“Açıklama”nın ikinci paragrafı bana son derece “problemli” göründü. “Açıklama”, gecikme nedenini şöyle açıklıyordu:
“...bu tartışmaların boyutlarını ayrıntılı olarak saptamak ve yaratılan bu ortamın arkasındaki aktörlerin gerçek yüzlerini ve niyetlerini ortaya çıkarmak maksadıyla, özellikle başlangıçta açıklama yapılmamış, beklenilmiş ve olayın yeteri kadar tartışıldığı sonucuna varılarak bir açıklama yapılmasına karar verilmiştir.”
Bayağı esrarengiz bir açıklama doğrusu...
“Açıklama”nın sahibi “aktörlerin” gerçek yüzlerini ve niyetlerini ortaya çıkarmak için özellikle ağırdan almıştır.
“Pusu kurmak” gibi bir şey yani... Ağırdan alınsın ki, “aktörler”in gerçek yüzleri ve niyetleri açıkça ortaya çıksın...
“Açıklama”da -adı anılmasa da- Yasemin Çongar’ı hedef alan açıklamalardaki “problem” çok daha büyük. Çongar’ın açıklamaya neden olan konuya ilişkin haberi “maksatlı bir girişim” olarak nitelenmektedir.
Konunun (senaryonun) “nazik” bir bölümüne ilişkin haberi için kesilen fatura ise daha da ağırdır: “...yalanı yalanla örtme ve hedef saptırarak kurumları karalama amacını taşımaktadır.”
İyi vallahi... “Kurumları karalama amacının” önüne geçilmesi için kişileri karalama serbest.... Ortaya hiç mi hiç tatmin edici bir bilgi-belge koymadan bir gazeteciyi bu şekilde alenen suçlamak da neyin nesi? Hangi kurumun böyle bir hakkı olabilir?
“Açıklamalar”a hakim (sadece sonuncusu değil) “ton”un eleştirisini bir kere daha hatırlatmakta fayda var: Bir Cumhuriyet’te karşılaşılmaması gereken bir hakim ton ile karşı karşıyayız... Bir kurumun kendisini toplumun bir bölümünün ya da son açıklamada olduğu gibi gerçek kişilerin “ağabeyi” konumuna yerleştirip, kendisinde onların düşünce, inanç ve davranışlarını yargılama ve sırasında açıkça mahkûm etme hakkını görmesi, bir Cumhuriyet’te karşılaşılan alışkanlıklardan değildir. Çünkü Cumhuriyet her şeyden önce, peşinen, bu tür vesayet ilişkilerini reddederek yetişkin ve eşit yurttaşlardan oluşmuş siyasal bir oluşumu emreder.
“Açıklama”ya ilişkin bu kadar söz yeter.... Şimdi de gelelim -yine Cumhuriyet’i esas alarak- çok daha güçlü olarak eleştirmemiz gereken bir başka açıklamaya:
Basri Aslan için Gümüşhane’de düzenlenen törende Giresun Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Dursun Ali Karaduman bir konuşma yapıyor. Konuşması bitince, 18 Ocak’ta Basri Aslan gibi şehit olan Astsubay Kıdemli Çavuş Kadir Aydın için yazılmış bir şiiri “okumadan geçemeyeceğini” belirterek başlıyor okumaya. Söz konusu şiir Kadir Aydın’ın ağzından yazılmış. Bu şiirin uzunca bir bölümü şöyle:
“Ey koca dünya, ben de öldüm/ Belli ki hiçbirinizin haberi yok/ Hem de Dink’ten sadece bir gün önce / Ama ne sen duydun, ne gördün, ne umursadın/ Ölümümden hemen sonra kameralar gelmedi oraya/ Halk da toplanmadı, ellerinde karanfil ve mumlarla/ (...) Halbuki, benim adım öz ve öz Türkçe’ydi; Kadir Aydın/ Okunması, söylenmesi ve yazılması onunkinden daha kolaydı/ Ama anmadı beni babamdan gayri kimse, onu andıkları gibi (...) Bulamadılar beni vuranları 32 saatte, belki de hiç aramadılar (...) Ben Türk’üm, adım Türkçe, ama öğrenemedi adımı hiç kimse/ Bir kez bile manşet de olmadım ya, o gül yüzümle gazetelere....”
Şimdi ne diyelim?
Bu şiiri –eğer- Kadir Aydın’ın bir yakını yazmış ise– ne diyebiliriz ki... Genç oğullarını, kardeşlerini, babalarını kaybetmek sevenlerine neler söyletmez ki... Peki ama bu şiirin törende bir general tarafından okunması? Böyle bir münasebetsizliğin anlayışla karşılanabilmesi mümkün mü?
Bir Cumhuriyet’te cumhuriyet ordusunun bir generali, Hrant Dink’in milyonların gönlünde taht kurmuş o aziz hatırasını açıkça hedef alan, küçültmeye çalışan böyle bir şiiri okuyabilir mi? T.C. vatandaşı “Türk” Kadir Aydın’ın ölümü karşısında duyduğu acıyı bir siyasal cinayetin aramızdan ayırdığı T.C. vatandaşı “Ermeni” Hrant’ı kullanarak ifade etmeye cüret edebilir mi?
Bana göre, bu son derece ciddi konu layıkıyla kaleme alınmış bir “açıklama”yı fazlasıyla hak etmektedir.
Yeni Şafak, 23 Haziran 2007
|