Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 14 Temmuz 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Çoğunluk sorusu

Okusaydım inanmazdım.

Meclis Başkanı’nın “Kes sesini” dediğini ekranda kulaklarımla duydum.

Mersin’de, “23 Temmuz’da bizi unutursunuz” dediği için Meclis Başkanı’ndan “fırça yedi”. “Kes sesini!”

Çiftçi Bey, siz kendinizi ne sanıyorsunuz sesinizi çıkarmaya kalkışıyorsunuz. Kesin sesinizi.

Pardon, “Kes sesini!”

Unuttum bir de “saygısız”ı vardı.

“Kes sesini! Saygısız.”

* * *

Seçimler yaklaştıkça sinirler geriliyor.

Politikacı vitrine çıktığı dönemde bile, tahammülünü kontrol edemiyorsa sonrasını artık siz düşünün.

Bu gerginlik içinde erkeklerin seslerini sürekli yükseltmeleri—meydanlarda kadın adayların esamesi okunmuyor—birbirlerine idam urganları fırlatarak delikanlılık taslamaları, cumhurbaşkanlığı hesaplarına girmeleri benim bu kampanyaya ilgimi giderek azaltıyor.

Çünkü ben başka şeyler sormak, başka şeyler duymak istiyorum.

* * *

Türkiye’de laikler askerden yana, darbeci. AB yanlıları, demokratlar AKP’yi mi destekliyor sahiden?

Bu iddialara CHP’nin, AKP’ye karşı sadece rejim noktasında muhalefet etmesi yol açıyor aslında.

CHP, sol muhalefeti tamamen bıraktı. MHP zaten kendi çizgisinde muhalefetini yapıyor, DP muhafazakâr sağ alternatif söylemi tutturmaya çalışıyor.

Sol muhalefet yok.

301, hálá duruyor. Basın üzerinde sansür niteliği taşıyan diğer maddeler de öyle. Bu meseleler hiç tartışılmıyor.

Sadece demokratikleşme mi? AKP, Avrupa Birliği reformları konusunda da elini tam olarak taşın altına koymadı. Bunu da sormuyor CHP.

Avrupa Birliği ilerleme raporlarına üşenmeyin ve bir daha göz atın.

İhale yasaları, rekabet ortamının adil düzenlenmesi, sosyal haklar, sendikalaşma alanlarında yapılacak çok şey var.

Hukuk devletinin güçlenmesini sağlayacak uyum çalışmalarını tamamlamalıydı AKP Hükümeti.

Sonuçta halkın çıkarına değil miydi bunlar?

“Çoğunluk bizdeydi ama bize cumhurbaşkanını seçtirmediler. Mağdur ettiler” diyen AKP’li politikacılara, “Elinizdeki o çoğunluk imkánını neden daha fazla demokratikleşme için kullanmadınız?” sorusunu sormak isterdim.

Sorulsun isterdim.

Hürriyet, 13 Temmuz 2007

Ferai TINÇ

14.07.2007


 

Cumhurbaşkanı ve hukuk

Elbette bir cumhurbaşkanı, Anayasa değişikliklerini “şekil yönünden” iptal ettirmek için dava açabilir. Sayın Sezer ise, daha ileri giderek, son Çankaya savaşlarında siyaseten öylesine tarafgir hale gelmiştir ki, Anayasa Mahkemesi’nden “hukuken imkânsız” bir talepte bulunmayı bile denemiş, cumhurbaşkanını halkın seçmesini öngören Anayasa değişikliğinin Anayasa Mahkemesi tarafından “yok hükmünde sayılmasını” isteyebilmiştir!

Halbuki, Anayasa’mıza göre, Anayasa Mahkemesi, önüne gelen yasalar konusunda ya “iptal” ya da “ret” kararı verir. Anayasa’nın 6. maddesine göre, hiçbir kimse ve hiçbir organ “kaynağını Anayasa’dan almayan” bir yetkiyi kullanamayacağı için, Anayasa Mahkemesi de “iptal” ya da “ret” dışında, başka türlü bir karar veremez, mesela “yok hükmünde” sayamaz!

Fakat Sayın Sezer, son Anayasa değişikliği için Anayasa Mahkemesi’ne yaptığı başvuruda bakın ne istiyor:

“... Anayasa’nın bazı maddelerinde değişiklik yapılması hakkındaki kanunun,

1- ‘Yok hükmünde’ olduğunun saptanmasına,

2- Olmadığı takdirde Yasa’nın tümünün biçimsel yönden Anayasa’ya aykırılığı nedeniyle iptaline,karar verilmesini arz ederim.”

‘Yok’ saymak!

Halbuki, Anayasa Mahkemesi, şartları varsa, bir yasayı elbette iptal edebilir, ama asla “yok hükmünde” sayamaz! Anayasa, böyle bir yetki vermemiştir! Sezer’in bu talebi, Anayasa’ya ve Anayasa hukukuna kökten aykırıdır. Sayın Sezer’in yıllarca çalıştığı Anayasa Mahkemesi, yarım asırlık tarihinde “yok hükmünde” diye hiçbir karar vermemiştir!

Zaten Mahkeme de Sezer’in “yok hükmünde sayılması” talebini oybirliğiyle reddetmiştir! Bir tek üye bile bunu ciddiye almamıştır!

Uluslararası camiada en saygın Anayasa hukukçularımızdan Prof. Ergun Özbudun diyor ki:

“Böyle bir talepte bulunulduğuna inanılması bile güçtür. ‘Yok hükmünde’ sayılması istemi Anayasa’ya kesinlikle aykırıdır. Böyle bir kavram sadece idare hukukunda vardır, genel müdürün imzalayacağı evrakı çaycının imzalaması gibi... Ama Anayasa hukukunda böyle bir kavram yoktur. Hukuk kavramlarıyla bu kadar oynanmamalı, bu kadar manüple edilmemelidir.”

Tarafsız ve sembolik

Sayın Sezer’in iptal davası açması normaldir ama Anayasa değişikliğinin “yok hükmünde sayılması”nı istemesi, onun siyasi amaçları yönünde hukuku nasıl zorladığının bir göstergesidir.

(...)Sayın Sezer, hukuku zorlayan gerekçelere dayalı vetolarıyla, bu şekildeki iptal davalarıyla, atamalarının birçoğundaki siyasi tarafgirlikle, maalesef “tarafsız” değil, yetkilerini ve makamının ağırlığını kendi siyasi görüşleri için kullanan bir cumhurbaşkanıdır!

Demek ki, parlamento dışından, hatta yargı camiasından cumhurbaşkanı seçmek, parlamenter rejiminin gerektirdiği tarafsız ve sembolik cumhurbaşkanı modelini garanti etmiyor. Hatta siyasi tecrübe eksikliği, onun siyaseten yapabileceği sorun çözücü, birleştirici girişimlerden çekinmesine sebep oluyor.

Cumhurbaşkanı devlet görevinde “kamusal tarafsızlık” ilkesine uyabileceğini göstermiş, “sembolik ve itibari” davranacak, parlamento içinden bir isim olmalıdır.

Milliyet, 13 Temmuz 2007

Taha AKYOL

14.07.2007


 

Haki renkli çeteler

28 Şubat günlerinin hızlı tümgenerali Erol Özkasnak, “Susurluk ve ordu arasında ilişki kurmak hainliktir” derdi, bir dönemler. Ardından Susurluk’un en önemli ayaklarından birisinin JİTEM olduğu ortaya çıkmış, ama bu, cezalandırılamayan tek ayak olarak da tarihe geçmişti.

Ertuğrul Özkök gibiler JİTEM mensuplarından, adını vererek Çatlılar’dan, adını vermeden Erseverler’den gizli kahramanlar olarak söz ederlerdi, o günlerde.

Susurluk döneminde JİTEM’i koruma altına alan 28 Şubat da onlar için bir askeri müdahale değildi, devletin yasal ve meşru refleksiydi, anayasal bir kurumun görevini yerine getirmesiydi.

Rüzgar eken fırtına biçer…

28 Şubat bugün çeteler halinde karşımıza dikilmiş durumda…

28 Şubat sivil örgüt görüntüsündeki ilk para-militer ve devlet endeksli örgütlerin ortaya çıkış tarihidir. EMASYA gibi istihbarat ve karşı örgütlenme faaliyetlerini denetimsiz kılan, kamusal alanda kör ve karanlık noktalar oluşturan yapılanmaların oluşturduğu zemin çetelerin yeşerme zemini olmuştur.

Dünden bugüne bu örgütler toplumsal alanı adeta kapladılar, kâh kimi karargâhlarla kâh devletin kimi derin katmanlarıyla kurdukları ilişkiler ayyuka çıktı.

Görevlerinin toplumu gösteriler ve eylemlerle seferber ve militarize etmek olduğu anlaşıldı…

Bu görevin kimi odakların karanlık arayışlarına araç olduğu görüldü.

Açık: Hem bir zihniyet hem bir yapılanma olarak çeteler bugün ülkenin içindeki ve karşısındaki en büyük beladır.

Bu çeteler kendi başlarına siyasi ve silahlı görev üreten serseri grupçuklardan oluşmuyorlar. Uçları açık biçimde devletin içine, merkezine doğru ilerliyor. Çete üyelerinin irtibatta olduğu devlet memurlarının, ordu mensuplarının sayısı her geçen gün artıyor.

Dün Hürriyet Gazetesi’nin sayfa arasına gömdüğü haber şöyleydi:

“Ümraniye’de ele geçirilen patlayıcılarla ilgili tutuklanan emekli Yüzbaşı Muzaffer Tekin’e, Danıştay saldırısıyla ilgili aranırken villasında intihara teşebbüs eden emekli Astsubay Mahmut Öztürk’ün Piyade Okul Komutanı ağabeyi Tümgeneral Zekeriya Öztürk tarafından Üstün Hizmet Ödülü verildiği ortaya çıktı…”

Söze ne gerek?

Yargı nerede peki?

Aslında burada…

Yargı devletin arzu ettiği istikamette Anayasa hükmü koyuyor, 70 yıllık uluslararası antlaşmaları yorumluyor, tarihte yaşanan gelişmelerin siyasi niteliğini hükme bağlıyor, dini alana girerek kimin ekümenik olup olmadığını tayin ediyor…

Önceki gün de hissettirdi yargı varlığını!

Ankara 5. İdare Mahkemesi, Kemal Vuraldoğan’ın kendisini paniğe sevk ettiği gerekçesiyle 27 Nisan Genelkurmay açıklamasıyla ilgili olarak Milli Savunma Bakanlığı hakkında açtığı 1 YTL’lik tazminat davasını karara bağladı.

Kararda şöyle dendi:

“Dava konusu olayda, idari işlem nedeniyle manevi zararın meydana geldiği iddiasıyla (…) dava açılmış ise de davaya konu edilen Genelkurmay Başkanlığı açıklamasında idari işlemde bulunması zorunlu niteliklerin bulunmadığı görüldüğünden, söz konusu açıklamanın idari eylem niteliğinde bir basın açıklaması olarak kabulü gerekmektedir…”

Özetle ülkeyi ayağa kaldıran, sistemi kilitleyen bir muhtırayı ya da uyarıyı bir basın açıklaması olarak tanımladı yargı…

İşte böyle…

Sistem askerileşiyormuş, çeteler cirit atıyormuş, ne gam…

Özkök haklı, şu sıralar çok olan “cumhur meselesi” daha önemli, dayatmayı uzlaşma olarak kabul etmeyen siyasi partilerle uğraşmak daha hayati…

Yeni Şafak, 13 Temmuz 2007

Ali BAYRAMOĞLU

14.07.2007


 

Bir garip parti

Ben geçen seçimde “Neden Genç Parti” sorusunun cevabını bulamamıştım. Bu kez de yüz binlerce seçmenin bu partiye yönelmesinin nedenini çözmeye çalışıyorum. Okumuş, yazmış, belli bir birikimi olan bazı insanların bu partiye oy vereceğini söylemesindeki nedeni anlamak istiyorum. Onlar bizim görmediğimiz neyi görüyorlar da GP’yi tercih ediyorlardı?

CHP’yi, AKP’yi, MHP’yi, DP’yi seçenlerin nedenlerini az çok tahmin edebiliriz. Bu partilerin her biri, değişik siyasi eğilimleri temsil ediyor.

Peki, Genç Parti neyi temsil ediyor? Acaba bu partilerin tümüne duydukları öfkeyi mi? Bu partiye oy vereceklerini söylediklerinde şaşırıyorum: “Abi, adam ABD’yi halletmiş, AKP’yi daha kolay halleder” diyorlar.

Cumhuriyet, 13 Temmuz 2007

Oral ÇALIŞLAR

14.07.2007


 

Politikacıyı bu kadar kolay harcamayın

Demokrasiyi kaldırsak, bir diktatör yönetiminde veya faşist bir iktidarla daha mı rahat edeceğiz? Gelin riyakârlık eden, yalan söyleyen milletvekillerini cezalandıralım. Ancak, ilkeli, çalışkan ve ciddi parlamenterlerimizi harcamayalım.

Bazı köşe yazarlarında olsun, dost sohbetlerinde olsun, zaman zaman aynı görüşler duyuluyor.

“Ay bıktım politikadan. Kanallar hep politika dolu. Kim seyreder ki bunları... Hele şu politikacılar yok mu sinir oluyorum. Sadece riyakârlık, sadece yalan...”

Ben de bu tip sığ yaklaşımlara sinir oluyorum. Garip bir kolaycılık.

Sanki demokrasiyi kaldırsak, bir diktatör yönetiminde veya faşist bir iktidarla daha rahat edecekmişiz gibi bir tutum.

Sanki politikacılığı yok etsek, politikacıları toptan yasaklasak rahat ediverecekmişiz gibi bir yaklaşım. Tabii ki politikacılarımız birer inci tanesi değiller. Tabii ki aralarında riyakarlık yapanlar da var, yalan söyleyen de. Ancak politikacı, yerine bir başkasını koyamayacağınız demokratik sistemimizin vazgeçilmez unsurudurlar. Onlarsız demokrasi olmaz.

Gelin riyakarlık eden, yalan söyleyen milletvekillerini cezalandıralım. Onları doğru yola zorlayalım. Ancak, ilkeli, çalışkan ve ciddi parlamenterlerimizi harcamayalım. Bu kadar hoyrat olmayalım. İyilerle kötüleri birbirine karıştırmayalım. “Hepsi yalancıdır” gibilerinden bir genellemeye gitmeyelim. Unutmayın ki, politikacılık iyi yapıldığında çok zor bir meslektir. Binlerce insanla kucaklaş, öpüş, onların dertlerini dinle, ardından Meclis çalışmalarına katıl. Yasa hazırla, lideri izle ve seçmeninin dertleriyle uğraş. Uzaktan eleştiriyle bakanlar, işin bu yanını bilmezler.(...)

Teşekkür edeceğimize, bu insanları taşlıyoruz. Ayıptır, yazıktır.

(...)Tekrar etmekte yarar var.

Politikacılarımız, demokrasimizin temel taşlarıdır. Eğer demokrasi istemiyorsak, o zaman politikacıları yerden yere vuralım.

Politikacılarımız da, üstlerine düşen sorumluluğu ciddi biçimde yüklenmelilerdir. Çalıp çırpmak, başkalarına tepeden bakmak ve sadece söz üretmenin politikacılık ile bağdaşmadığını bilmelilerdir.

Unutmayalım, demokrasiden başka çıkış yolumuz da yok...

Posta, 13 Temmuz 2007

Mehmet Ali BİRAND

14.07.2007


 

Sezer’e oy verdiğime pişmanım

Fazilet Partisi, 2000 yılında Cumhurbaşkanı Sezer’i aday gösteren 5 partiden biriydi. Genel Başkan Recai Kutan’ın da kararda imzası var. O tarihte FP’nin grup başkanvekili ise Bülent Arınç’tı.

‘ Sezer’e oy verdiniz mi?’ diye sordum. Açık yüreklilikle cevap verdi: ‘ Evet, sayın Sezer’e o zaman oy verdim. Çünkü kendisini hukukun üstünlüğüne inanan bir hukukçu olarak tanıyorduk.’

Peki şimdi? ‘ Evet, pişmanım’ dedi ve Sezer’i şöyle tanımladı: ‘ Bundan sonra kim cumhurbaşkanı seçilirse seçilsin o türünün ilk ve tek örneği olarak kalacaktır.’

Star, 13 Temmuz 2007

Şamil TAYYAR

14.07.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004