John Mearsheimer ile Stephen Walt’ın birlikte kaleme aldıkları, bir kaç yıl önce yayınladıkları ‘İsrail Lobisi’ başlıklı makaleleri daha da genişletilerek kitap halinde yayınlandı. Oldukça kapsamlı bir araştırmanın ürünü olan bu esere yakın tarihte Samuel Huntington’ın ünlü Medeniyetler Savaşı başlıklı çalışmasından sonra en çok ses getirecek eser olarak bakılıyor. Kitapta Türkiye’yi de yakından ilgilendiren lobinin çalışmaları hakkında ayrıntılı bilgiler yer almakta. Walt ve Mearsheimer, Amerikan dışpolitikası üzerinde çok farklı çıkar odaklarının etkili olduğunu dile getirdikten sonra, Ortadoğu sözkonusu olduğunda İsrail’in tercihlerinin her zaman önceliği olduğunu, bunun da Amerikan çıkarlarından daha çok lobi’nin gücünden kaynaklandığını ileri sürüyor. Bu açıdan Beyaz Saray’da Türkiye’nin müzakere masasına oturduğu güç sadece Amerika değildi.
Irak’a karşı savaş kararının arkasında da bilindiği gibi lobi’nin güçlü isimleri yeraldılar. 1997 yılında neo-con’ların ‘Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi’ne imza koyanlar daha sonra 11 Eylül’ün meydana getirdiği ortamda planlarını tatbik etme şansını buldular. Tanrı’nın kendisine Irak’a demokrasi götürmesini istediğini söyleyen bir Başkan ve terörden gözü korkmuş bir kamuoyu sayesinde bu amaca ulaştılar. Irak Arap Dünyası’nın en güçlü ülkesiyken bugün hiçkimsenin geleceğine dair ümitli olmayı başaramadığı bir karmaşaya döndü. Savaş neticesinde dolaylı olarak bir milyon sivilin hayatını kaybettiği tahmin ediliyor. Bu yakın tarihteki en ciddi insan kıyımıdır. Şimdi aynı planlar bu defa İran konusunda ısındırılıyor. Benzer hayallerle girişilecek bir İran macerasının bu defa bütün Ortadoğu’yu bir alev çemberine atma riski var.
YAHUDİ VE KÜRTLERİ
AKRABALAŞTIRMA ÇABASI
İsrail lobisi’nin Ortadoğu’ya yeniden ‘dizayn’ verme projesinin bir parçasını Kürt kartı ve Kuzey Irak’ta oluşturulacak yapılanma teşkil ediyordu. İsrail’in Kürtler üzerinde çok uzun süredir devam eden alakası biliniyor. Mossad, 1960’lı ve 70’li yıllarda Irak yönetimine karşı Kürtleri silahlandırmaya başladı ve özellikle Mustafa Barzani’yle yakın dostluk ilişkileri kurdu. 2003 Savaşı’ndan önce İsrail kaynaklı yayınlarda yoğun bir Kürt ilgisi gözlemleniyordu. Örneğin İsrailli bilim adamları Yahudi ve Kürt ırkları arasında genetik akrabalık ispatı peşindelerdi. Nihayet 2003 Irak savaşıyla Kuzey Irak’ta ortaya çıkan yapılanmaya İsrail yoğun bir şekilde müdahil oldu. İsrailli yöneticiler Kuzey Irak’ta bağımsız bir Kürt devletine söylem bazında destek verdiler.
Bütün bu ilgiye rağmen İsrail ısrarla Kürtlere olan ilgisinin Türkiye’yi kapsamadığını söylüyor ve bu konuda güvence veriyordu. Zaten Soğuk Savaş ortamında PKK Marksist-Leninist ideolojisiyle Sovyet ve Sovyetlerin Arap ülkelerindeki müttefiklerinden alıyordu. Ancak Soğuk Savaş’ın bitmesiyle birlikte PKK logosundaki orak-çekici çıkarıp, üzerindeki Marksist ceketi çıkarıp attı ve Batı nezdinde seküler bir etnik bağımsızlık hareketi imajı vermeye çalıştı. Bu arada 1998 yılında Öcalan’ın Suriye’den çıkarılması Türkiye ile Suriye arasında yakınlaşma fırsatı doğurdu. Artık Kürtler İsrail’in safına geçerken, Türkiye ise Suriye ve İran’la yakınlaşmaya başlamıştı. AK Parti iktidarı kendisini bu değişen Orta Doğu atmosferinde buldu ve yeni değişikliğe ayak uydurmakta zorlanmadı. Ortaya çıkan bu değişiklik AK Parti iktidarının Orta Doğu’ya yakınlaşma gayretinden değil, Soğuk Savaş sonrası değişen stratejik dinamiklerden kaynaklanıyordu. Nitekim bu değişen dengelerin bir göstergesi de geleneksel olarak Ermeni tasarısı konusunda Ankara’nın tezlerini destekleyen İsrail lobisinin artık saf değiştirip, tasarının arkasında durmasıydı. Daha sonra bu desteği çekip Ankara’ya göz kırpan da yine İsrail lobisi oldu.
2003 Irak Savaşı’yla birlikte Kuzey Irak’ın kendi başına buyruk, otonom bir bölge haline gelişi o tarihe kadar sinmiş durumda bekleyen terör örgütü PKK için yeni bir fırsat alanı doğurdu. Türkiye’de bazı realpolitik görüşlerin Amerikan askerlerine Türkiye üzerinden geçiş imkanı verilmemesinin Amerika’yı kızdırdığı ve bu nedenle Türkiye’nin Irak’la ilgili elindeki kartları kaybettirdiği iddia ediliyorsa da bu iddia sahipleri bölgede Soğuk Savaş’la birlikte meydana gelen geniş kapsamlı jeostratejik değişimin farkında değiller.
Değişen yeni güvenlik atmosferinde Türkiye Amerikan askerlerine geçit olmuş olsaydı da İsrail’in bölgede kendisine yeni bir müttefik arama arzusu sürecekti. Bu durumda Türkiye’ye içtenlikle teşekkür edilecek, ancak sonra şu ana kadar yaşadıklarımız yine yaşanmaya devam edecekti. Amerika’nın Türkiye’ye müteşekkir kalışı kesinlikle İsrail ve ABD’nin Irak’taki uzun vadeli ve geniş kapsamlı planlarını engellemeyecekti.
KÜRTLERİ BİRLEŞTİRME HAYALİ
Bush’un Erdoğan’la görüşmesinden sonra ‘ortak düşman’ ilan ettiği PKK’nın giderek Amerika’nın siyasi etkisi ve kontrolü altına girdiğini görüyoruz. PKK tarafından esir alınan sekiz askerin serbest bırakıldıkları noktadan alınıp, bir Amerikan uçağıyla yanlarında Amerikalı komutan olduğu halde Ankara’ya teslim edilmesi ortadaki manzara hakkında yeterli ipucu veriyor. Kayıp Amerikan silahlarıyla güçlendirilmiş PKK’yı bu güçler için özellikle cazip hale getiren aynı zamanda İran Kürtlerini mobilize edip, İran’a karşı kullanılabilen bir örgüt olmasıdır. İbrahim Karagül’ün de tespit ettiği gibi PKK, İran’da Kürtleri örgütleme ve İran’a karşı terörist eylemlere kışkırtmak gibi bir görevi Amerika ve İsrail adına üstlenmiş görünüyor. Bu projeye yakın zamanlarda işaretleri ortaya çıktığı gibi Suriye içindeki Kürt unsurlar da dahil edilecekler. İsrail kendisini yalnız hissettiği Türk-Arap-Fars stratejik havzasında Kürt kartını kullanarak bir manevra alanı açmak ve müttefik kazanma derdinde.
PKK bu stratejinin vurucu gücü olarak devreye sokuluyor ve üstelik Marksist ideolojik temeli nedeniyle İslam’dan kaynaklanan ortak geçmişi bütünüyle inkar ettiği için böyle bir misyon için son derece uygun görünüyor. Türkiye’nin bu duruma karşı bir tarafta etnik gerilimi azaltmaya yönelik kendi iç siyasi politikalarını gözden geçirirken, diğer taraftandan da bölgede ortaya çıkan yeni dinamiklere karşı bölge ülkeleriyle birlikte adım atmak zorunda. Kürtleri kayıp akrabası ilan eden İsrail’in safına sürükleyen ve elverişli müttefikler haline getiren faktörün son tahlilde Türkiye, İran ve Arap ülkelerinin ihmal ve tavırları olduğu unutulmamalı.
Doç. Dr. Hasan KÖSEBALABAN
Yeni Şafak, 19.11.2007
|