Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 31 Ağustos 2007'de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde 60. hükümetin programını açıklarken aynen şöyle demişti: "Açıklayacağım program, istikrar zemininde ilerleyen ekomomik ve sosyal gelişme sürecimizde bir 'sıçrama dönemi' programıdır. Bu bakımdan temel hedefimiz, Türkiye'yi take-off'a, 'kalkış'a geçirerek,
daha güvenli bir hıza ve yüksekliğe taşımaktır."
Hükümet programının açıklanmasının ardından tam dört ay ve on gün geçtikten sonra Başbakan önceki gün yeniden gazetecilerin karşısına geçti ve bu kez o hükümet programının detaylandırılmış ve iş bölümü yapılmış versiyonu olan 'Acil Eylem Planı'nı açıkladı. Gerçi planın adında 'acil' kelimesi var ama Başbakanın açıklamalarından anlaşılan, plan 2011 Temmuzu'na kadar geçecek sürenin tamamını kapsıyor.
Başbakan'ın açıkladığı ve dün Radikal tarafından hangi işin nasıl yapılacağına dair yeterince ayrıntıya yer vermediği için ve somut konulardan uzak durduğu için 'Acil temenni planı' olarak nitelenen plan, eğitimden sağlığa, enerjiden ekonomiye, dış politikadan yeni anayasa yapımına dek uzanan 145 temel başlık sıralıyor.
Açıklanan plan, elbette bir icraat planı ve bir kısmının içi henüz doldurulmamış çeşitli vaatlerden oluşuyor. Örneğin planın önemli ayaklarından biri gelir vergisi kanununun baştan sona yenilenecek olması. Ancak bunun neden önemli bir ihtiyaç olduğu ve hangi mega tasarım çerçevesinde tam olarak ne işe yaramak üzere yapılacağı belirtilmiyor. Belirtilmeyince de, somut olmaktan uzak bir temenniye dönüşüyor söylenen.
Planda iyi niyetle yazılmış ve gerçekleşmesi halinde çok da yararlı olacak bir dizi başlık var. Bunların bir kısmı öteden beri yapılması istenen şeyler. Mesela ilköğretimde okullaşma oranının yüzde 100 olması. Buna kimsenin itiraz edeceği yok. Çok çalışılırsa, yeterli kaynak sağlanırsa bunun gerçekleşmesi de hayal değil. Veya Avrupa Birliği reformlarına hız vermek, AB çerçevesinde yapılması gereken mevzuat uyumlaştırma çabalarını artırmak. Bu da elbette arzu edilen bir durum.
Veya daha tartışmalı alanlar var. Mesela hükümet tarımda doğrudan gelir desteği yerine yeniden ürün desteğine döneceğini açıkladı.
Peki ama hangi ürünleri destekleyeceğiz? Yeniden pancarı ve tütünü mü destekleyeceğiz, yoksa rekabet avantajını kaybetmekte olduğumuz pamuk gibi ürünleri mi? Bu belli değil.
Lafı fazla uzatmayacağım, elbette planın öngördüğü şeylerin tamamına yakını gerçekleşmesi arzu edilir, Türkiye'nin kimisi kronikleşmiş sorunlarına bir nebze olsun el atan şeyler.
Ama planın bana soracak olursanız önemli bir sorunu var: Vizyon eksikliği ve bütünsellikten uzaklık.
Hükümetin iddialı bir hedefi var: 2011'e kadar kişi başına geliri 10 bin dolar seviyesinin üzerine çıkarmak.
Bu hedefe varmak için, Türkiye'nin yapmaya devam edegeldiği işleri daha iyi ve verimli yapması, arada çıkacak arızaları da gidermesi, yani sadece iyi yönetilmesi yeterli midir, değil midir?
Bana göre iyi yönetim Türkiye'nin uzun yıllardır hasret kaldığı ve son beş yıldır da bir ölçüde tanıklık etmeye başladığı yeni bir kavram olmakla birlikte, arzu edilen sıçramayı gerçekleştirmek için yeterli değil.
Türkiye'nin bugün bulunduğu 488 milyar dolarlık seviyeden 720-750 milyar dolarlık bir ekonomik büyüklüğe ulaşabilmesi için sadece iyi yönetim yetmez, buna bir de vizyoner bir dönüşüm stratejisini de eklemek gerekir.
İşte ağustos sonunda kurulan ve dört aydır hazırlıkları sürdürülen plandan benim beklediğim, 2001'de krizin ortasında Kemal Derviş'in sunduğuna benzer bir dönüşüm/reform porgramıydı, maalesef bunu göremedim. Dün gün boyu sohbet ettiğim iş ve ekonomi dünyasının kimi isimlerinin de benzer bir eksikliği hissettiklerini, Başbakan'ın açıkladığı planı 'iyi niyetli' ve 'olumlu' bulmakla birlikte daha iyi ve ileri bir şey beklediklerini saptadım.
Belli bir vizyona, belli bir ortak hedefe yaslanmadıkça, her biri kendi başına 'iyi' bile sayılsa yapılacak işlerin Başbakan'ın deyimiyle 'bir sinerji yaratması' ihtimali çok yüksek değil.
Türkiye gibi on yıllardır sorun biriktirmiş bir ülkede öncelik belirlemenin kolay olmadığı aşikâr. Ancak kimse hükümet etmenin kolay bir iş olduğunu da iddia etmiyor zaten.
Umarım Türkiye gerçekten 'take-off' yapar.
Radikal, 12.1.2008
|