Şikâyet konusu olan şey bilimsel bir toplantı. Bediüzzaman Said Nursî’nin adı, bu toplantıya THY’nin sponsorluğu yüzünden gündeme geliyor. Toplantı uluslararası nitelikte.
Dünyanın değişik yerlerinden, ağırlıklı olarak Batı dünyasından bilim adamları bir araya geliyor ve ciddi ve önemli konuları konuşuyorlar. Nelerin konuşulduğuna, bu toplantının niçin yapıldığına dair küçük bir merak belirtisinin yerine eleştirmek için doğal bir ayrıntı ön plana çıkıyor.
Said Nursî’nin, “Bediüzzaman” sıfatıyla anlatılan dinî rehberliğini dikkate almayanların bile bir toplum önderi olarak yakın tarihimizdeki önemli yerini teslim etmeleri gerekir. Said Nursî olmadan modernleşme tarihimiz yazılamaz. Bu büyük alimin bu kadar derin izler bırakması, fikrî mirasının yanında toplumu temsil edici kişiliği yüzündendir.
Yakın tarihin modernleştirici dinamikleri tek taraflı değil. Aydınlarını ve âlimlerini savaşta tüketmiş bir toplumun başına, dar bir seçkin azınlık kadro musallat oldu. Merkeze, devletin içine bürokrasiyi tekellerine alarak oturup, tanımadıkları toplumu bir yandan uzaklarında tutup öbür taraftan da değiştirmeye giriştiler. Cumhuriyet’in elitleri, kendi iktidarlarını sağlamlaştırmak için toplumu merkezin dışında tutacak çareler aradılar. Sorun Cumhuriyet’in değerleri veya çağdaşlaşma ideali değildi. Modernleştirici programların öncelikli amacı da bu seçkin bürokratik iktidarı pekiştirmekti. Çağdaş değer ve idealler, toplumu yabancılaştıracak ve merkezin uzağında tutacak şekilde yorumlandı ve seferber edildi.
Bu zorlamaların, baskıların ve tepeden inme modernleşme hamlelerinin çevrede, yani toplumun geniş kesimlerinde sert karşılıklar görmesi gerekiyordu. İran ve Mısır tarihi ile mukayese edildiği zaman daha açık görülür ki, Türkiye daha barışçı ve sağlıklı bir toplumsal muhalefete sahip olmuştur. Üzerine basarak söylüyorum: Bu muhalefet öncelikli olarak dinî veya siyasî bir muhalefet değil, doğrudan toplumun ihtiyaçlarını ve arayışlarını gözeten toplumsal bir muhalefettir. Tek Parti Diktası’nın ve modernleşmenin bu en sancılı evrelerinin toplumsal muhalefetini ise neredeyse tek başına Said Nursî temsil etmiştir. Risale-i Nur Hareketi, modernleştirici aydın bürokrat elitlerin tam karşısındaki toplumun, en sağlam ve istikrarlı, sonraları bir geleneğe dönüşen temsiliyetini üstlenmiştir. Said Nursî’nin ısrarla siyasetin dışında kalması ve izleyenlerine de siyaseti değil aydınlanmayı telkin etmesi, bu toplumsal niteliği yansıtır. Toplumsal muhalefetin farklı tonlarını da etkileyen, bütün dinî hareketleri de belirleyen bu ana damar, Türkiye’de din eksenli kutuplaşmaların neden şiddet içermediğini de açıklamaktadır.
Modernleşme tarihimizin merkez akımlarını yeteri kadar biliyoruz. 19. yüzyıl pozitivizminden esinlenen modernleşme projelerinin ne kadar sığ ve tarih dışı olduklarını tecrübe ederek anladık. Ama, çevrenin merkezle olan rekabetinde nasıl bu kadar dengeli ve sağlıklı karşılıklar üretebildiğini, kırılma veya dağılma yerine bütünleştirme eğilimlerinin nasıl bu kadar güçlü olabildiğini yeteri kadar bilmiyoruz. Bediüzzaman Said Nursî’nin başlattığı ve bugün bir ana gelenek olarak devam eden Risale-i Nur Hareketi’ni sadece bir dinî hareket olarak gördüğümüz sürece de anlayamayacağız.
Türkiye karşılaştığı devrevî krizlerde sağlıklı çözümler üretebildiyse, toplumu ve ülkeyi çözülmeden bir arada tutabildiyse başta Said Nursî olmak üzere, toplum önderlerinin üstlendiği hayatî rollere çok şey borçlu. Toplum önderlerine yönelik bu entelektüel ilginin mutlaka “toplumsal olan” ile “dinî olan” arasındaki bütünlüğü fark etmesi ve bu zenginliği kısır laiklik tartışmalarında tüketmemesi gerekir. Dünyanın her yerinde sivil toplumsal gelenekler dinî bir muhtevaya sahiptir. Batı tarihi için son derece doğal olan bu özelliği, neden kendi toplumumuza yabancılaştırıyoruz?
Said Nursî ile Şeyh Said’i birbirine karıştıran yaygın bir cehalet var. Bu cehalet, uluslararası niteliği olan bilimsel bir toplantıyı sadece küçük bir ayrıntıdan yakalayarak ilgi menziline alıyor. Halbuki Said Nursî ve başlattığı hareket hakkında bir şeyler bilmek, bugünü ve geleceği anlamak için mutlaka gerekli.
Zaman, 23 Kasım 2007
|