‘Mutlu son’lar hayatta değil sanatta olur. Gerçek hayatta gökten üç elma düşmez, kimse muradına ermez, sorunun biri biter, beşi başlar ve her şey kesintisiz akar gider.
Gene de, şu son seçim, en azından bazı kanallar ve oralardan akanlar
çerçevesinde, bir ‘mutlu son’ etkisi yaratabilir mi, diye düşünüyorum.
Bu bir ihtiyaç, çünkü, biz fani insanlar için. Örneğin, şu ‘siyasî cinayet’ geleneğinin işlemesi durdurulabilir mi bundan böyle? Danıştay, Hrant, Malatya, yani ‘dinciler yapıyor’ süsü verilmiş, son dönem cinayetleri. Daha önceki, gene Hizbullah’a falan atfedilen Üçok, Aksoy, Mumcu vb. cinayetler... Ondan öncesi yetmişlerin zıvanadan çıkmış ortamı, ‘kahve tarama’ denilen eylem tarzı vb. 60 sonlarıyla 12 Mart arası vurulan devrimci gençler... Daha da gerilere gittiğimizde geleceğin başı, Ahmet Samim, Hasan Fehmi vb.
Geçen gün Japonya’dan dem vuruyordum. Zaten ‘modernleşme’ denen olayı ‘siyasî cinayet’ sosuyla süsleme işinde bir biz, bir de Japonya, herkesi geride bırakarak sivriliyoruz. Almanya filan bizim çok gerimizde. Onun için de kasvet basıyor, ‘yeter!’ diyor insan, “bundan başka bir hayat biçimi, siyasî mücadele tarzı yok mu?” Ne oldu, bunca insanı eceliyle ölme hakkından yoksun etmekle kim ne kazandı, kimin başı göğe erdi? Türkiye mi kazandı? Hayır, sonuçta en fazla kayıpta olan Türkiye.
Toplumda hiçbir şey öbür ‘şey’lerden büsbütün kopuk olamaz. Onun için, kimseden güç ve destek almadan kendi kendine işleyen ‘cinayet hücreleri’ de olamaz. Tavukçulukta, sözgelişi, yumurtadan civcivin çıkmasını sağlayacak ısı derecesini bulur, o ısıyı verirsiniz. Verince, zamanı geldikçe, civcivler kabuğu kırıp çıkar. Bu konu da böyle, yaratıyor, hazırlıyorsunuz ortamı, biraz sonra Yasin’i, Ogün’ü, Malatya’da Hıristiyan keseni, mantar gibi bitiyor, beklenen görevlerini yerine getirmeye başlıyorlar.
Yani, bu gibi odaklarla temasta olanları, destek verenleri tespit eder ve durdurmayı başarırsanız, ayrıca, belki daha da önemli, bu gibi eylemlerin ‘normalleştiği’ genel ortamın (cinayetten sonra katilli fotoğraf çektirenler; neyi nereye kadar ‘normalleştirdiğimizin’ çok açık bir kanıtı) serpilmesine engel olursanız, bunların önü alınır...
Alınır mı?
Belki de umulduğu kadar çabuk olmaz bu. Çünkü memleketin çeşitli noktalarında birçok Frankenstein, yerel canavarlarını yarattı. Yukarıda, bu işleri yapanları besleyen kanallar olduğunu söyledim ve bu doğru. Ama toplumda her fenomen, ortaya çıktıktan sonra, kendisini dünyaya getiren
etkenlere karşı da özerkleşme eğilimi gösterir. Birileri toplanıp “Malatya’da doğdu/Papa’yı da vurdu” diye şarkı söylüyorsa, demek bu birilerinin gözünde bir ‘değer’ haline gelmiş ve bu özerklik kazanmış. Bunları besleyen kanalı kesmeyi başarırsanız dahi, o daha bir süre kendi imkânlarıyla yaşamaya devam edecektir. Onun için bu iş kolaybir iş değil ve gerçekten sıkı tutulması, ucunun bırakılmaması, savsaklanmaması gerekiyor.
Bu ortamı yaratanların bizlere büyük armağanı! Binlerce potansiyel katilin “Yarın kimi vursam da şöhret olsam?”diye dolaştığı bir toplum...
Radikal, 27 Temmuz 2007
|