Genelkurmay günlerdir beklediğimiz açıklamayı yaptı. Ama doğrusu, bu açıklama kafamızdaki sorulara cevap vermek bir yana o soruları daha da artırmaktan başka bir işe yaramadı.
Önce, günlerdir süren sessizlikle ilgili söylenenlere bakalım: “Tartışmaların boyutlarını ayrıntılı olarak saptamak ve yaratılan bu ortamın arkasındaki aktörlerin gerçek yüzlerini ve niyetlerini ortaya çıkarmak maksadıyla, özellikle başlangıçta bir açıklama yapılmamış, beklenmiştir” Olmadı; hem de hiç olmadı! “Türkiye üzerinde oynanan dehşet verici oyunlara katılma” gibi büyük bir suçlamayla karşı karşıya kalan bir devlet kurumu böyle mi yapar?
Siz kendinizi ele alın; hükümeti yıkmaya çalışan bir komplonun içinde olmakla suçlanıyorsunuz; üstelik bu komplo hükümeti yıkacağım derken Türkiye’yi kana bulamayı da göze alıyor. Daha suçlamayı duyar duymaz, “İftiraya uğradım. Ben asla böyle bir komplo içinde olmadım” diye feveran etmez misiniz? “Bakalım kim var arkasında” diye susup bekler misiniz? Açıkçası, kamuoyu Genelkurmay’dan bir karşı suçlama değil, açıklama bekliyordu. Oysa Genelkurmay, artık bütün ayrıntıları ile önümüze serilen bu toplantıyla ilgili olarak kamuoyunu ikna edecek argümanlar getireceğine, üstten bir ifadeyle Çongar’ı suçlamaya girişti.
Çongar, maksatlı olmakla, yalanı yalanla örtmeye çalışmakla, hedef saptırarak orduyu karalamakla itham ediliyor. Bildiğiniz gibi, Yasemin Çongar haberini yalnızca bir takım katılımcıların sözlü beyanlarına dayandırmamış, belgelerle de desteklemişti. Milliyet Gazetesi, bu belgeleri, yani Hudson Enstitüsü’nün toplantıya dâvet mektubunu ve üzerinde tartışılmak üzere kaleme alınan senaryo metnini de birer gün arayla yayımlamıştı. Bunlara “yalan” demek, Çongar’ı resmen sahte belge tanzim etmekle suçlamaktır. İşte bu noktada durmak gerekir. Durmak ve tavır almak...
İşi kamuoyunu bilgilendirmek olan bir gazeteci, sırf işini yaptı diye, üstelik iyi yaptı diye, böyle ağır suçlamalarla karşı karşıya kalıyorsa, hedef alınıyorsa, açık toplumu savunan herkesin de ona güçlü bir şekilde sahip çıkması boynunun borcudur. Bu sahip çıkış, sadece Çongar’a yapılan haksızlığı düzeltmek için değil, aynı zamanda toplumun bilgi alma hakkını savunmak içindir. Bugün bir meslektaşımızın böyle ağır ithamlarla hedef alınışı karşısında susan kamuoyunun, yarın basından “cesur olmasını” “toplumu bilgilendirmesini” “gerçekleri aydınlatmasını” isteme hakkı da olmaz.
* * *
Yeniden şu meşhur klişeye, “orduyu yıpratma” suçlamasına dönecek olursak... Açıkçası, Şemdinli’den Atabeyler’e, Sarıkız’dan Ayışığı’na, Eryaman’dan Ümraniye’ye, ortaya çıkan her skandalda Genelkurmay tarafından tekrarlanan bu “orduyu yıpratma” suçlamasından artık hepimize gına geldi. Ordu üst kademeleri, kendileriyle ilgili her habere, her eleştiriye “orduyu yıpratmaya çalışıyorlar” fobisiyle yaklaşmak yerine, orduyu asıl yıpratanın ne olduğunu bir an önce görse iyi olur.
Orduyu asıl yıpratan, ortalığa saçılan her çetenin içinde yuvalandığını gördüğümüz emekli astsubaylar, subaylar ve bunların ordu içine doğru uzanan bazı bağlantılarıdır. Ordu malı bombaların suikast timlerinin ellerine geçmiş olmasıdır. Çete davalarının birer birer düşmesi, iddianamelerin değiştirilmesi, ceza taleplerinin azaltılması, davaların çete kapsamından çıkarılmasıdır.
Siyasi rakipleriyle siyaset alanında baş edemeyen CHP’nin tahriklerine kapılıp iç siyasete bulaşmaktır asıl orduyu yıpratan... Asker- sivil kimi cuntacı kliklerin, ABD’nin en gerici kliğiyle karanlık işbirliklerine girmesi, ülkeyi uçurumun kenarına götürme pahasına seçim sonuçlarını manipüle etmeye kalkışmasıdır.
Genelkurmay Yasemin Çongar’ı hedef alacağına, bu karanlık klikleri bulup çıkarmaya çalışsa, hem kendi itibarını kurtarmış, hem de bu ülke için hayırlı bir iş yapmış olur...
Bugün, 22 Haziran 2007
|