Milli Mücadele'de Atatürk'le birlikte hareket eden insanların duygusal gerekçelere sahip pek azı dışında büyük çoğunluğunun gözünde ne saltanat ne hilafet makamının önemi vardı. Saltanatın kaldırılıp Osmanlı hanedan üyelerinin yurtdışına çıkarılması kararının BMM'deki görüşme tutanaklarına, hilafetin kaldırılması kararının gerekçe ve zabıtlarına bakarsanız Meclis'te özellikle din âlimlerinin olumlu tavrını görürsünüz. Dini bakımdan önem arz eden husus hilafetin şahsa tevcih edilmiş makam olarak kaldırılmasına karşılık 'Büyük Millet Meclisi'nin manevi şahsında mündemiç (bünyesinde saklı)' hale getirilmiş olmasıdır. O günlerde Ankara'ya gelen Arap heyetlerine Atatürk'ün hilafet konusunda söylediği açıktır. Günün birinde İslam ülkeleri bir araya gelip hilafet makamının ihdasına karar verir ve bir halifenin ismi üzerinde ittifak ederlerse makam tevcih edilebilir.
Devrimler süreci
İtirazların esas olarak devrimlerle birlikte başladığını söylemek mümkün. Bunlar ilk kez Cumhuriyet'le birlikte gündeme gelmiş konular değildi şüphesiz. Ama Osmanlı aydınları katında devam eden tartışmaların günün birinde uygulamaya sokulacağına ihtimal veren pek yoktu. Örneğin Latin alfabesine geçilmesi. Bu açıdan bakıldığında imparatorluğun son çeyrek asrında neredeyse iki alfabeli bir noktaya geldiği söylenebilirdi. Keza Batı takvim, saat ve metrik sistemine geçiş konusu da Avrupa'yla münasebetlerdeki uyumsuzlukların giderilmesi adına sıkça dillendirilmişti. Hüseyin Cahid Yalçın 1923 senesi şubat ayında daha ortada Cumhuriyet yokken toplanan İzmir İktisat Kongresi'nde Latin alfabesine geçilmesini teklif etmiş Kazım Karabekir'in dini gerekçeler öne sürerek itirazı dolayısıyla konu geçiştirilmişti.
1925 gerek devrimler bakımdan gerekse muhalefetin yüksek sesle dillendirilmesi bakımından önemli bir yıl oldu. Tekke ve zaviyeler kapatıldı, şeriye mahkemeleri kaldırıldı, Şapka Kanunu çıkarıldı, ilmiye sınıfının kılık kıyafeti yeniden düzenlendi. Bu düzenlemeler içinde Tekke ve Zaviyelerin kapatılması fazla tepki çekmedi. Hatta kimi tarikat şeyhleri dergâhların yıllar önce manevi misyonlarını yitirmekle kendi kendilerini kapatmış olduğunu ifade ettiler. Şeriye mahkemelerinin kapatılması da beklenen bir şeydi. Tanzimat sonrası Batı'daki örneklere uygun nizamiye mahkemeleri kurulurken şeriye mahkemelerinin günün birinde kendiliğinden ortadan kalkması öngörülmüştü zaten. İtiraz gelmedi fakat kuşku doğdu ve homurdanmaların başlamasına yol açmıştı yapılanlar. Cumhuriyet'le girilen dönemin İslam'ı hedef aldığı, dini ortadan kaldırmayı amaçladığı söylentisi dilden dile yayılıyordu. Şapka Kanunu'yla bardak taştı. Çıkarılan yasaya göre şapkadan başka serpuş giymenin, bunda direnmenin cezası üç ay hapis ama kanunun aleyhinde tavır almak idam cezası gerektiren suç sayıldı. Nitekim bu anlayışa kurban da verdi dindar insanlar. İskilipli Atıf Hoca başta olmak üzere bazı kişiler idam edildi.
Sonraki yıllarda dini eğitim veren yer kalmadığını, halkın cenaze kaldıracak hoca bulamadığı dönem geldi. Dindarlığın gericilik sayıldığı, dini söylemin kuşkuyla karşılandığı yıllar... Önce Terakkiperver Fırka, ardından Serbest Fırka hep bu kuşkuya kurban edildi. 'Partimiz dine saygılıdır' ibaresi irticai eğilim ve kapatma sebebi oldu... Bu sebepten Demokrat Parti kurulduğunda onun bir yanıyla danışıklı oluşuna aldırmadı halk ve ilk seçimde iktidara getireceğinin işaretini verdi, nitekim getirdi... 1960, 1980 darbeleri, 28 Şubat muhtırası cumhuriyetçiliği dine/dindarlığa muhalefet olarak gören anlayışın eseri oldu. Ve hepsinde halk kendisine ifade şansı tanındığında tercihini bu anlayışa itiraz edenden, itiraz ettiğini düşündüğünden yana kullandı.
Radikal, 6.1.2008
|