Bir çoğumuz Türkiye’de akademik özgürlüğün son derece sinirli olduğundan şikayet ederiz. Bu şikayetimizde haklıyız da. Ama acaba bununla neyi kastediyoruz? Ayrıca, akademik özgürlük ve üniversite özerkliği terimlerini sıkça kullanan ve bunlardan hareketle Türkiye’deki yüksek öğretim sistemini eleştirenler, gerçekte bu kavramların temsil ettiği değerlere ne ölçüde bağlıdırlar? Neden acaba, bugünkü ‘YÖK düzeni’nin efendileri akademik özgürlükten değil de sadece üniversite özerkliğinden –arada sırada da olsa- söz ederler?
Türkiye’de her ne kadar “üniversite özerkliği” terimi hem gündelik dilde hem de akademik çevrelerde çok daha yaygın olarak kullanılıyorsa da, burada asıl terim hiç şüphesiz “akademik özgürlük” olmalıdır. Çünkü, düşünce ve ifade özgürlüğünün bir uzantısı olan akademik özgürlük üniversite özerkliğinden hem daha kapsayıcıdır, hem de kendisine göre bir araç-değer konumunda olan özerkliğin amacını oluşturur.
Akademik özgürlük aslında üniversitelerde araştırmanın ve ifadenin özgür olmasıdır; üniversitelerin ve bilim insanlarının üniversitelerde istedikleri konuda araştırma yapabilmelerini ve araştırmalarının sonuçlarını serbestçe açıklayabilmelerini gerektirir. Üniversite özerkliği de aslında bunun için vardır; onun için, bu amaca hizmet etmeyen kurumsal özerklik değersizdir. Böyle bir özerklik ya sadece bir bilim adamları “aristokrasi”sinin ortaya çıkmasına hizmet eder, ya da üniversite adına yetki kullananların sultasıyla sonuçlanır.
AKADEMİK ÖZGÜRLÜK NİÇİN DAHA ÖNEMLİDİR?
Akademik özgürlük, öncelikle devlete karşı bir özgürlüktür. Buna göre, kamu otoriteleri (üniversitenin kendisi dahil) akademisyenlere neyi araştıracakları konusunda emir ve talimat veremez, onlara görüşleri nedeniyle mueyyide uygulayamaz ve akademik yayınları sansür edemezler. Akademik özgürlük aynı zamanda topluma ve politik örgütlere de karşıdır; bilim adamı/kadını toplum tarafından genel kabul görmeyen, hatta tepkiyle kaşılanan konularda da araştırma yapabilir; toplumu rahatsız eden bulgu ve görüşlerini serbestçe açıklayabilir. Ayrıca, başta siyasi partiler olmak üzere, hiç bir politik örgüt de akademik çalışmalara müdahale edemez.
Türkiye’de bu konuda asıl kavram olan “akademik özgürlük” yerine “üniversite özerkliği”nin daha popüler olduğunu belirttim. Bizim ülkemizde neden akademik özgürlüğün pek adı geçmez de herkes üniversite özerkliğinden söz eder? Sadece devletin değil üniversite yöneticilerinin –hatta akademisyenler- bile üniversite özerkliği terimini “akademik özgürlük”e tercih etmeleri şaşırtıcı görünse de sebepsiz değildir. Böylesini tercih ederler, çünkü bu iki tarafın da işine gelmektedir.
Kurumsal özerkliği öne çıkarmak üniversite yöneticilerinin işine gelir; çünkü onlar için asıl önemli olan üniversitelerin akademisyenler için özgür araştırma ve düşünce mekanı olması değil, kendi iktidarlarının garanti altında olmasıdır. Onlar özerklikten, kendi iktidar alanlarına kimsenin –özellikle de “millet” adına kamu siyasetlerini belirleme yetkisine sahip olanların– dokunmamasını anlıyorlar. Onlara göre, özerklik topluma karşı hiç bir sorumluluk duymamak ve dolayısıyla toplum adına işgören demokratik kurumlar önünde hiç bir şekilde hesap vermemek demektir. Böylece, üniversite özerkliği onun yöneticilerine tam bir “başına-buyrukluk” imtiyazı sağlamaktadır.
Bu iktidar iştahı yüksek öğretim sistemimizin efendilerine akademik özgürlüğü de önemsiz gösterir. Onları ilgilendiren, üniversitelerde ne kadar araştırma özgürlüğü olduğu ve öğretim üyelerinin ifade özgürlüğüne sahip olup olmadıkları değil, kendi saltanatlarıdır. Nitekim günümüz YÖK’cüleri bile üniversite özerkliğinden hiç değilse arada sırada bahsederken, akademik özgürlüğü zinhar ağızlarına almamaktadırlar. Çünkü, resmi tezlere bağlı kaldıkları ve kendi egemenlik alanlarında bunların dışına çıkılmamasını sağladıkları sürece saltanatları devlet nezdinde garanti altındadır ve akademik özgürlüğü dert edinmelerine de gerek yoktur. Türkiye’nin yükseköğretim bürokrasisi, ayrıca, keyfilik ve hesap sorulamazlıkla sonuçlanan bu sahte özerklik anlayışını yaygın ve yerleşik hale getirmekte de elhak başarılı olmuştur.
ÜNİVERSİTELER DEMOKRATİKLEŞMELİ
Devlet de “üniversite özerkliği”ni akademik özgürlüğe tercih eder; çünkü üniversitelerin araştırma gündemi ve müfredatı resmi tezlerin dışına çıkmadığı ve resmi doğrular sorgulanmadığı sürece, devletin “özerk” üniversitelerden şikayet etmesine gerek yoktur. Hatta, resmi görüş ve tezlere sadık kalmaktan başka bir esaslı kaygısı olmayan üniversite yönetimlerinin keyfi ve sorumsuz tutumu bir açıdan “iyi”dir de; çünkü bu devleti değil, olsa olsa demokratik çoğunlukları ve hükümetleri rahatsız edebilir. Başka bir anlatımla, devletten bağımsızlık talebi olmayan “özerk üniversite” demokratik iktidarların denetiminden sıyrılabilmek için resmi tezlere yaslanma imkanına sahiptir.
Bu durumda, Türkiye’de üniversiteyle ilgili olarak demokrasi ilkesinin de yanlış anlaşılmasına şaşırmamak gerekir. Nitekim, genellikle şöyle düşünülüyor: Demokratik üniversite, yöneticileri öğretim üyelerince seçildiği sürece, her konuda kendi istediği gibi davranabilen, başına buyruk bir üniversitedir. Yine sanılmaktadır ki, kendini toplumsal çevresinden ve ülkenin demokratik kurum ve mekanizmalarından soyutlamış olan üniversite sistemi, rektörleri ve dekanları öğretim üyeleri tarafından seçilmekle demokratikleşmiş olur. Oysa demokratiklik üniversitenin toplumla ve onun demokratik temsilcisi olan kurumlarla ilişki halinde olmasını ve gerektiğinde demokratik yollardan hesap vermesini gerektirir.
Ayrıca, üniversitenin demokratikliği seçim mekanizmalarının herhangi bir ilkeye dayanmaksızın üniversite sisteminin her yerinde uygulanmasını değil, fakat idari işlerden tamamen ayrılmış akademik işlerin üniversitelerin bölümleri düzeyinde doğrudan doğruya öğretim üyeleri tarafından kararlaştırılmasını gerektirir. Yetkisi, idari konularla sınırlı olduğu sürece, üniversite yöneticilerinin seçimle veya başka bir yolla gelmesinin önemi yoktur. Kaldı ki, üniversiteler demokratik olmadan da, özerk olabilirler. Bunun ille de, Türkiye’nin cari YÖK sisteminde olduğu gibi, keyfilik, başıbozukluk ve sorumsuzluk şeklinde ortaya çıkması gerekmez.
Bugün YÖK’ün başkanının ve üyelerinin kimler olacağı önemli olabilir. Ama daha da önemli olan, özerkliği ve demokratikliğiyle, akademik özgürlüğü garanti eden bir üniversite sistemi oluşturabilmektedir. Türkiye’nin bu konudaki acil ihtiyacı üniversiteleri devlet kilisesi olmaktan çıkarmak ve onları gerçekten “fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür” zihinlerin mekanları haline getirmektedir.
Yeni Şafak, 1.12.2007
|