kardeşim.

At sisteminden! NE SAKINCASI VAR?

İşte böyle bakacağına; özgürlüklerden yana ancak taraf olacağına; kısıtlayıcı/haklayıcı/cezalandırıcı 1 bakış açısı!

Adaletin bu mu Türkiye?

Evet BU! Bu Savcılar, Hâkimler, Yargıçlarla- BU!

Bir yandan o kadar acayip ki, diyelim (GelenGideniAratmadı) Adalet Bakanımız “9-5 mesaisi olmaz, çalışsınlar bakalım!” felan deme nadanlığını/kabalığını/haktanımazlığını gösterince Yargıtay Üyelerimiz’e filan-

Hem içim sizliyor, hem bozulup sinirleniyorum.

Yeterli maaşlar almıyorlar. İyi koşullarda çalışmıyorlar. Sürekli denetleniyorlar. Tayin korkusu. Rütbe korkusu. Korkulardan korku beğen! modeli bir memuriyetin içinde kısıtlanıyorlar. Habire ‘yargılanıyorlar.’

Yargıda reform mu?

Hiç kimsenin itiraz edemeyeceği bir önerim olacak: Savcılarımızın, yargıçlarımızın önündeki dosyaların sayısı yarıya insin. Maaşları ise tam iki misli olsun.

O zaman görürüz yargıda reformu.

Hakikaten görürüz.

Politik angajmanları muhakkak müfettişler, savcılarımızın yakasından düşsün!

Sicilleri, böylesi adaletsiz koşullarla, mütemadiyen denetlenmesin.

Savcılarımızın, yargıçlarımızın kafasından şikâyet etmek kolay. Ben de şikâyetçiyim. Bir numaralı da müştekiyim.

Ama bu kadar zorlu koşullarda, bu kadar ağır iş yükleri altında, bu denli düşük maaşlarla Yargıda Kafa Reformu beklememiz; hem biraz abesle iştigal, hem de hatırı sayılır bir haksızlık katsayısında, bana kalırsa.

Yeri gelmişken John Lennon’dan

“Give justice a chance

And much more money

Far less work”

parçasıyla, bitiriyorum.

Radikal, 16.2.2008

Perihan Mağden

17.02.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri