Soru:
Mesnevi-i Nuriye’de geçen; “Hem o arşa çıkmak için dört vesile vardır. İlham, talim, tasfiye, nazar-ı fikrî” (s. 213) cümlesinin izahı nedir?
Cevap:
Cenab-ı Hakk’ı tanımaya ve hakkıyla sevmeye ulaştıran pek çok “tarîk”lerin olduğundan bahseder Bediüzzaman. Ona göre bütün “hak tarîk”ler Kur’ân’dan alınmasına rağmen, bir kısmı diğerlerine nazaran “daha kısa”, “daha selâmetli” ve “daha umumiyetli olmaktadır. “Kemalât arşı” olarak nitelendirdiği Cenâb-ı Hakk’ı tanıma yollarının ise, dört temel asla dayandığından bahsetmektedir:
Birincisi, “tasfiye ve işrak” üzerine kurulu olan tasavvuf ehlinin tarîkıdır/yoludur. Tasavvufun tasfiye denilen eğitim boyutu ile işrak denilen bilgi boyutu olmak üzere iki mertebesi vardır. Eğitim boyutu, tarikat, manevî makamlar, seyr u sülûk ve âdâb gibi konuları kapsar. Ameli tarafta da denilen bu boyutta, zühdün gerektirdiği ibadet hayatı, nefsanî ve dünyevî isteklerden arınma, riyazet ve her çeşit mücahede ile Allah’a yönelmek bulunmaktadır. Bilgi boyutu ise insanın manevî eğitimle birlikte ahlâk ve takva açısından yükselişin ve Allah’a yaklaşmanın sonucu olarak kâinattaki bir kısım ilâhî sırlara ait elde edilen bilgilerdir. Mücahededen sonra gelen müşahede safhası da denilen bu ikinci boyutta, zühdün ortaya çıkardığı haller, nefsin tasfiyesinden sonra doğan vecd, zevk ve marifetler açığa çıkmaktadır. Ebu’l Kasım el-Cüneyd, Zünnun el-Mısrî, Muhyiddin İbnü’l Arabî gibi mutasavvıflar bu yolu takip etmişlerdir.
İkincisi, “imkân ve hudus”a dayanan kelam âlimlerinin yoludur. Sa’d-ı Taftazani, Fahreddin-i Razi gibi âlimler bu yolda hakikate gitmeye çalışmışlardır. İmkân ve hudus ünvanları altında kâinatı sarmalayıp, zihnen üstüne çıkarak vahdaniyeti ispat etmek metodunu takip etmişlerdir.
Her ne kadar bu iki yol Kur’ân kaynaklı dahi olsalar, insan düşüncesinin ve duygularının karışması sebebiyle değişime uğramışlar, hatta uzunlaşıp müşkülleşerek şüphelerden mahfuz kalamamışlardır.
Üçüncüsü, “Hükema” denilen ve şüphelerle dolu İslâm filozoflarının yoludur. Kindi, Farabi, İbn Sina ve İbn Rüşd gibi Aristo’nun görüşlerinden etkilenen ve onun ekolüne atfen yürüyenler anlamında Meşaiyyun diye isimlendirilenler ile Sühreverdi’nin görüşlerini esas alan ve bilginin nefsi günahlardan arındırma sonucu insanın kalbine yansıyan sezgisel bilgi olduğunu kabul eden İşrakiyyun ünvanıyla anılanlar, bu yolun takipçileridirler. Bu yolda gitmek o kadar zor ve tehlikelidir ki, İbn-i Sina ve Farabi gibi dahiler, adi bir mü’minin derecesini ancak kazanabilmişlerdir. Hatta İmam-ı Gazali gibi bir Hüccetü’l-İslâm, onlara o dereceyi de vermemiştir. Hem bir de, kelâm ilminin dehalarından olan bir kısım Mutezile imamları, bu mesleği benimseyip akla fazla hâkim kıldıklarından, ancak fasık, mübtedi bir mü’min derecesine çıkabilmişlerdir.
Dördüncüsü, “belâgat” ve “cezalet” cihetiyle en parlak, istikamet cihetiyle en kısa, anlaşılabilirlik ve genele hitap etmek cihetiyle en geniş bir yol olan “mî'rac-ı Kur’ân”dır.
Özetle, Allah’ı tanıtan yollar dörttür: Birincisi, tasavvuf mesleğinin takip ettiği kalp ve sezgi yolu. İkincisi, kelâm ulemasının takip ettiği aklî delillere dayanan yol. Üçüncüsü, şüphelerle dolu olan İslâm filozoflarının mesleğidir. Dördüncüsü ise, en mükemmel, en kısa, en geniş ve herkesi kapsayan Kur’an yoludur.
“Marifet-i Sani” denilen “kemâlât arşı”na dört mi'rac ile çıkıldığını belirttikten sonra, Bediüzzaman o arşa çıkmak için “dört vesile”nin olduğundan bahsetmiştir. Onları ise ilham, talim, tasfiye ve nazar-ı fikri olarak sıralamıştır. Birinci mi'rac olan tasavvuf yolunda daha çok tasfiye vesile olurken, ikinci mi'rac olan kelâm âlimlerinin yolunda talim esas olmaktadır. Hükema denilen İslâm filozoflarının yolunda ise nazar-ı fikri, Kur’ân’ın miracında ise ilham öne çıkmaktadır.
İlham yolu “ilm-i ledün” denilen Abdülkadir-i Geylani’nin Fütuhu’l-Gayb’ı, Mevlânâ’nın Mesnevî’si, Bediüzzaman’ın Risâle-i Nur’u gibi eserlere karşılık gelir. Kur’ân’dan alınan ilham ve sünûhatla hakikat mi'racına en kısa bir şekilde çıkılmasıdır. Nitekim çağımızda Risâle-i Nur eski zamanda kırk günden kırk yıla kadar uzun bir zamanda çıkılabilecek hakikatlere kırk dakikada çıkılabilme yolunu açmıştır.
Talim yolu, kesbi olan ve yıllarca süren Arapça, Tefsir, Hadis, Kelâm, Usul İlimleri, Fıkıh vb. ilimlerin tahsil edilmesiyle iman ve Kur’ân hakikatlerinin anlaşılması meselesidir.
Tasfiye yolu ise tasavvuf ve tarikat yolunu izleyenlerin ibadet, uzlet ve nefsanî arzuları terk ederek bütün kalbiyle Allah’a yönelerek hakikat arayışında bulunmasıdır. Tasfiye, kalbi her türlü kirden temizleyerek İlâhî iradenin aksedeceği bir hâle getirmek ve tezkiye ise dünya sevgisini terk ederek nefsi mâsivânın şerrinden korumak şeklinde tarif edilmiştir. Bu yolda özellikle nefs-i emmare’nin tezkiyesi, yani kötülüklerden arındırılması da önem kazanmıştır. Nefsin emmare olmaktan çıkarılıp, levvame, mülhime, mutmainne, raziyye, mardiyye ve kâmile mertebelerine gelmesi şeklinde yedi basamak halinde terbiyesi esas alınmıştır.
Nazar-i fikrî ise, fennî ve felsefî ilimler ile beraber, aklî ve felsefî metotları, mantıkî delilleri de nazara alan fikrî ve tefekkürî olan marifet yolunu ifade etmektedir. Bediüzzaman’ın Kastamonu’da yanına gelerek “Öğretmenlerimiz Allah’tan bahsetmiyorlar.” diyen gençlere “Sizin okuduğunuz fenlerden her fen, kendi özel diliyle, sürekli Allah’tan bahsediyorlar. Öğretmenleri değil, onları dinleyiniz.” demesi bu açıdan anlamlıdır. Yani, aslında bütün fenler Allah’ı tanıtan ve O’na ulaştıran birer hakikat mi'racıdırlar.
[Risâle-i Nur Enstitüsü | Soru&Cevap Köşesi]
-Tel: +90 212 513 11 10-
http://www.risâleinurenstitusu.org
|