PKK’yı dağdan indirmek ve hatta Kürt meselesinde çözüm sürecini başlatmak amacıyla ortaya, ‘eve dönüş yasası’ bile sayılmayacak bir yasa değişikliğinin çıkması dahi şimdilik zor görünüyor.
Bu durumda Başbakan’ın uçağında seyehat eden arkadaşlarımızın aksine, iyimser olmamızı engelleyen çok şey var.
Bir kere siyasi bir belirsizlik söz konusu.
Biz Başbakan’ı, daha önce yurt dışına uçarken Kürt meselesine çözüm konusunda arkalarında duramayacakları büyük laflar eden önceki bazı başbakanlardan ayırarak, “Onu bu Türkiye gerçekliliğinden tenzih ederiz” demiştik.
Dedik ama, Türkiye’de bazı gerçeklerin hiç değişmediğini de biliyorduk elbette.
Nitekim o daha yurda dönmeden yardımcısı Cemil Çiçek’in ağzından bu konuda yeni bir yasanın söz konusu olmadığını öğrendik.
Sonra Başbakan da döndükten sonra yardımcısının açıklamalarını doğrulayan sözler söyledi.
“Yeni bir yasadan sözetmediğini, Ceza Kanunu’nun 221’inci maddesi üzerinde durduğunu” ve “Gerekirse bu maddeyle ilgili bazı değişikliklerin yapılabileceğini” ifade etti.
Başbakan’ın uçağında seyahat eden arkadaşlarımızın intibalarına bakılırsa hükümet, böyle bir tavır değişikliğine neden olan ‘ malum dahili şartlar’a rağmen bu konuda kararlı.
PKK’nın silah bırakması yolunda bazı adımlar atmak istiyor ve bu amaçla nabız yokluyor.
Hatta bu arkadaşlarımızdan bazıları, hükümetin elinde Kürt meselesinin çözümüne yönelik esaslı bir plan olduğunu dahi iddia ediyor.
Bu noktada yine, “İnşallah vardır” demekle yetinelim.
İkincisi, Başbakan, “Bu konuda askerlerle birarada çalışıyoruz” diyor, ama komutanlar yine karşı atağa geçerek hükümetin siyaseten önünü kesecek açıklamalar yapmaktan geri durmadılar.
Genelkurmay Başkanı ve yardımcısının PKK meselesiyle ilgili bir toplantıda yaptıkları siyasi amaçlı söylevlerine bakılırsa askerler, PKK’nın dağdan indirilmesi ve dağdakilerin eve dönmelerinin sağlanabilmesi ya da meselenin çatışma olmadan halledilebilmesinin yolunu açacak her türlü girişime karşılar.
Af benzeri, Eve Dönüş Yasası benzeri bir yasayı da, “Terör örgütüne cesaret verecek bir girişim” olarak görüyorlar.
Nitekim basındaki sözcülerine bakılırsa, silahlı kuvvetler her ne kadar helikopterle attığı bildirilerde örgüt üyelerine, ‘etkin pişmanlığı’ düzenleyen Ceza Kanunu’nun 221’inci maddesi uyarınca teslim olmaları çağrısı yapıyorsa da bu yolla pek kimsenin teslim olacağı beklenmiyor.
Üstelik de, daha önce bu amaçla çıkarılan 8 kanunun,—bu kanunların genel çerçevesi askerler tarafından çizildiği halde—hiçbir işe yaramadığı da biliniyor.
Bundan sonra bu amaçla çıkarılacak kanunların da işe yaramayacağı peşinen beyan ediliyor.
Bunlar, bu konuda askerlerle uyum içinde görünmeye çalışsa da hükümete yönelik uyarılar. Barışçı yöntemlerin, siyasi çözüm arayışlarının önünü kesmeye yönelik gözdağları.
Peki bu kadarı dahi olmayacaksa ne olsun isteniyor?
Bu sorunun cevapları komutanların açıklamalarında fazlası ile var.
General Büyükanıt DTP’ye saldırıyor. Yardımcısı Saygun ise Avrupa Birliğine.
İkisi de açıkça siyaset yapıyor, yasaları çiğniyor.
Birçok eski komutanın özeleştiri yaptığı, itiraflarını yayınladığı bir dönemde adeta aynı hataların tekrarlanması için devletin kurumlarını zorluyorlar.
DTP’nin kapatılmasını istiyorlar. Böylece Kürt meselesinin Meclis zemininde tartışarak çözülmesi yolunda önemli bir çıkış noktasını tıkamak istiyorlar.
Bunu, PKK’nın işine yarayacağını bildikleri halde yapmak istiyorlar.
Bir yandan da PKK’ya müsamaha gösterdiği gerekçesiyle AB’ yi suçlamayı sürdürüyorlar. Avrupa’nın insani bazı kriterlere bağlılığını eleştiriyorlar ve bunu kendilerine karşı bir psikolojik savaş olarak nitelendiriyorlar.
Büyükanıt o konuşmasında önemli bir itirafta bulunuyor.
“Biz ortaya çıkan bu terörle mücadelede 84 yılından bu yana insanlığın değer verdiği bazı değerleri elimizden kaçırdık... Birincisi insan hakları, ikinci demokrasi, üçüncüsü özgürlük veya özgürlükler, dördüncüsü barış. İnsan hakları terörist hakları haline dönüştü... Bu kavramlar elimizden çıktığı için kendimizi savunmaya başlıyoruz. Biz insan haklarını dikkate almayan, demokrasiye inanmamış, özgürlüklere bağlılık göstermeyen, barıştan nefret eden bir şey haline geliyoruz. İşte psikolojik harekât bu. Biz bunu kaptırdık. “
Bu özeleştiriyi yapanların her türlü barışçı, demokratik yöntemi reddeden bir anlayışla hâlâ sadece savaş yolunu işaret etmesi anlaşılır bir şey değil.
Askerler, bütün çıkışları tıkayarak bu meselenin çözümü önündeki en önemli engel olduklarını artık anlamak zorundalar.
İşte, “Barıştan nefret eden bir şey” olmadıklarını göstermeleri için şimdi önlerinde önemli bir fırsat var.
Türkiye’nin artık yeni bir özeleştiri ve itiraf dönemini kaldıracak hali kalmadı.
Yeni Şafak, 14 Aralık 2007
|