17. Hayatı hissedin:
Yaşadığımızı hissetmenin yolu, şimdiyi yaşamaktır. Hayalen geçmişte ve gelecekte yaşamak, hayalî yaşamaktır. Çünkü gerçek hayat sadece şimdidir. Zihinlerini ölmüş geçmişte ve doğmamış gelecekte yaşatanlar, şimdiki zamanda yaşamaya mahkûm olan bedenlerini öldürürler.
Yüzyıl önce yaşayan insanlar, şimdi yoktur. Yüz yıl sonra caddelerin ve sokakların nasıl bir şekil alacağını da bilmiyoruz. Şimdiyi yaşamak, şimdi hissettiklerimizin, şimdi yaşadıklarımızın eseri olmasıdır.
Hayat, yakamozlar gibidir. Varlığa çıkış şimdiki andır. Sevmek şimdidir, ağlamak şimdidir. Şimdiler, tembellere yer veremeyecek kadar hızlı akıyor. Hepimizin hayatı, parıltı gibi ânlıktır. Hayatın akışını hızlandırarak izleyebilseydik, insanların ışık hızında dünyaya gelip gittiklerini görecektik.
Çalışmamıza iyice odaklanırsak, ürettiklerimize ruhumuzu nakşederiz. Derinlerden ve uzaklardan getirilen hazine daha değerlidir. Şimdiki zaman bilincinde yaşarsak, bütün enerjimiz işimizde odaklaşır. Bu odaklanma sayesinde gücümüz yükselir. İnsan gücünü geçmişe ve geleceğe ve birden çok konuya dağıttığı için, belli bir âna ve işe düşen dikkat enerjisi azalır.
Zaman ve zihin birbirinden ayrılmaz. Zihinden zamanı ayırın, zihin durur ve siz onu kullanmayı seçmedikçe öyle kalır. Kendimizi kendimizle karşılaştıralım; düne göre bugün yeni bir bilgi öğrenmişsek doğru yoldayız demektir.
Yeryüzünde dünya lezzetini alma açısından hayvanlara yetişemezsiniz. Çünkü onlar sadece şimdiyi yaşıyorlar. Hayatın ağır yükünü yere bırakalım, üzerine oturalım. Allah, hiç kimseye taşıyamayacağı yükü yükletmeyeceğini vaat ediyor. Hayatta ezilmemizin sebebi, hayatın sırtımıza zorla yüklediği çakıl taşları değil, bizim koşarak altına girdiğimiz dağlardır. Acıyı çekmek zorundaysak, onu geldiği zaman çekmeyi öğrenmeliyiz.
Bediüzzaman Said Nursî hayatı hissetmenin yollarını şu sözleriyle açıklar: “Acaba geçmiş günlerdeki ibadet külfetini ve namazın meşakkatini ve musibet zahmetini, bugün düşünüp muzdarib olmak, hem gelecek günlerdeki ibadet vazifesini ve namaz hizmetini ve musibet elemini, bugün tasavvur edip sabırsızlık göstermek hiç kâr-ı akıl mıdır? Geçmiş günlerin zahmeti, bugün rahmete kalbolmuş; elemi gitmiş, lezzeti kalmış. Külfeti, keramete iltihak ve meşakkati, sevaba inkılâp etmiş. Öyle ise ondan usanç almak değil, belki yeni bir şevk, taze bir zevk ve devama ciddî bir gayret almak lâzım gelir. Gelecek günler ise madem gelmemişler. Şimdiden düşünüp usanmak ve fütur getirmek; aynen o günlerde açlığı ve susuzluğu ile bugün düşünüp bağırıp çağırmak gibi bir divaneliktir. Madem hakikat böyledir. Âkıl isen, ibadet cihetinde yalnız bugünü düşün ve onun bir saatini, ücreti pek büyük, külfeti pek az, hoş ve güzel ve ulvî bir hizmete sarf ediyorum, de. O vakit senin acı bir füturun, tatlı bir gayrete inkılâp eder.” (Sözler, s: 244) Dövülmeden ağlamayın!
18. Sabrı güçlendirin:
İşlerimiz çok büyük olduğunda, onları bir bütün olarak düşünmek cesaretimizi kırar. Kimse, bir kitabı bir gecede yazmamıştır. Ama insanlar bir gecede ünlü olmayı bekliyorlar. Büyük işleri başarmak, küçük işleri başarmanın sonucudur. Bin basamağı birer çıkacağız. Hayatın beni yıldırdığı zamanları hatırlarım. Her sabah erkenden tıraş olup işe gitmek, her gün beş defa namaz kılmak, kütüphaneler dolusu kitap okumak…
Ağır ve yorucu işler yapıyor olabiliriz. Dayanmak istiyorsak, daha ne kadar yorulacağımızla ilgilenmemeliyiz.
Daraltılmış zaman bölmelerinde yaşamak, işleri bölerek küçültmek demektir. Akşam iki bardak su içmek ve bir tabak patates yemek çok mu zor? Ama 60 yıllık bir hayatta 60 ton su içiyor ve iki kamyon patates yiyoruz. Yaratıcımız hayatımızı bölümlere ayırmış: Yıllar, mevsimler, aylar, günler, saatler, dakikalar, saniyeler, saliseler, aşireler. Başarı maratonumuzu bölümlere ayırmazsak, tabiatın ritmiyle bütünleşemeyiz. Küçük kalbimiz günde 100 bin defa atar, her yıl damarlarımızda tonlarca kan dolaşır. Büyük zaman bloklarında hayal ediyoruz; oysa küçük zaman dilimlerinde yaşıyoruz. İşlerimizi yaşadığımız dilimler kadar bölümlerinde düşünürsek, her yükün altından kalkabiliriz.
Said Nursî, sabır kuvvetini içinde bulunulan âna vermenin önemini vurgulamaktadır: “Bil ki dünkü gün senin elinden çıktı. Yarın ise senin elinde sened yok ki, ona mâliksin. Öyle ise hakikî ömrünü, bulunduğun gün bil. Lâakal günün bir saatini, ihtiyat akçesi gibi, hakikî istikbal için teşkil olunan bir sandukça-i uhreviye olan bir mescide veya bir seccadeye at. Hem bil ki: Her yeni gün, sana hem herkese, bir yeni âlemin kapısıdır. Eğer namaz kılmazsan, senin o günkü âlemin zulümatlı ve perişan bir halde gider, senin aleyhinde âlem-i misalde şahadet eder. Zira herkesin, her günde, şu âlemden bir mahsus âlemi var. Hem o âlemin keyfiyeti, o adamın kalbine ve ameline tabidir. Nasıl ki âyinende görünen muhteşem bir saray, âyinenin rengine bakar. Siyah ise, siyah görünür. Kırmızı ise, kırmızı görünür. Hem onun keyfiyetine bakar. O âyine şişesi düzgün ise, sarayı güzel gösterir. Düzgün değil ise, çirkin gösterir. En nazik şeyleri kaba gösterdiği misillü; sen kalbinle, aklınla, amelinle, gönlünle, kendi âleminin şeklini değiştirirsin. Ya aleyhinde, ya lehinde şahadet ettirebilirsin..” (Sözler, 21. Söz) .
Bediüzzaman; aklın istikametle kullanılmaması, şirke ve küfre düşmesi halinde de, geçmiş zamanın elim hüzünlerini ve gelecek zamanın vahşi korkularını insanın başına toplattıran meş’um bir işkence aleti olacağını söylemektedir. (Şuâlar, s. 20 YAN)
19. Duygularınızı güçlendirin:
Hayallerimiz, şuurumuzu geçmişe ve geleceğe, duygularımız ise şimdiye taşır. Şimdiki ânı etkin yaşamak istiyorsak, şu ânda yaptığımız şeye beş duyumuzu alabildiğince katmalıyız. Yaşadığımızı hissetmek istiyorsak, şimdiye bakmalı, dokunmalı; şimdiyi koklamalı, dinlemeli ve tatmalıyız. Gülü şimdi koklayabiliriz, elmayı şu anda yiyebiliriz, elimiz başkasının eline şimdi dokunabilir, şimdi görebiliriz. Gözlerimiz kapandığında, çiçek bahçelerini göremiyoruz. Kulaklarımızı kapattığımızda kâinatın senfonisini dinleyemeyiz. Tenimizi kullanmadan bir kediye dokunamayız.
Duygularımıza yatırım yapalım. Duygularımızı tam olarak kullanalım. Bulunduğumuz yerde olalım. Çevremize bakıp, yorumlamayalım. Işığı, şekilleri, renkleri, dokuları görelim. Sesleri dinleyip, onları yargılamayalım. Bir şeye dokunalım ve onun varlığını hissedelim. Onu kabul ve tasdik edelim. Bizi şimdiki zamana bağlayan duygularımızdır. Şu anda baktığımızı daha net görelim. Şimdi duyduğumuzu daha net dinleyelim. Hayatı ne kadar canlı yaşadığımız, duygularınızın ne kadar uyanık olduğuna bağlıdır.
20. Kavrayışınızı geliştirin:
Kavrayışımız dikkat yeteneğimize ve öğrendiğimiz anlam bilgisine bağlıdır. Daha dikkatli olan, daha çok kavrar. Ayrıca olaylardan daha çok mânâ çıkarabilen de daha çok kavrar. “Dikkatimizin ve kavrayışımızın” gelişmesi, şu anda yaptığımızın iyice içine girmemize, onu tam ve kapsamlı algılamamıza yol açar. O öylesine dünyamızı doldurur ki, başka şeyleri düşünmeye fırsatımız kalmaz.
Dikkat:
Aynı konunun birim zamanda bilincimizde tekrarlanma sayısıyla ifade edilebilir. Dikkat düzeyimiz, aldığımız duygusal muhtevaları fark etme düzeyimizi belirler. Çevremizdeki sesleri duyuyoruz; ama dinliyor muyuz? Dikkat zayıflığının etkisi uyuşturucu etkisine benzer. Meselâ, uyuşmuş el, dokunduğunu hissetmez. Dikkatimizi fiilimize odaklandıralım. Bunun için sorgulayıcı bakalım: Bu nasıl bir koku? Bu nasıl bir ses? Bu nasıl tat? Bedenimizin yaşadığı şimdiyi, ruhumuza da tattıralım. Şuurumuzu uyanık tutalım ki, pencerelerden görünenlere ruhumuz da aksın. Hayallerimiz şimdi hissedeceklerimizi çalmasınlar, mutluluğumuzu kaçırmasınlar. Hayallerimize mutluluğumuzu çaldırırsak, bizi zaman ve ömür hırsızına dönüştürürler. Dikkat, değişim-dönüşümün anahtarıdır. Tam dikkat ayrıca kabul etmeyi de içerir. Dikkat bir ışık huzmesi gibidir. O bilincimizin odaklanmış gücüdür ve bu güç her şeyi kendisine yani bilince dönüştürür.
Anlam bilinci:
Kültürsüz ve eğitimsiz insanların şimdiyi yaşayabilme potansiyelleri düşüktür. Kâinattan en büyük coşkuyu alanlar, kâinatı en iyi tanıyanlardır. Resim san’atından anlamazsak, tablolara duygusuz bakarız. Anlamlarını bilmediklerimizi güçlü duygularla algılayamayız. Salonumuzdaki çiçekleri cansız şeyler sandığımızda ne hissederiz? Yediğimiz elma ağaçtan yere düşmüş bir meyveyse ona ne kadar önem veririz? Yoksa o, Kâinat Sultanının, bize sunduğu bir hediyeyse, ne kadar zevk alırız? Kâinatı, eşyaları, anlamlarını ve değerlerini tanıdıkça şimdiyi daha canlı yaşarız.
Hayal ve eylemi ayırın:
“Şimdi bilincimiz” şu ândaki hayalî veya fiilî tüm yaşadıklarımıza değil, şu ânda yapmayı seçtiğimize odaklanmalıdır. Kitap okurken, akşam izleyeceğimiz maçı hayal etmemeliyiz.
Ruhumuz, “sonsuzlukta” yaşamak üzere yaratılmıştır. Sonsuzluk şimdinin sonsuza kadar devam etmesidir. Ahiret sonsuzluğun, dünya ise yokluğun ifadesidir. Şu saniye dışındaki saniyeler yoktur. Geçmiş şimdi yok olduğundan, gelecek de henüz var olmadığından yoktur. Ancak bu dünyada geçmiş ve gelecek, varlık çizgisinden bir ân geçmiş olacak ve o ânın adı “şimdi” olacaktır.
Mutlak surette şimdiyi yaşayamayız. Bunu en iyi başaranlar hayvanlardır. Oysa Rabbimiz bizi ruhumuz aracılığıyla sonsuzluk bilincine alıştırıyor. Geçmişi hatırlamalı, geleceğe planlar yapmalıyız. Bir eser üzerinde çalışıyorsak, yalnızca şimdiyi yaşamalıyız. Olağanüstü eserler ve icatlar, bir şeye odaklandığında, ilgisiz her şeyden kopabilen bilinçlere sunulmuştur.
Bilincinizi kontrol edin:
Disiplinsiz bilinçler şimdiki zaman bilincini koruyamazlar. Beynimiz sürekli akan film şeritleri gibi görüntüleri gün boyunca izlemeye devam eder. Bilincimizi kontrol etmezsek, çevresel imajlar nereye iterse oraya sürüklenecektir. Düşünmüyorsak; sürükleniyoruz. Çevremizdeki konu değişince beynimizdeki konu değişiyor. Beynimiz lokomotif olmaktan çıkıp vagon oluyor. Düşünce gemimizin kaptanını değil, yolcusu oluruz. Bu geminin hangi buz dağına çarpacağını siz tahmin edin. Beyni disipline etmek için neler yapılabilir?
Hatırlatıcı pusulalar kullanın:
Önümüzde bulundurduğumuz boş kâğıda düşüneceklerimizi yazabiliriz.
Hayatınıza hedef koyun ve iş verin:
Hedefimiz ve yapılacak işlerimiz yoksa, tekniklerimiz bir işe yaramaz. Zihnimizi meşgul edecek hedefler ve işler vermeliyiz. Bu gönüllü işler de olabilir.
Sorumluluk hissedin:
Kendimizden ve akrabalarımızdan sorumlu olduğumuzu düşünebiliriz.
Faydalılık sorgulaması yapın:
Kurduğumuz bu hayalin ve yaptığımız bu işin bize veya çevremize bir faydası var mı? Faydasız şeylerle ömrü harcamak bize ıztırap vermiyor mu? Bunları düşünelim. Hayat telkindir.
Kesintisiz ilerleyin:
Şimdi bilincinin en tehlikeli düşmanı, çalışmamızı kesintiye uğratan parazitlerdir. Bir konuya odaklandığımızda yarım kalan ve unutulan diğer işler aklımıza gelmeye başlar. Bazen çalışmaya ara verir, yarım kalan işlere koşarız. Kitap okurken aklımıza, arkadaşımıza telefon etmek gelir. Zihnimiz bir işe odaklanmak için zamana ihtiyaç duyar. Bir işe tam odaklanmışken, yeni bir işle ilgilenmek için ara veririz, odaklandığımız işi kaybedeceğiz. Bu durum zaman ve verimlilik kaybına sebep olacaktır. Belli bir iş üzerinde çalışırken aklımıza gelen diğer işleri, yanımızda bulunan ajandamıza not edebiliriz.
Başladığımız bir işe ara vermemizin sebebi başka işi ondan daha önemli görmemizdir. Prensip olarak en önemli iş, başlanılan ve bitirilmesi gereken iştir. Bir amacı varsa, hiçbir iş önemsiz değildir. Büyük sonuçlar üretmemize yol açan işler küçük işlerdir. İşimize ne kadar önem verirsek, onu o kadar iyi yaparız. En iyisini yapamamamızın sebeplerinden biri tecrübesizlikse, diğeri işimize hak ettiği önemi vermememizdir. Şu anda yaptığımıza ne kadar önem verirsek, kendimizi lüzumsuz meşguliyetlerden o kadar kurtarırız. Önem nasıl artırılır? Kitap mı yazıyoruz? Şu anda okuyacağımız makale sayesinde adeta bütün kitabı yazmış gibiyiz demektir.
“Eğer şu dünya hayatına müştaksan, mevtten kaçarsan kat’iyyen bil ki: Hayat zannettiğin hâlât, yalnız bulunduğun dakikadır. O dakikadan evvel bütün zamanın ve o zaman içindeki eşya-i dünyeviye, o dakikada meyyittir, ölmüştür. O dakikadan sonra bütün zamanın ve onun mazrufu, o dakikada ademdir, hiçtir. Demek güvendiğin hayat-ı maddiye, yalnız bir dakikadır. Hattâ bir kısım ehl-i tedkik, ‘Bir âşiredir, belki bir ân-ı seyyaledir.’ demişler.” (Sözler, 436)
Geçmişe dönmek artık mümkün değil, geleceğin neler getireceğini bilemeyiz ve kendi isteğimizle ulaşamayız. O halde elimizde ne var? Ulaşabileceğimiz şimdiki zaman, sonsuz bir şimdiki zaman. Her şey şimdiki zamanda oluyor. Hayatı dolu dolu yaşamak istiyorsak, şimdiki zamanı çok iyi değerlendirmeliyiz. Muhtemelen bu gelecek zamanda da dolu dolu yaşayacağımızın bir işareti olacaktır. Her şey bir tek kararımıza bağlıdır.
Dikkatin dağılması:
Hayallerimizi biz sürüklersek, dikkatimizi biz yönetiriz. Fakat hayallerimiz bizi sürüklerse kontrolümüzü kaybederiz. Hayatlarını hayallerine teslim edenler, gerçekleri yaşayamazlar. Hayallerimiz geleceğimizin yolunu çizdikleri ve zihni zaman boşluklarını coşkulu anlamlarla doldurdukları sürece kıymetlidirler. Değilse, tehlikeli saplantılara dönüşürler.
Ânı yaşamayan beden ânı öldüren bedendir. Şu ânda bir şey yapmıyorsak, bedenî varlığımızı çöplüğe atıyoruz demektir. Bugün sabah hazine sandığımıza konulan 86 bin 400 altınla uyandık. Saniyelerimiz boyunca ticaret yapacağız. Yarın sabah uyandığımızda, aynı sermayeyi bulamayabiliriz. Sermayemiz manevî ordumuzdur ve biz cephenin merkezinde bulunuyoruz. Sağ taraftaki gelecek henüz karanlıktır. Güneş, yarınlarınızı aydınlatmamıştır. Sol tarafımızdaki geçmişte ise güneşler batmış, ölü şehirler ulaşılamaz dağların ardında kalmıştır. Şimdi biz tam burada bulunuyoruz.
Şimdi biz, sonsuzluk yolcuları olarak burada birlikteyiz. Şu anda yaptığınız şey “ânı doğru yaşamak” değil midir? Niçin geçmişteki ölü acılarımızla, toprak olmuş zevklerimizle meşgul olalım? Niçin gelecekle ilgili endişelerimizle, şu ânımızı karanlığın sessizliğine terk edelim?
Geçmişe ve geleceğe, elbette ihtiyacımız vardır. Geçmişe, orada bulunan tecrübelerden ders almak için bakmalıyız. Geleceğe, planlarımızı yapmak için yönelmeliyiz. Geçmişle gelecek arasındaki geçişler kontrollü olmalıdır. Şimdimizi asla bu iki ölü deniz arasında yok etmemeliyiz. Çünkü, eser üretirken kullandığımız tek ân, şu ândır. Yumruğumuzu bütün gücümüzle şu ândaki yeis/ümitsizlik düşmanına atmalıyız. Her ân geçmişi geride bırakalım. Bizim ona ihtiyacımız yoktur. Ona sadece şimdiki ânı mutlak şekilde ilgilendirdiğinde başvuralım.
Şimdiki acılar, korkular ve endişeler:
Acımızın iki düzeyi vardır: Şimdi ortaya koyduğumuz acı, geçmişten gelen ve hâlâ zihnimizde ve bedenimizde yaşayan acı. Acının yoğunluğu şimdiki âna karşı direnmenin derecesine bağlıdır. Zihin daima şimdiyi yadsımaya ve ondan kaçmaya çalışır. Biz şimdiyi ne kadar çok onurlandırır ve kabul edersek, acıdan, ıztıraptan o kadar çok kurtuluruz. Zihin, kontrolü elinde tutabilmek için, sürekli olarak şimdiki anı geçmiş ve gelecekle örtüp gizlemeye çalışır. “Şimdiki ân”dan kaçtığımızda, ruhlarımız yükseklerde uçarken, bedenlerimiz sokaklarda sürüklenen robotlar gibidir. Şu ândan acı verdiği için kaçarız.
Şu ânda fakiriz. Fakirliğimizi düşünmekten kaçıyoruz. Ertelediğimiz işlerimiz var. Onları hatırlamaktan korkuyoruz. Yapacağımız zaman acı çekeceğiz. Hayallerimiz bilincimizi uzaklaştıramıyorsa, alkole, uyuşturucuya, sigaraya sarılıyoruz.
Yaşadığım kaçışları hatırlıyorum: Zamanında bitirilemeyen tezler, cevapları geciken mektuplar, yarım kalan makaleler, konuşmalar, araştırmalar…
Kaçtığımız düşman peşimizden koştukça azgınlaşıyor. Bir defa üzüleceksek, bin defa üzülüyoruz. Bir kez kaybetmenin acısını bin defa yaşıyoruz. Acıları şimdiye her çağırışımızda, ruhumuza onları tekrar tekrar yaşatıyoruz. Gençliğinizde kimsenin bükemediği bilek artık yoktur. Oyalandığımız yıllarda eğlenmek yerine, geleceğimizi çok daha güzel inşa edebilirdik. Mutluluğu gerçekler yerine hayallerinde arayanlar, mahkûm oldukları gerçekler tarafından reddedilirler.
Korkular hayatı tahrip etmek için değil; korumak için verilmiştir. Bizim elimizi ateşe sokmamanızın sebebi korku değil, elimizin yanacağını bilmemizdir. Korkunun görünüşte birçok sebebi vardır. Kaybetme korkusu, incinme korkusu, vs… Bütün korku egonun ölüm, yani yok olma korkusudur.
Sonuç:
Yeteri kadar sebebiniz varsa, her şeyi şimdi yapabilirsiniz. Siz neye hazırsanız, o da sizin için hazırdır. Her yeni gün yeni bir fırsattır... Ve yeni bir 86 bin 400 altın... Pusulada yazılanlara dikkat!.. Bu fırsatları değerlendirmek için ne bekliyoruz? Hemen bugün, şimdi... Geri kalmak hatadır.
İnsanın kendini tamamen adadığı ân İlahî takdir harekete geçer. Gerçekleşen her şey başka türlü gerçekleşemeyecek bir şeyin olmasına yardım eder… Rüzgârın nasıl estiği fark etmez. Asıl fark, yelkenlerinizi nasıl açtığınızdır. Bugün yapacağınız seçimler yarın nerede olacağınızı belirler. Yaşadığınızı her ân hissetmek istiyorsanız, şimdiye bakmalı, dokunmalı; şimdiyi koklamalı, dinlemeli ve tatmalısınız.
Bir yılın değerini anlamak için: Final sınavını geçememiş bir öğrenciye sor.
Bir ayın değerini anlamak için: Erken doğum yapmış bir anneye sor.
Bir haftanın değerini anlamak için: Haftalık bir gazetenin editörüne sor.
Bir saatin değerini anlamak için: Buluşmak için birbirini bekleyen arkadaşlara sor.
Bir dakikanın değerini anlamak için: Treni, otobüsü ya da uçağı kaçıran birine sor.
Bir saniyenin değerini anlamak için: Bir kazadan sağ çıkan birine sor.
Bir milisaniyenin değerini anlamak için: Olimpiyatlarda gümüş madalya kazanmış birine sor.
Zaman kimse için beklemez. Sahip olduğun her anın kıymetini bil. Onu bazı özel kişilerle paylaştığında değerini daha iyi bileceksin.
KAYNAKLAR:
1- Bilkent Üniversitesi, Öğrenci Dekanlığı, Öğrenci Gelişim ve Danışma Merkezi
2- Bozdağ Muhammed, Düşün ve Başar, İstanbul, 2003,Nesil Yayınevi.
3- Nursî Bediüzzaman Said, Sözler, İstanbul, 2004. Yeni Asya Neşriyat.
4- Nursî Bediüzzaman Said, Mesnevi-i Nuriye, İstanbul, 2004. Yeni Asya Neşriyat.
5- Nursî Bediüzzaman Said, Lem’alar, İstanbul, 2004. Yeni Asya Neşriyat.
6- Nursî Bediüzzaman Said, Mektubat, İstanbul, 2004. Yeni Asya Neşriyat.
7- Peale Norman Vıncent, Olumlu Düşünmenin Gücü (Çev. Ş.Cüceloğlu), İstanbul, 1997, Sistem Yayınevi.
8- Saygın Oğuz, Negatif Limanlarından Pozitif Sulara, İstanbul, 1999, Hayat Yayınevi.
9- Tolle Eckhart, Şimdi’nin Gücü (Çev. S. Ayanbaşı), İstanbul, 2004, Akaşa Yayınevi.
10- Yaşar İslam, Zamanın, Ramazan Farkı, Yeni Asya Gazetesi.
|