Talabani ve Amerika diyor ki, PKK’yı Irak’tan söküp atmaya gücümüz yetmez. Bunu söylerken niyetleri iyi ya da kötü olabilir. Ama basit soru şu. Bu inandırıcı bir cümle mi? Cevabı, evet, inandırıcı bir cümle. İnandırıcı olmak zorunda. Onlar inandırıcı değilse, Genelkurmayımız da inandırıcı değil.
NATO’nun Amerika’dan sonra en büyük ordusu Türk ordusu, PKK’yı Türk dağlarından söküp atabildi mi? Atamadı. 40 yıldır atamadı. Onların 40 günde atması bekleniyor. 40 günde Irak hükümetinin ya da Amerika’nın PKK’nın kökünü kazıması mümkün olabilir mi?
Ve bu soruya alacağımız cevap ile yapacağımız harekâtın, vereceğimiz karşılığın şiddeti orantılı olacak. İşin garibi seçimlerden önce bu sorunun cevabını Başbakanımız vermişti. ‘Türkiye’de PKK’yı temizledik mi ki, Irak’a giriyoruz?’
Önce basit hakikati unuttur. Dumur. Sonra hakikatin yerine bir şey uydur. Doldur. Ve vur.
Dumur. Doldur. Vur. İşte iletişim budur.
PKK, Türk askerlerini rehin alıyor? Sonra Türk medyası merak ediyor? Peki onlar için ne yapılabilir?
Askeri olarak hiçbir şey. El Kaide bayan Bush’u kaçırıp rehin alsaydı, Amerika hanımefendiyi olsun gidip alabilecek miydi? Alamayacaktı. Çünkü karşısında pazarlığa oturabileceği bir devletin ordusu yok.
Sen PKK’nın bu tür imkânları yokmuş gibi lafla durumu devşir. Sonra onu Barzani sosuyla milli bir ordu kıvamında pişir. Sonra da herkese yedir. Devşir. Pişir. Yedir. İşte iletişim budur.
Başbakanımız dedi ki ‘İnceldiği yerden kopsun.’
PKK ne diyor? ‘İncelsin ki kopsun.’
Lafı ağzımdan aldın. İşte iletişim budur.
Silahla propaganda yapan bir örgüt propaganda zemini kaybetmeye başladığı zaman yeni bir zemin arar. Stratejisini kendi aksiyonlarından çok karşısındakinin reaksiyonları üzerinden hesaplar. Sizce reaksiyonları hesaplanamaz bir devlet miyiz? Reaksiyonları hesaplanamaz bir millet miyiz?
Hele hele reaksiyonları hesaplanamaz bir medya mıyız?
Herkes seçimlerden önce bilmiyor muydu? Seçimlerden sonra Irak’a girmek kaçınılmaz olacak. Bu bize bildirilmemiş miydi? Bize tebliğ edileni de, edeni de PKK bilmiyor muydu?
PKK bunun zamanını tercih etmek istemiş olabilir, o kadar. İşte iletişim budur.
Milllet olarak tek yürek tek vücut olmaktan bahsediyoruz. Ama ‘savaş durumunda’ bile ayan beyan üçlü bir iktidarla ilerliyoruz. Ordu. Devlet. Ve hükümet. Biri sansür koyuyor. Sansür koyan sansürcü de, sansürü kaldıran sansürcü değil mi? O da sansürcü. Bir sansürcü sansür koyuyor diğer sansürcü kaldırıyor.
Biz de bu vesileyle ‘düşünce ve basın özgürlüğünden’ bahsediyoruz. İşte iletişim budur.
Gönüllerin Başkumandanı Ertuğrul Özkök, ‘Sefer görev emri’ başlıklı tarihi yazısında, “Ülkemiz artık savaş düzenindedir, savaş bize bir süre için gözyaşından başka bir şey vaat etmeyebilir. Evlatlarımızı, yakınlarımızı kaybedebiliriz, katlanacağız, sabredeceğiz” diyebiliyor.
Bu iki cümlede kaç ölüm gizli, kimse bilmiyor. Kimse de bilemeyecek. İşte iletişim budur. Memleket ölüme alıştırılıyor. Her geçen gün daha çok ölüme alıştırılıyor. İlk sayfadan ölüme alıştırılıyor. Daha fenası satıraralarından ölüme alıştırılıyor. İşte iletişim budur.
Bu kampanya bir reklam şirketine verilseydi, süreç şöyle gelişirdi. Müşteri gelir derdi ki, öyle bir kampanya istiyorum ki, “Bizim o eşsiz, fedakâr, dünyada benzeri olmayan milliyetçiliğimizi tekrar canlandırsın.” “Türk’ün ne olduğunu Türk’e hatırlatsın, dünyaya göstersin.”
Reklamcı bu brief’i alır ve kafasında basitleştirmeye çalışırdı. Brief’i basitleştirmeden iyi reklam yapamazsın. Bu süreç çok zordur. Derken ‘dâhi’ bir çocuk çıkar ve şöyle derdi. “İnsanlara ölüm vereceğiz, dahası onlara ölümü sevdireceğiz. Onları ölüme tekrar âşık edeceğiz.” “Bir terör örgütü bir milleti ölüme alıştırmaya yetmez, bunu ancak bir millet kendi kendine yapabilir.”
‘Ölüm satacağız. Fikir budur, ilerleyin.’ Herkesin kafası birden netleşirdi. İşte iletişim budur.
Olan bitene ister karşı olalım ister taraftar, hepimiz ölüme fena halde alışıyoruz. Sloganlar, resimler, sözler. Bunların hepsi hikâye. Her şeye ve her yere sızabilmek, nüfuz etmek. İşte iletişim budur.
Ölüm bütün nüfusa aniden nüfuz etti. Ölüm artık her mahallede nüfuz sahibi. İşte iletişim budur.
Medyamızı ve medyamızın ‘dâhi çocuklarını’ canı gönülden tebrik eder, nice nice özgürlükler dilerim.
Radikal, 28.10.2007
|