Türkiye demokrasisi, ne yazık ki, şiddetin, Demokles’in kılıcı gibi tepesinde salınmasından kurtulamadı. Şiddet ve arkasından normal demokratik yollarla sorunlarla başa çıkamamanın sonucunda olağanüstü hâl arayışları ve “milli güvenlik rejimine” teslim olarak özgürlüklerden vazgeçmek şeklindeki formül, 1960 sonrası siyasî hayatımızı özetlemektedir.
Türkiye, 1980 sonrası süreçte, Güneydoğu Anadolu’daki şiddet hareketleri istisna edilirse, yaygın bir siyasî şiddet olayı yaşamadı. Ancak kritik zamanlarda, mesela, Danıştay saldırısı benzeri ajitasyonlarla siyasî iklimin bozulmasını engelleyecek bir olgunluk da gelişmedi.
Bugün Ümraniye’de bir evde bulunan el bombaları etrafında gelişen çete soruşturması derinleştikçe, Cumhuriyet gazetesinin bombalanması hadisesi ile Danıştay saldırısının ardında emekli askerlerin etrafında teşekkül eden “ulusalcı” çetelerin olduğu ortaya çıkıyor. Hatırlarsanız, Danıştay saldırısında okul dışında türban takan bir öğretmenin sürülmesi hadisesinde öğretmenin itirazını reddeden dairenin toplantı halindeyken basılması neticesinde bir hakim öldürülmüş birkaçı da yaralanmıştı. Bunun üzerine bir kısım medya ve başta Cumhurbaşkanı Sezer laiklik vurgulu çok sert açıklamalar yapmış ve adeta hükümeti suçlamışlardı. Maktul hakimin cenaze töreni, estirilen bu havada hükümet aleyhtarı bir gösteriye dönüştürülmüş ve hatta camii avlusunda bakanlar kovalanmıştı. İşin tuhafı Cumhurbaşkanı Sezer’in bu gösterileri tasvip ederek, tepkinin devam etmesi gerektiğini açıklamasaydı. Çete soruşturmalarında çetenin vurucu timi bomba atar cinayet işlerken, “sivil toplum” timinin de gösterilerde ajitasyon yaptığı meydana çıkıyor. Gün geçtikçe bu saldırıların ve gösterilerin bir darbe tertibinin parçası olduğu anlaşılıyor.
Bu gelişmeler karşısında bir kısım medyanın, Cumhurbaşkanı Sezer’in ve olay daha tazeyken bir hukuk adamına yakışmayacak bir tarafgirlikle açıklama yapanların şimdi hükümetten ve bilhassa camii avlusunda kovalanan bakanlardan özür dilemesi gerekmiyor mu? Ve asıl şimdi çeteler aleyhine gösteriler, tabii medeni bir şekilde, yapılması gerekmiyor mu? Bundan bir süre önce ABD’deki Neo-conlarla Hudson Enstitüsü’nde Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın öldürülmesi ve yüzlerce kişinin bombalama sonucunda öldürülmesi halinde ordunun Kuzey Irak’a müdahalesiyle olabilecek gelişmeleri tartışan ve hatta PKK liderlerinin Türkiye’ye teslim edilmesinin AK Parti’ye yarayacağı için ertelenmesini isteyen resmi görevlilerin varlığı haber konusu olmuştu. İnsan düşünmeden edemiyor, Cumhuriyet gazetesi ve Danıştay saldırısını planlayan çetelere bu görevleri veren 1 Numara ve onun arkasındakiler, benzeri “beyin fırtınası” toplantıları da yapmışlar mıdır? Yaptılarsa kimlerle yapmışlardır? Bu rezilliklerin de ortaya saçılması yakındır.
Danıştay saldırısının zanlısı bir polisin cesareti ve şansı sayesinde yakalanmasıydı, bugün hangi noktada olurduk? Bu tim daha hangi cinayetlere, bombalamalara imza atardı? Bu soruşturma nerede tıkandı? Niye bu kadar geç ilerliyor? Bu çeteleri kim koruyor? Rahip Santoro’nun, Hrant Dink’in ve Malatya’da katledilen misyonerlerin soruşturmaları neden ilerlemiyor? Dink’in soruşturması kamuoyunun duyarlılığı ve ısrarı sayesinde ilerleyince karşımıza yine devlet içinde çöreklenmiş bir çetenin ve Danıştay saldırısını azmettirenlerin çıkması tertibin büyüklüğünü gösteriyor.
Bugün, 11.7.2007
|