Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 11 Şubat 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Çözüm zorlaşıyor

AKP ile MHP aceleye getirerek hazırladıkları tasarıyla sorunu çözmeye çalıştı. Ancak ortaya çıkan tablo ülke gerçekleriyle uyuşmuyor. Muhtemelen sorun bundan sonra daha da karmaşıklaşacak.

Yeni Şafak Gazetesi’nin internet sitesi dünkü anayasa değişikliklerini “Milletin vekilleri özgürlük sınavını geçti... Kimse üniversite kapılarından geri çevrilmeyecek... Eğitimde fırsat eşitliği geliyor...” başlıklarıyla okurlarına müjdeledi. Zaman Gazetesi’ninkiyse “Özgürlük teklifi rekor oyla geçti, yasak kaldırıldı” başlığını attı.

Yanılıyorlar. Dün TBMM’nin üniversitelerdeki türban yasağını kaldırdığını sanmıyorum. Hatta tam tersine türban sorununun daha da derinleşmesi ve çözümünün iyice zorlaşmasının kuvvetle muhtemel olduğunu düşünüyorum.

Dün Meclis kulislerinde sohbet edip tartıştığım çok sayıda AKP milletvekiline de anlatmaya çalıştığım gibi bu durum beni hiç de mutlu etmiyor. Çünkü 1985 yılından beri bu sorunu bir gazeteci olarak takip eden ve bir vatandaş olarak da çözülmesi için elinden geleni yapmaya çalışan biriyim. Çünkü genç kızların sırf başlarını örtüyorlar diye üniversitelere sokulmamasının çok büyük bir hak ve özgürlük ihlali olduğuna inanıyorum.

AKP’nin MHP ile birlikte yapmaya çalıştığı türban düzenlemesinin çok aceleye getirildiğini ve ülke gerçekleriyle pek uyuşmadığını ve sorunu çözme şansının da çok düşük olduğunu baştan beri ileri sürdüm. Dün AKP’lilerle yaptığım görüşmeler bu kanımın iyice pekişmesine vesile oldu. Gerek Milli Görüş geleneğinden gelen, gerekse yakın zamanda AKP trenine atlayan 10’dan fazla milletvekili içinde çok azı bu düzenlemeyle sorunun çözüleceğine inandığını beyan etti. Çoğunluk, kendilerinin de neye uğradıklarını şaşırdıklarını ve kendilerine danışılmadığını itiraf ettiler. Düzenlemeye inansın inanmasın hemen hepsi bundan sonra Türkiye’yi neyin beklediği sorumu aynı şekilde cevapladı: Kaos.

Peki kaos neden kaçınılmaz? Sıralamaya çalışayım:

1. Bu anayasa değişiklikleri Anayasa Mahkemesi’nden dönebilir. Mahkeme normalde anayasa değişikliklerine sadece usul yönünden bakabiliyor. Ancak üst düzey bir AKP’linin de dediği gibi Anayasa’nın 2. Maddesindeki laiklik ilkesinden hareketle Mahkeme bunların özüne de karşı çıkabilir.

2. Bu değişiklikler türban yasağını kaldırmada yeterli olmayabilir. Bir AKP yöneticisine “Kızlar bu değişiklikler sonrası okullara girebilecek mi?” diye sorduk, o da “Bunu yürütme, yani hükümet bilir” dedi. Ortada tam bir kafa karışıklığı var. Zaten AKP-MHP paketi YÖK Yasası’nın ek 17. Maddesi’nin değiştirilmesini de içeriyordu. Bu yasal düzenleme olmadan anayasa değişiklikleri işlevsiz kalabilir.

3. YÖK Yasası hiç değişmeyebilir. Çünkü AKP içinde bir grup bu düzenlemenin yanlış olacağını söylüyor. Zaten çoğunluk da bu yasal düzenlemenin Anayasa Mahkemesi tarafından laiklik ilkesine dayanarak reddedileceğine kesin gözüyle bakıyor.

4. AKP’liler Mahkeme engelini aşabilmek için CHP ve DSP’yi de işin içine katmak istiyorlar. Örneğin Başbakan Erdoğan üstüste davet yapıyor ama YÖK Yasası’ndaki değişikliğe AKP ve MHP dışında partiler kesinlikle katılmayacak gibi.

5. AKP’nin YÖK Yasası’nı gündeme getirmemesiyse MHP ile olan mutabakatı bozacaktır. Çünkü MHP ısrarla “sadece çene altı ve sadece üniversiteler” diyor ama bunu yasalaştıracak düzenleme yapılamıyor.

6. Türbanlı kızlar, bu anayasa değişiklikleri Cumhurbaşkanı Gül tarafından onaylanırsa üniversite kapılarına yığılacaklardır. Bu durumda ne olacağı üç aşağı beş yukarı belli: Bazı rektörler “Evet yasak kalktı” diye kızları içeri alacak (tabii rektörlere rağmen yasakta ısrar edecek olan dekan, öğretim üyesi vs. de çıkacaktır); birçoğu da “Hayır kalkmadı” diye kızları yine kovacak. Sonuçta olay idari mahkemelere intikal edecek. Danıştay’ın türban aleyhine karar alma ihtimali çok yüksek gözüküyor ve bu durumda sorunun çözümü tam anlamıyla imkansızlaşabilir.

Vatan, 10.2.2008

Ruşen ÇAKIR

11.02.2008


 

Araplar, Avrupa’yı örnek almalı

Geçen aralık ayının sonlarında AB’nin Schengen serbest dolaşım bölgesi, bütün alanlarda birliğin göstergesi olarak genişletildi. Schengen Lüksemburg’daki bir kasabanın adı ve ilk pasaportsuz dolaşım anlaşması 1985’te bu kasabada imzalanmıştı. Bugün 400 milyon Avrupalı Estonya’dan Portekiz’e kadar uzanan büyük bir bölgede, 24 Avrupa ülkesi arasında pasaportsuz yolculuk yapabilir hale geldi. O halde karşımızda, dünyadaki en büyük birleşik güçlerden biri olma amacıyla ilerlemekte olan ürkütücü bir ekonomi ve siyasi bir güç var.

Avrupa ülkelerinin farklı alanlarda bütünleşme ve birleşme yönünde attıkları adımlarla Arap ülkelerindeki şartlar arasında bir karşılaştırma ilk kez yapılmıyor. Bu, Arap vatanında uzun yıllardır araştırma ve tartışma konusu. Araştırmacılar bu durumu bütün ayrıntılarıyla masaya yatırdı. Böyle bir karşılaştırma yapmaya iten etkense, Avrupa’nın geldiği durumla Arap vatanındaki bizlerin hali arasındaki büyük fark. Avrupa’da bütünleşme ve birliğin her alanda kök salan bir gerçek haline geldiği ve gün geçtikçe derinleştiği bir zamanda, bizler hâlâ bütünleşmekten ve gerçekçi işbirliği içine girmekten bile çok uzağız. Her alanda bölünmüş ve parçalanmışlık halimiz devam ediyor.

Aynı anda başlamıştık ama...

Bu gerçekten tuhaf bir durum ve ilk anda anlaşılması zor geliyor. Arap ülkeleri arasında o kadar çok anlaşılmazlık nedeni var ki... Öte yandan, öncelikle şunu söylemek gerekir ki, Avrupa ve Arap ülkelerinin bütünleşme deneyimi hemen hemen aynı dönemde, 1950’lerde başladı. Buna rağmen şartlar böylesine ürkütücü bir farka yol açtı.

İkincisi, bütünleşmenin ve birliğin temellerini temsil etmesi öngörülen Arap ülkeleri ve halkları arasındaki ilişkiler, Avrupa ülkelerini birbirine bağlayan bağlarla karşılaştırılmayacak kadar çok. Hatta Arap ülkeleri ve halklarını buluşturan tarih, kültür, vicdan, his ve ortak çıkarlar gibi bağlar dünyada başka bir toplumda görülmüyor.

Enerjimiz tükendi mi?

Üçüncüsü, dünyanın bütün bölgeleri yıllardan beri farklı şekillerde bütünleşmeye yönelmekte. Söz konusu bütünleşmeyi ekonomik ve siyasi gelişmeler öngörüyor; zira, ekonomik ve siyasi açıdan, büyük oluşumlar dışındaki oluşumların ağırlığı kalmadı.

O halde bütün bu etkenler ve yaklaşımların ışığında, bizlerin Avrupa ülkelerinden daha ileri bir noktada olmamız ve bütünleşme deneyimimizi onlardan önce gerçekleştirmemiz gerekirdi. Peki ne oldu? Niçin onlar bütün bu başarıları elde etti de biz başarısız olduk? Bunun sorumluluğunu dış etkenlere dayandıran bir bakış açısı var. Buna göre, biz bağımsızlığımızı elde ettiğimiz günden bugüne kadar kaynaklarımızı, topraklarımı ve bağımsızlığımızı hedef alan emperyalist saldırılara maruz kaldık. Bu saldırılar enerjimizi tüketti ve bizi felce uğrattı. Bu temel nedenden dolayı arzulanan bütünleşme ve birliği sağlamakta aciz kaldık. Bağımsızlık elde ettiğimizden beri şiddetli emperyalist saldırılara uğradığımız doğru ve bunların merkezinde, Siyonist düşmanın saldırıları ve savaşları var. Söz konusu saldırılar sadece ekonomik ve siyasi gücümüzü değil, düşünce gücümüzü de tüketti. Düşünsel imkânlarımızı Arap ülkelerinin yapısal sorunlarına değil, bu saldırılara ayırmak zorunda kaldık.

Birleşme en iyi mücadele yöntemi

Bu bakış açısının sahipleri, kaynaklarımıza göz diken ve bağımsızlığımızı elimizden almak isteyen büyük emperyalist ülkelerin, Arapların gerçekçi bir ilerleme sağlamasını engelleme ısrarıyla ilgili bir başka noktaya da işaret ediyor. Bu da doğru. Emperyalist güçlerin Arap uyanış girişimlerini yıllardır, hatta asırlardır vurmaya çalıştığı olgusu kanıta ihtiyaç duymuyor. Bu güçlerin Arap ülkeleri arasında ayrılık çıkarma ve birleşmelerini engelleme kararlılığı da fazla ayrıntı gerektirmiyor.

Bu dış etkenin Arapların bütünleşmekte aciz kaldığı yorumunda önemli bir rol oynadığı şüphe götürmez. Ancak, bunun acziyeti açıklamak için yeterli görülmesi de mümkün değil. Aksine, bu dış etken Arapları bütünleşmeye sevk etmiş olmalıydı. Yani Arap ülkelerine yönelik bu sert emperyalist saldırıların, onları birleşmenin mücadele için kaçınılmaz olduğunu anlamaya sevk etmesi gerekirdi. Birleşmemizin, bu saldırılarla mücadelede tutunmamız gereken en büyük güç kaynağı olduğunu çok zaman önce anlamamız gerekirdi. Niçin başarısız olduk?

(Bahreyn gazetesi Ahbar elHalic, 5.2.2008)

Radikal, 10.2.2008

Seyid Zehra

11.02.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri