|
|
ÂYET-İ KERİME MEÂLİ
O gün onlar azapta ortaktırlar. İşte Biz, mücrimlere böyle yaparız. Onlara "Allah'tan başka ilâh yoktur" dendiğinde büyüklük taslarlardı.
Sâffât Sûresi: 33-35
|
27.09.2007
|
|
HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ
Birinizin kulağı çınladığında, beni hatırlayıp bana salâvat getirsin ve şöyle desin: “Allah'ım, beni hayırla ananı Sen de an.”
Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 403
|
27.09.2007
|
|
Ramazan’da şirket-i mâneviye fırsatı
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Evvelâ: Bütün ruh u canımla mübarek Ramazanınızı tebrik ederim. Ve o mübarek şehirde ettiğiniz duâların, Cenâb-ı Hak yanında makbul olmasını Erhamürrâhimînden niyâz ederim.
Saniyen: Bu seneki Ramazan-ı Şerif hem âlem-i İslâm için, hem Risâle-i Nur şakirtleri için gayet ehemmiyetli, pek çok kıymetlidir.
Risale-i Nur şakirtlerinin iştirâk-i âmâl-i uhreviye düstur-u esasiyeleri sırrınca, herbirisinin kazandığı miktar, herbir kardeşlerine aynı miktar defter-i âmâline geçmesi, o düsturun ve rahmet-i İlahiyenin muktezası olmak haysiyetiyle, Risâle-i Nur dairesine sıdk ve ihlasla girenlerin kazançları pek azim ve küllîdir. Herbiri, binler hisse alır. İnşaallah, emvâl-i dünyeviyenin iştirâki gibi inkısam ve tecezzî etmeden, herbirisine, aynı amel defterine geçmesi, bir adamın getirdiği bir lâmba, binler aynaların herbirisine aynı lâmba inkısam etmeden girmesi gibidir.
Demek, Risâle-i Nur’un sadık şakirtlerinden birisi leyle-i Kadrin hakikatini ve Ramazan’ın yüksek mertebesini kazansa, umum hakikî sadık şakirtler sahip ve hissedar olmak, vüs’at-i rahmet-i İlahiyeden çok kuvvetli ümitvârız.
***
Aziz, sıddık, mübarek, kahraman kardeşlerim,
Evvelâ: Bu mübarek Ramazan’da, iştirâk-i âmâl düstur-u esasiyle, herbir has kardeşimizin kırk bin dili bulunan bir melâike hükmünde, kırk bin dillerle, yani kardeşlerin adedince manevî dilleriyle ettikleri ve edecekleri dualar, rahmet-i İlahiye nezdinde makbul olmasını, o lisanlar adedince, Cenab-ı Erhamürrâhimînden niyaz ediyoruz. Bu mahiyetteki Ramazan’ınızı tebrik ediyoruz.
Kastamonu Lahikası, s. 65
Lügatçe:
iştirâk-i âmâl-i uhreviye: Ahirete yönelik amellerde mânen birbirine ortak olma.
düstur-u esasiye: Temel düstur.
defter-i âmâl: Amel defteri.
sıdk: Doğruluk.
küllî: Umumî, bütün.
emvâl-i dünyeviye: Dünya malları.
inkısam: Kısımlara ayrılma, bölünme, parçalanma.
tecezzî: Bölünme, parçalanma.
leyle-i Kadr: Kadir gecesi.
vüs’at-i rahmet-i İlahiye: Allah’ın rahmetinin genişliği.
iştirâk-i âmâl: Amellerde ortaklık.
|
27.09.2007
|
|
Zıtlıklar ve nisbî hakikatler -1-
Nurlardan bir anekdot:
“Hakîm-i Ezelî, inâyet-i sermediye ve hikmet-i ezeliyenin iktizâsı ile, şu dünyayı, tecrübeye mahal ve imtihana meydan ve Esmâ-i Hüsnâsına ayna ve kalem-i kader ve kudretine sayfa olmak için yaratmış. Ve tecrübe ve imtihan ise neşv ü nemâya sebeptir. O neşv ü nemâ ise, istidatların inkişafına sebeptir. O inkişaf ise, kabiliyetlerin tezâhürüne sebeptir. O kabiliyetlerin tezâhürü ise hakàik-ı nisbiyenin zuhuruna sebeptir. Hakàik-ı nisbiyenin zuhuru ise Sâni-i Zülcelâlin Esmâ-i Hüsnâsının nukuş-u tecelliyâtını göstermesine ve kâinatı mektubât-ı Samedâniye sûretine çevirmesine sebeptir. İşte şu sırr-ı imtihan ve sırr-ı teklif iledir ki, ervâh-ı âliyenin elmas gibi cevherleri, ervâh-ı sâfilenin kömür gibi maddelerinden tasaffî eder, ayrılır.” (Sözler, s. 491)
Sözler adlı eserden naklettiğimiz bu paragraf 29. Sözün İkinci Maksadı içinde “Remizli Bir Nükte” başlığı ile verilen bir bölümden alınmıştır. Bu bölüm yaklaşık bir sayfayı aşkın bir bölümdür. Biz burada sadece bir paragrafını ele alarak, bu paragraf üzerinde kısa bir yorum yapmaya çalışacağız. “Kısa bir yorum” diyoruz, çünkü bu paragrafın içinde geçtiği bir sayfalık mezkur “Remizli Bir Nükte”, gerçekten çok derin konuları ihtiva ediyor. Bu konu üzerinde sayfalarca yorum yapılsa yeridir diye düşünüyoruz. Şimdi bu paragraf üzerinde duralım. İnşallah diğer paragrafları da fırsat buldukça yorumlamaya çalışırız.
İlk cümleden başlıyoruz:
“Hakîm-i Ezelî, inâyet-i sermediye ve hikmet-i ezeliyenin iktizâsı ile, şu dünyayı, tecrübeye mahal ve imtihana meydan ve Esmâ-i Hüsnâsına ayna ve kalem-i kader ve kudretine sayfa olmak için yaratmış.”
Burada üzerinde ilk durulması gereken husus “Hakîm-i Ezelî” tabiridir. Zira meselenin düğüm noktası burası. Bu tabirden sonra sıralanan tüm iş, faaliyet ve maksatlar Hakîm isminin tecellisine bakıyor.
Çünkü tecrübe ve imtihan için yaratılan dünyada her şey Hakîm ismi muktezası olarak meydana gelmektedir. Aynı zamanda Cenâb-ı Hakkın bütün isim ve sıfatları da Hikmet perdesi içinde tecellî etmektedir. İşte “Hakîm-i Ezelî”, Esma-i Hüsnasının tecellîsi ve bu tecelli içindeki kader ve kudret defterlerine sayfalar yazmak için şu dünyayı tecrübe ve imtihana meydan olarak yaratmış.
Suâl:
Niçin Cenâb-ı Hakkın isimlerinin tam olarak tecellisi imtihan sırrına bağlıdır. İmtihan sırrı olmaksızın isimlerin tecellisi mümkün değil mi?
Cevap:
Cenab-ı Hakkın celâlî ve cemâlî isimlerinin tecellisi imtihan sırrına bağlıdır. İmtihan sırrına tabi olmayan Melekler ve Ruhaniler sınıfında bir çok cemâlî isim tecellî etmektedir. Ancak Gafur ve Rahîm gibi cemâlî, Kahhar, Mumit gibi birçok celâlî isim ve sıfatın tecellîsi imtihan sırrına mazhar olan insanın yaratılmasına bakıyor. İmtihan sırrı olmasaydı Gafur ismini bilemezdik. Çünkü o zaman günah ve hata olmaz, bu nedenle de ‘bağış ve af ne demek’ anlaşılmazdı.
İfadeye göre dünyanın yaratılmasının üç temel ve öncelikli hikmeti var:
1- Dünya, bir tecrübe ve imtihan meydanıdır.
2- Dünya, Cenâb-ı Hakkın “Esmâ-i Hüsnâsına aynalık” yapmaktadır.
3- Dünya, Kader ve Kudret kaleminin sayfaları hükmündedir.
İşte dünya ve içinde yaratılan tüm mahlukat ve dışında yaratılan şu gördüğümüz koca semavat ve diğer âlemler yukarıdaki üç mühim sırra bakar.
Hatta imtihan sırrı dışında gibi gözüken Melek taifesi de bir ölçüde imtihan sırrı içindedir. Çünkü Melekler, imtihan sırrı ile doğrudan muhatap olan insanın bir yardımcısı konumundadır. Şeytanın şer desise ve vesveselerine karşılık Melekler, hayrı telkin etmekle görevlidir. Zaten kâinatın tüm görünen faaliyeti imtihan sırrına bakar, ona göre işler.
—Devamı yarın—
|
Halil AKGÜNLER
27.09.2007
|
|
ESMA-İ HÜSNA
Müzeyyin
Allah (c.c.), Müzeyyin’dir. Yani, kalpleri ve gönülleri îman ve hidâyet nûruyla tezyîn eden, varlıkları eşsiz derece güzel yaratandır. Her şeyi en güzel biçimde halk eden, donatan ve süslendirip tanzim eden Cenab-ı Haktır.
Peygamber Efendimizin (a.s.m.) bildirdiği Müzeyyin ismi Kur’ân’da fiil biçimiyle vârittir.
Cenâb-ı Hak bir âyette, “Her ümmete işini güzel gösterdik. Sonra dönüşleri Rablerinedir,”1 bir diğer âyette, “Muhakkak Biz, dünya semâsını yıldızlarla tezyîn ettik,”2 diğer bir âyette, “Dünya semâsını kandillerle, ışıklarla tezyîn ettik,”3 bir başka âyette, “Dünya semâsını kandillerle tezyîn ettik,”4 başka bir âyette, “Onlar üstlerindeki semâyı nasıl binâ etmişiz ve süslemişiz bakmazlar mı?”5 bir diğer âyette ise, “Gökte burçlar kıldık (meydana getirdik). Onları, bakanlar için tezyîn ettik,”6 buyurmaktadır.
Cenâb-ı Hakkın her bahar mevsiminde yeryüzünü üç yüz binden fazla canlı türüyle süslediğini beyan eden Bedîüzzaman, sonra her günde o güzel canlıların çoğunu sırf isimlerinin yeni cilvelerini göstermek için yine Cenâb-ı Hakkın aldığını, hayatına son verdiğini ve böylece gelecek misâfirlerde tezyînât ve güzellikleri tazelediğini kaydeder.
Bediüzzaman Saîd Nursî’ye göre insan biraz düşündüğünde şu tezyînâtın yalnız lezzet almak ve keyif sürmek için îcat edilmediğini anlamakta gecikmez. Çünkü, her bir güzellik âdetâ, ancak tadımlık olarak gösterilmekte, insanın iştahını açmakta, fakat doyurmadan elden gitmektedir. Öyleyse anlaşılmalıdır ki, şu dünyadaki müzeyyenât ve güzellikler, Cennette ehl-i îmân için Rahmet-i Rahmânın hazırladığı nîmetlerin numûneleri ve sûretleri hükmündedirler.
Bedîüzzaman’a göre Kur’ân yeryüzünü bir bahçe, semâyı da kandillerle süslendirilmiş bir dam gibi tasvir etmektedir. Şu fevkalâde güzel ve müzeyyen âlem sarayı, Allah’ın gayet kemâldeki fiillerine delâlet etmektedir. Fiillerin mükemmelliği ise, hiç şüphesiz Fâilin Müdebbir, Musavvir, Hakîm, Rahîm ve Müzeyyin gibi isimlerinin kemâlini göstermektedir.
Bediüzzaman Saîd Nursî’ye göre, “yapma” fiilini ve “inâyeti” çalıştıran, güzel gösterme irâdesi ve süsleme kastıdır. Bu irâde ve kastı çalıştıransa, lütuf ve kerem mânâlarıdır. Öyle ki, her süslü ve müzeyyen varlık, cisimleşmiş bir lütuf ve kerem hükmündedir. Lütuf ve keremi çalıştıran ise, sevdirmek ve tanıtmak mânâlarıdır. Yani, Latîf ve Kerîm isimlerinin arkasında, Vedûd ve Mâruf isimlerini okumak mümkündür. Bu isimlerse Müzeyyin ve Münevvir isimlerini yaratığın güzelliği, hüsnü ve nûrâniyeti lisâniyle okutmaktadır.
Bediüzzaman’a göre yaratıklar, “Mâşaallah, bârekallah! Ne kadar güzel yapılmışlar!” diye takdir edilmeli ve Allah adına sevilmelidir. Semâvâtın yaldızlı yüzünden ve yeryüzünün zînetli yüzeyinden tâ çiçeklerin süslü sîmalarına kadar kalem gezdiren ve hükmeden tezyin ve süsleme hakîkati, Rahîm olan Rabb-i Zülcelâle, kâinatın şehâdeti büyüklüğünde şehâdet etmektedir. Bahar mevsimi bütün zerreleriyle, “Müzeyyin” ismini tanıtmaktadır.
Bütün mevcûdâtta görünen hikmet içindeki intizâm, inâyet içindeki tezyin, rahmet içindeki taltif, adâlet içindeki tevzin, bütün fiillerle beraber Sani-i Hakîmin varlık ve birliğine işâret ettikleri gibi, âhiretin ve ebedî saadetin de îcat ve vücutlarına delâlet etmektedirler.
Cennetteki kadınlar Cennet kadar güzeldirler, Cennet derecelerinin dünyadan yüksekliği nisbetinde, onların güzellikleri de yüksek olmaktadır. Cennet de onlar ile müzeyyen olmakta ve onlarla süslendirilmektedir. Öyle ise, Allah’ın güzel yarattığı insanlar dünyada dahi güzel görünmelidirler. Her türlü çirkinlik ise Cemîl, Müzeyyin, Latîf ve Hakîm isimlerine karşı edepsizlik hükmündedir.
(Risale-i Nur’da Esma-i Hüsnâ)
Dipnotlar:
1- En’am Sûresi: 108
2- Sâffât Sûresi: 6
3- Fussilet Sûresi: 12
4- Mülk Sûresi: 5
5- Kaf Sûresi: 6
6- Hicr Sûresi: 16
|
27.09.2007
|
|
Nurdan Dualar
Allah’ım, Efendimiz Muhammed’e (a.s.m.) ve Efendimiz Muhammed’in (a.s.m.) âline, bütün hastalıklar ve ilaçlar adedince salât eyle ve onu ve âlini çok çok mübarek kıl ve selâm et.
Şualar, s. 13
***
Allahım!
Göklerde dönen hiçbir yıldız ve hareket eden hiçbir seyyâre, cevv-i semâda hiçbir tesbih edici bulut ve şimşek ve gökgürültüsü, yeryüzünü dolduran hayvanattan ve acâib-i masnuattan hiçbir fert, denizlerde hiçbir katre, balıklarından ve garâib-i mahlûkatından hiçbirisi, dağlarda hiçbir taş, hiçbir nebât ve iddihar edilmiş madeniyâttan hiçbirisi, ağaçlarda hiçbir yaprak ve hiçbir müzeyyen çiçek ve meyve, hayvanâtın cisimlerinde âlât ve muntazam cihazâttan hiçbirisi, kalblerde hiçbir hatarât ve ilhâmât ve münevver itikâdât yoktur ki, külliyen Senin vücub-u vücuduna ve vahdâniyetine şahitler olmasın.
Yerleri ve gökleri teshir eden kudretinin hakkı için, nefsimi bana musahhar eyle ve matlubumu bana musahhar kıl. Kur’ân’a ve imana ve Risâle-i Nur’a hizmet için, kullarının kalblerini ve ulvî ve süflî bütün ruhlu mahlûkatının kalplerini bana musahhar et, yâ Semî’, yâ Karîb, yâ Mücîbe’d-Daavât!
Şualar, s. 41
***
Ey Vâcibü’l-Vücûd, Ey Vâhid-i Ehad!
Bu harika yıldızlar, bu acîp güneşler, aylar, Senin mülkünde, Senin semâvâtında, Senin emrinle ve kuvvetin ve kudretinle ve Senin idare ve tedbirinle teshir ve tanzim ve tavzif edilmişlerdir. Bütün o ecrâm-ı ulviye, kendilerini yaratan ve döndüren ve idare eden birtek Halıka tesbih ederler, tekbir ederler, lisan-ı hal ile Sübhânallah, Allahu Ekber derler. Ben dahi onların bütün tesbihatıyla Seni takdis ederim.
Şualar, s. 45
***
Ey Kadîr-i Hakîm, ey Rahmân-ı Rahîm, ey Sâdıku’l-Va’di’l-Kerîm, ey izzet ve azamet ve celâl sahibi Kahhâr-ı Zülcelâl!
Bu kadar sadık dostlarını ve bu kadar vaadlerini ve bu kadar sıfat ve şuûnatını tekzip edip, saltanat-ı rububiyetinin kat’î mukteziyatını ve sevdiğin ve onlar dahi seni tasdik ve itaatle kendilerini Sana sevdiren hadsiz makbul ibâdının hadsiz duâlarını ve dâvâlarını reddederek, küfür ve isyan ile ve Seni vaadinde tekzip etmekle Senin azamet-i kibriyana dokunan ve izzet-i celâline dokunduran ve ulûhiyetinin haysiyetine ilişen ve şefkat-i rububiyetini müteessir eden ehl-i dalâlet ve ehl-i küfrü, haşrin inkârında tasdik etmekten yüz bin derece mukaddessin ve hadsiz derece münezzeh ve âlîsin. Böyle nihayetsiz bir zulümden, bir çirkinlikten, Senin nihayetsiz adaletini ve cemâlini ve rahmetini takdis ediyorum. “Allah, onların söyledikleri şeylerden pek münezzehtir ve pek büyük bir yücelikle yücedir. (İsrâ Sûresi, 17:43.)” âyetini, vücudumun bütün zerrâtı adedince söylemek istiyorum.
Şualar, s. 56
|
27.09.2007
|
|
|
|