Umut, hemen her zaman, bu ülkede yaşayanların en büyük beklentisi olmuştur. Her yaprak kıpırtısına verilen anlam, her taşın altında ısrarla değişim ve umut arama belki de biraz bu yüzdendir. 2007 yılı değerlendirilirken, "o yılın sivil yüzü"nün altı özellikle bu nedenle çizildi.
Askeri baskıya karşılık yüzde 47'lik bir oy oranı, cumhurbaşkanı seçimine toplumun ağırlık koyarak krizi sona erdirmesi, toplumsal değişim ve siyaset iradesi bu nedenle özellikle vurgulandı.
Hrant Dink'le açılan siyasi cinayet defterleri, ortalıkta cirit atan çeteler, emekli orgenerallerin darbe arayışları, askeri muhtıra, tehlike (laiklik) ve tepki (milliyetçilik) dili üzerinden "meşrulaşan toplumsal ve kişisel infaz silsilesi" de bu nedenle geri planda tutuldu. Yol alınsın diye, meşruiyeti ve gücü artan siyasi mekanizma siyasi sorunların üzerine gitsin ve çözsün diye.
Ancak dün de yazdık, sanki mekanizma tersine çalışmaya başladı, siyasi merkezden gelen sinyaller farklı bir yöne işaret etmeye yüz tuttu.
Devlet içi dengelere bir bakalım.
Evet, siyasi iktidar oyuna hâkim, askeri otorite geri planda tutuluyor, asker-sivil ilişkileri açısından en azından şeklen olması gerektiği bir görüntü var ortada. Bunu sıkça, şiddetin yükseldiği bir ortamda, uyum, istikrar, askerin siyasetten geri düşmesi ya da siyasetçinin kendi alanını genişletmesi ve koruması olarak yorumluyoruz.
Ancak bir de "madalyonun aklımızdan çıkarmadığımız diğer yüzü" var.
Siyasi iktidar ile askeri otoritenin "uzlaşması"nın, daha doğrusu "politik olarak yakınlaşması"nın teröre ve PKK'ya karşı yürütülen bir devlet operasyonundan öte bir anlamı da olabilir mi?
Devletçi muhafazakarlık dozu yüksek, siyaseti sadece kendi varlığına indirgeyen bir iktidar anlayışı, iktidarın askerle paylaşıldığı "yarı sivil eski merkez sağ modeli" midir kimi akıllara düşen?
Kürt sorununda "kırk yıllık politikalara geri dönüş emareleri" bu nedenle midir?
Değil mi ki, Başbakan Kürt sorununun çözümünü kendi partisine verilecek oylara, yani başarılı bir siyasi işletmeciliğe bağlamış bir görüntü veriyor. Bir süredir Ankara'da AK Parti kulislerinde yerel seçimleri erkene alarak, DTP'ye bozgun yaşatmak ve sorunu bu yolla gömmek ya da siyaseten çözmek fikri tartışılıyor.
Cumhurbaşkanı Gül, Kürt meselesinde siyasi çözümün akla bile getirilmemesi gerektiğini söylüyor ABD'den.
Yüksek Askeri Şura Kararları'nı onaylarken, bu kararlara "muhalefet şerhi yazdığı" günleri hatırlatanlara, "Çankaya'da işler başkadır." gibi "ilginç" beyanatlar verebiliyor.
Terörle Mücadeleden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, Hrant Dink'in öldürülme yıldönümüne birkaç gün kala, onun vurulmasına zemin hazırlayan bir madde için "301 Türkiye'de kimsenin derdi değil." diyebiliyor bir gazeteciye.
Yazının başında umut ve beklentiden söz ettik.
Umut ve beklenti hâlâ varsa, bu, dün atılmış adımlardan, alınmış tavırlardan taviz verilmeyeceği inancından kaynaklanmaktadır. Dahası dün çözülmemiş, toplumu, insanları, vicdanları, siyaseti hasta etmiş sorunların üzerine gidileceği inancı olduğu için hâlâ umut ve beklenti vardır.
Çeteler yine cirit atmaya başladı.
Dink Davası'nda azmettiriciler adeta yasal koruma altında...
Ümraniye çetesinin soruşturması gizli belgelere takıldı.
Eve Dönüş Yasası konusunda hükümet (onur kırmayan yeni bir yasaya ihtiyacı dillendiren) eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'ün bile gerisine düşme sinyalleri veriyor.
Biliriz Osmanlı diyarında vites hızla beş'ten geriye geçebilir.
Ve bunun yarattığı tahribat ağır olur.
Yeni Şafak, 12.1.2008
|