Üniversitelerde uygulanan başörtüsü yasağının hiçbir açıdan iler tutar tarafı olmadığı çoktan anlaşılmış durumda. Artık herkes biliyor ki, bu yasağın kalkması Türkiye'yi "medeni ülkeler"deki medeni uygulamaları paylaşan bir ülke haline getirecek. Bırakın dünyanın diğer bölgelerini, Avrupa Konseyi içinde yer alan ülkeler içinde sadece Türkiye'nin bu yasakta ısrar etmesi bile tek başına, anlaşılır bir tutum değildir.
Bu sorunun çözümü hakkında ne düşündüğümü biliyorsunuz. Sorunun Anayasa'nın bir veya birkaç maddesinde yapılması düşünülen değişikliklerle çözülmesi gibi bir "yol haritası"nı benimseyenler arasında değilim. Tamam, belki Prof. Ergun Özbudun'un geçen akşam bir televizyon programında söylediği gibi, sorunun çözümü AKP-MHP arasında süren görüşmeler sonucunda varılan bir formülle çözülürse, "başörtüsü yasağı" tartışmasının esir aldığı "Sivil Anayasa Taslağı"nın hakettiği ciddiyet çerçevesinde ele alınabilmesinin de sırası -nihayet- gelecektir. Ama ben yine de, işin içine Anayasa değişikliğini sokmadan yasağın yürütme-idare ekseninde çözülmesinden yanayım. Ayrıca bunun -kolay olmasa da- mümkün olduğunu da düşünüyorum. Ortada üniversitelerde başörtüsü kullanımını yasaklayan bir kanun maddesi olmadığına göre (aksine, Anayasa Mahkemesi'nin 91'de "iptal etmediği" kanun maddesi yürürlüktedir), bütün mesele, üniversite genel sekreterliklerinden üniversite kapılarındaki korumalara "Bugünden sonra başörtülü öğrencilerin içeriye girişine engel olmayın" şeklinde kısa bir notun iletilmesinden ibarettir. Yani çözüm, biraz sabırla, YÖK, Üniversitelerarası Kurul ve de tek tek üniversitelere hakim yasakçı anlayışın yerini zamanla -kıyamete kadar bekleyerek değil tabii ki!- yeni bir zihniyete bırakmasında aranmalıdır.
Yeni Şafak, 27.1.2008
|