Gündem terör ve sınır ötesi harekât olasılığı olunca, kamuoyu ilgisi canlanıyor. Gazetelerde bu konuları kapsayan yazılar aranıyor. Televizyonlarda, saatlerce sürse de, bu konuları içeren açık oturumlar, toplantılar, konuşmalar izleniyor. Hele TV’lerin işi daha da zor. Her gün 24 saat yayın yaptıklarından, ekranı doldurmak için her çareye başvuruyorlar. Konuşma heveslisi çok kişi de buluyorlar. Siviller konuşunca bir şey olmuyor da, emekli de olsalar askerlerin konuşması zülfü yare dokunuyor. Başbakan’dan bile eleştiri geliyor. Bir de Genelkurmay işin içine girince sorun bambaşka boyut kazanıyor.
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin geleneğinde, kimin konuşabileceği, hangi konularda konuşabileceği hakkında katı sınırlar var. Örneğin kuvvet komutanları bile, Genelkurmay Başkanı’ndan habersiz konuşamazlar. Bu disiplin onları bile rahatsız eder. Hava Kuvvetleri’nin unutulmaz komutanlarından Muhsin Batur’un isyanını hatırlıyorum. “Bu rütbeye ve konuma gelmişim ne söyleyeceğimi bilmez miyim?” demişti. Bir Genelkurmay Başkanı’na çözüm olabilir diye, “Acaba yüksek komuta heyetinde günün önemli konularında nelerin söylenebileceğini saptasanız da, heyetin orgeneral-oramiral üyeleri de o çerçeve içinde konuşsalar” dediğimde, sözlerimin muhatabımı ikna etmediğini görmüştüm.
TSK’da, hangi konuda ve hangi boyutta olursa olsun, hata yapılmaması için sarf edilen gayret çok büyüktür. Bu kaygının içine Genelkurmay Başkanı da girer. O da tüm karargâh çalışması ve katkısına karşın, söylememesi gereken bir şeyi söyleyebilir. Sonra karşısına çok doğru bir gerekçe geldiğinde ‘Keşke söylemeseydim’ diyebilir.
Askeri camia bu kurallar içinde yaşamını geçirince, emekli generaller, uzmanı oldukları konularda kendilerine uzatılan mikrofonlar karşısında genelde dikkatlidirler. Ama en üst düzeyden emekli olanlar dışında kalanlar, çeşitli kişisel sebeplerin de etkisiyle, daha rahat konuşabiliyorlar.
Türkiye son yıllarda her düşüncenin özgürce ifade edilebilmesi mücadelesini en geniş şekilde yapıyor. Ama nedense askerlerin, emekli de olsalar konuşmalarından kimi çevreler rahatsız oluyor.
Kimi mesleklerin özellikleri vardır. Örneğin istihbarat örgütlerinde çalışanlar emekli de olsalar görevleri ile ilgili konuşma ya da yazışmalarında sıkı disipline bağlıdırlar. Aynı şeyin, gizliliğin önemli yer tuttuğu askerlik için de geçerli olduğu söylenebilir. O zaman, görevleri sırasında zaten sıkı konuşma yasağı ile karşı karşıya olan subaylara, emekli olduklarında da ne zaman konuşmamaları gerektiğini saptayan kurallar resmen bildirilmeli. Ama bu sınırlama ancak çok önemli, sır olması gereken alanlarda uygulanmalı.
TSK hem temelini oluşturan disiplini üzerine, hem de kamuoyu nezdindeki sevgi ve itibarı üzerine titrer. Son günlerde iç hizmetler yönetmeliği ile ilgili değişiklik ve tartışmalar askeri muhakkak üzmüştür. Olayların temelinde, yukarıda da işaret ettiğim gibi; kamuoyunun olup biteni anlama, öğrenme arzusu yattığından, bu açlığı giderme için resmi çevrelerin gerekli önlemleri almamış olmalarının soruna kaynaklık ettiği kabul edilmelidir.
Sorun, bıkıp usanmadan yıllardır üzerinde durduğum TSK’nın halkla ilişkiler ve enformasyon hizmetlerindeki çağdaş beklentilere yanıt verememesinden ileri gelmektedir.
‘Durum doğru ve eksiksiz şekilde saptanmadan kamuoyuna bilgi verilemez’ diyen komutan, kendi açısından haklıdır. Komutanın çevresindeki karargâhı da aynı kanıda olduğunda bu yaklaşımının yanlışlarını ortaya koyup fikrini değiştirmezler... Ama demokratik bir ülkede olup bitenler hakkında, verilebileceği kadar bilginin resmi ve yetkili kaynaklarca verilmesinin de, asla vazgeçilmeyecek bir koşul olduğunu anlatamazlar.
Resmi kaynakların bu işlevi yerine getirmemelerinden çok mahzur doğar. Doğru haberin verilmemesi kasıtlı söylentilere ve uydurmalara olanak sağlar.
Yayın yasakları da, ne kadar doğru gerekçelere dayansa bile, neticede etkisiz kalırlar. Arzulanan hedeflere asla ulaşamazlar.
Radikal, 23 Kasım 2007
|