Şubat ayına girerken yapılan 28 Şubat tartışmaları, Yeni Şafak'ta Dinç Bilgin ile yapılan söyleşi nedeniyle bu yıl erken başladı. Fehmi Koru; "28 Şubat konusu neden hâlâ ilgi görüyor" sorusuna mantıklı bir yanıt ararken şunları yazdı: "28 Şubat sürecinde belli görevlerde bulunanlardan bir bölümü ortalıktan çekildiler; bir bölümü ise hâlâ hiçbir şey olmamış gibi yerlerini koruyorlar. Medya mensuplarından işyeri değiştirenler olsa da, '28 Şubatçı' diye bilinenler hâlâ ortalıktalar."
Koru'nun medya mensupları hakkında yaptığı değerlendirmeler, aslında sistemin işleyiş noktalarında önemli pozisyonlar edinmiş bürokratlar için de bütünüyle geçerli. Bunu söylerken kesinlikle hükümetin etkisinin sınırlı olduğu kurumlardan söz etmiyoruz. Bir diğer anlatımla, her hükümet ve hatta her içişleri bakanı değiştiğinde, hallaç pamuğu gibi savrulan bir organizasyondan, -Emniyet Teşkilatı'ndan- söz ediyoruz.
AKP hükümeti iktidara geldiği 2002 yılından bu yana, teşkilattaki ama İslamcı ama ulusalcı 28 Şubatçılar, yeni bir kardeşlik formatı geliştirdiler. İnanılmaz bağlantılar yapma yeteneğine sahip bu teşkilatın bireyleri, özellikle de merkez teşkilatı yöneticileri, dün fişledikleri ve 'iyi sıhhatte olsunlar'a servis etmekten zevk aldıkları AKP kadrolarıyla, bu gün informal kardeşlik bağlarını güçlendirmekte ve 'güle oynaya' yollarına devam etmekteler.
İslamcıların bazı naif yanlarını çok iyi değerlendiren bu ekip, dün bacasına, penceresine ve hatta duvarına bile kilit vurmak için, hararetli takip ve araştırma faaliyetleri yaptıkları bazı kurumlara karşı, bugün ama birer birer, ama gruplar halinde kapılarını aşındırma seviyesizliği sergilemekteler... Bu yüzsüzlük sayesinde de, bakan onayıyla yeni ve üst görevlere atanan 28 Şubatçı bürokratlar, yerlerini daha da pekiştirmekteler. Böylesi kişilerin ortak paydaları ise, kimlik erozyonuna uğramış eziklik sendromu içerisinde, güçten pay alıp, yıllardır bekledikleri mezarlarından çıkmak ve 'vurun abalıya' söylemi ile toplu linç yaklaşımı... Aynı Sakarya örneklemesinde de görüldüğü gibi...
28 Şubat döneminde adı pek çok yolsuzluklarla anılan bir şahıs, bir kurumun başına getirilir getirilmez, kurumun ana belleğinin başına geçmenin planlarını yapıyor ve hatta belleğin kumanda masasına rahatlıkla bir yakınını oturtabiliyor.
Yüksek Askerî Şura kararlarına, yargı yolunun açılması için her şurada şerh koyan hükümet yetkilileri ve şimdinin Sayın Cumhurbaşkanı; aleyhinde en çok idari davanın açıldığı kurum olan Emniyet Teşkilatı'nda, sürekli ve sıradanlaşan hukuka aykırı kararlar alan yöneticilere karşı; 'ne oluyor kardeşim' deme cesaretini nedense göster(e)miyor?.. Unutmamalı ki, demokrat olmak, konjonktürel bir söylemi değil, ilkesel bir duruşu ifade etmesi gereken bir tavırdır. Kendi çalışanına karşı kanuni haklarını vermeyen, keyfi uygulamalarına da; "Anayasamızın 125. maddesi gereğince, idarenin her türlü eylem ve işlemine karşı yargı yolu açık bulunmaktadır" açıklamasını yapıp, personelini idari mahkeme kapılarına gönderen bu kurumun, kaybettiği dava dosyasının sayısı boyundan yüksek olan bu beceriksiz yöneticileri, 'iç müşteri' olan kendi çalışanlarına bile hukuksuz ve saygısız davranıyorsa, ya 'dış müşteri' olan halka karşı nasıl davranacağını düşünmek, geleceğin Türkiye'si adına bizi zaman zaman kaygılandırıyor...
Verdikleri yüzlerce idari karar, mahkeme tarafından ters çevrilen emniyet bürokratları, 'ulusalcılığı selamlayan ılımlı islamcı kardeşlik' köprüleriyle yerlerini korumakta ve hatta yeni ve güçlü pozisyonlar edinmekteler. Bu ise hükümetin çelişkisini ve hatta 'kendi kuyusunu kazma' becerisini alkışlanacak bir şekilde ortaya çıkarıyor. Bir yandan, 28 Şubat'ın hukuksuzluklarına karşı AB sürecini öne çıkarıp, hukukun üstünlüğüne vurgu yapacaksın, hatta; 'AB bizi almazsa, bunu Ankara kriteri yaparız ve yolumuza devam ederiz' diyeceksin, diğer taraftan da, idare mahkemesinin kararlarını bile içselleştirmeden / kriterlerini takmadan, 28 Şubat'çı Emniyet kadrolarının yaptığı dev kaotik sorunsalları görmezden / duymazdan geleceksin...
Fehmi Koru "Bizden başka ülkelerde 'darbe' ile isimleri yan yana getirilen kadrolar, demokrasiye dönüldüğünde, kendilerine hesap soran mekanizmalara muhatap oldular. Şilili diktatör Gen. Augusto Pinochet, 90'lı yaşlarında evinden dışarı çıkamaz, ülkesini terk edemez hale gelmişti, unutmayalım. Dikta rejimlerine destek veren kesimler de, demokrasiye dönüldüğünde, hesaba çekildiler. Bizde yapanın yanına kâr kalan bir eylem 'darbe'..." değerlendirmesini yapıyor.
Bakalım Fehmi Koru'nun iktidarda olan yakın arkadaşları, bu konuda ne yapacak?.. 'Gülcü'lükle meşhur 'Çetin' adaşların / kişilerin, içlerindeki birikmiş olan husumetlerinin ve yaşadıkları yılların dışlanmışlıkları ile 'öteki' olarak gördüklerine hayranlıkları ve 'ben varsam her şey var", 'ben yoksam, benim düşmanlarım var' düşüncesine çanak tutmaları, ne kadar daha sessiz kalınarak ödüllendirilecek!..
Uğur Mumcu; 'insanlar yalnızca yaptıklarından de ğil, bazen yapmadıklarından da sorumlu olurlar' derken ne kadarda haklı değil mi...
Taraf, 19.1.2008
|