Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 17 Haziran 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Bir Kuvacı bomba ile yakalanırsa...

Haber şu:

İhbar üzerine Ümraniye’de bir gecekonduya baskın yapan polis, 27 adet taarruz tipi el bombası, TNT kalıpları ve fünyeler ele geçirdi. Evin sahibi Mehmet Demirtaş, “Patlayıcılar, yanında askerlik yaptığım emekli astsubay Oktay Yıldırım’a ait” dedi.

Polis, emekli astsubay Oktay Yıldırım’ın evine de baskın düzenledi. Evde yapılan aramada, bazı silahlar ele geçirilirken Yıldırım gözaltına alındı. Bombaların kendisi tarafından gecekonduya konulduğunu kabul eden Yıldırım, “Bombaları Hasdal Kışlası’nın yanında bulunan çöplükten topladım” dedi.

Yıldırım, Danıştay ve Cumhuriyet Gazetesi saldırılarından sonra azmettirici olarak adı geçen emekli Yüzbaşı Muzaffer Tekin yaralandığında yardımına koşan 3 astsubaydan biriydi. Yıldırım aynı zamanda Kuvay-ı Milliye Derneği İstanbul İl Başkanlığını yürütüyor.

Böyle bir haber neler çağrıştırıyor sizde?

Bir emekli assubay. Bir sandık dolusu el bombası. Kuvay-ı Milliye Derneği. Cumhuriyet’e saldırı...

Tabii ki bu koordinatlar bir çok şeyi çağrıştırır.

Mesela bu habere, Cumhuriyet mitinglerini de emekli askerlerin organize ettiği iddiasını eklerseniz daha başka şeyleri de çağrıştırır.

Mesela bu habere, Cumhuriyet mitinglerini organize eden Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin bazı paralel derneklerle işbirliği içinde sandık müşahidi yetiştirmek için harekete geçtiği bilgisini eklerseniz daha başka şeyleri çağrıştırır.

Emekli askeri örgütler...

Kemalist sivil örgütler...

Ve bir süredir devrede olan siyaseti tanzim girişimleri...

Sivil alanı yönlendirmek üzere oluşturulmuş para – militer (askeri nitelikler taşıyan) bir organizasyon yapılanması mı?

Tabii, sivil alanda kaldığı sürece böyle bir yapılanma normal karşılanabilir. Emekli askerlerin de sivil örgüt kurma hakkı vardır. Siyasetle ilgilenme, siyaseti yönlendirme hakkı vardır.

Ama bu yapı, silahla birlikte göründüğünde iş değişir.

Bir sandık dolusu taarruz tipi el bombası dünyanın her yerinde, onunla birlikte yakalanan kişiyi sanık haline getirir.

Bütün eylemleri, bağlantıları, gelmişi, geçmişi sorgulanır.

Ortada silahlı bir örgüt yapısı bulunup bulunmadığı araştırılır.

Doğrusu, bir süredir Türkiye’de yaşananlar, demokratik ve sivil ortam açısından kuşku uyandırıyor.

Artık askeri bir müdahalenin göze alınamadığı bir dünyada, askeri etkinliğin nasıl sağlanacağı sorusu, en çok Türkiye’de ilgi görüyor.

Post modern darbeler Türkiye gündeminde...

Elektronik muhtıralar Türkiye’nin gündeminde...

“El altından bir şeyler yapılıyor mu?” sorusu Türkiye’nin gündeminde...

En net soru şu:

Türkiye’de, güvenlik saikiyle bile oluşmuş olsa, illegal bir para – militer yapılanma mevcut mu?

Güvenlik saikiyle oluşmuş yapılar denetlenebiliyor mu, kimlerin inisiyatifinde yönetiliyor?

Bence siyasi iktidar, bu konuda ciddi bir araştırma gerçekleştirmelidir.

En azından Türkiye’nin bu yer altı fotoğrafı çıkmalıdır. Kim neyi oynuyor, bu, şeffaflığa kavuşturulmalıdır.

Susurluk’tan Şemdinli’ye... olan biten nedir?

Mesela bir tek “Cumhuriyet mitinglerinde yoğun biçimde asker vardı” iddiası, sivil – asker, bu ülkeyi yönetenleri rahatsız etmelidir. Askerin sivil toplum örgütü gibi kullanılması faullü bir oyun niteliği taşır çünkü.

Bir de bu tür oluşumlar er geç ortaya çıkacaktır.

Bunca iletişim dünyasında iş bir noktada bir sıçrarsın çekirge hadisesine döner.

Onun için askere bu tür roller verilmesine karşı bizzat askeri yöneticiler de duyarlı olmak durumundadır.

ahmettasgetiren.com.tr, 15.6.2007

Ahmet TAŞGETİREN

17.06.2007


 

TSK’yı asıl bunlar yıpratıyor...

Yine eski yıllara dönüyoruz.

Terör kabarıyor, buna karşılık önlemler dizisi artıyor. Cenazeler siyasi mitinglere dönüşüyor. Kimi emekli subay, kimi mafya kırıntısı kişiler dernek kurup, vatan adına etrafı bombalamaya başlıyorlar. “Ya sev, ya terk et” edebiyatı yeniden yaygınlaşıyor.

İç kapatıcı bir manzara.

İşte en son örneklerinden biri daha,

Ümraniye’deki bir gecekonduda bulunan el bombalarının sahibi diye, Kuvva-i Milliye Derneği İstanbul Şube Başkanı Oktay Yıldırım sorguya çekiliyor.

“Ben bunları, Hasdal Askeri Kışlası’nın çöplüğünde buldum” demiş. Üstelik 30 bombalık sandıktan 3’ü eksik. Onlar da, Cumhuriyet Gazetesi’ne atılan 3 bomba ile aynı kaynaklı...

Sanki çocuk kandırıyor.

Kim bu Yıldırım?

Danıştay saldırısıyla gündeme gelen emekli yüzbaşı Muzaffer Tekin’i sorgusu sonrası yanaklarından öperek kucaklayan kişi. Besbelli silah ve ülkü arkadaşları.

Muzaffer Tekin’in açıklaması bir harika...

Bu olayın, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni yıpratmak amacıyla düzenlendiğini söylüyor. Oysa, TSK’yı asıl yıpratanlar kendileri.

İnanılır gibi değil... Genelkurmay Başkanlığı bu tip kişiler ve derneklerle ilişkileri kestiğini açıkça göstermelidir. Zira bunların her yasa dışı girişiminin faturası askere kesilmektedir. Genelkurmay’dan ses çıkmadıkça veya ikna edici bir tutum görülmedikçe, iki grup sürekli şekilde irtibatlandırılacaktır.

Posta, 16.6.2007

Mehmet Ali BİRAND

17.06.2007


 

Ya çeteler yok olacak, ya çeteler yok olacak…

Çetelerin varlığını biz unutsak hatırlatacak bir gelişme mutlaka ortaya çıkıyor. Çıkıyor da ne oluyor? Bir süre tartışıp yeniden unutulmaya terk ediyoruz çeteleri… Kasım 1996 Susurluk kazası “Türkiye bir daha eskisi gibi olmayacak” kararlılığı uyandırmıştı; aradan çetelerle irtibatlı nice cinayet, suikast, kitle eylemi geçti, hükümetler devrildi, hükümetler devrilme noktasına getirildi; bugün aynı temenniyi ifade bile edemiyoruz.

Neden?

Çünkü politikacılar çete gerçeğini ya küçümsüyorlar, ya da korkuyorlar…

Güçlü bir ordusu, eğitimli polisi, geleneğe sahip bir istihbarat örgütü bulunan büyük bir ülkede, yöneticilerin, çeteleri ‘üç-beş haydut’ görerek küçümsemesini doğal karşılamalıyız. Oysa çeteler tam da bu sebeple tehlikeli: Kurumsal olarak egemen olamadıkları devlet birimlerine sızarak, orada buldukları işbirlikçilerden yararlanarak faaliyetlerini yürütür çeteler; bazen devletin bütün kolluk kuvvetlerini felç bile edebilirler.

Geçmişte bunun pek çok örneği var. Devleti, içeride kendi vatandaşına dışarıda dosta-düşmana gülünç hale düşürmüş pek çok ‘operasyon’ gerçekleştirildi ülkemizde. Bugünlerde toplumu derinden sarsan PKK eylemlerinde bile ‘derin devlet’ parmağı arayanlar çıkıyorsa, sebebi, geçmişteki manzara bozukluklarıdır.

Akıllı politikacı çeteleri küçümsemez. Siyasi hayatımız, çeteleri küçümsemiş iktidarların mezarlarıyla dolu çünkü…

Korku da doğal ve insanî bir duygu; bizdeki bilgi ve belgelerden çok daha fazlasına sahip olan yöneticiler, ülkedeki çete yapılanmasının künhüne vâkıf oldukları, ipin ucunun nerelere uzandığını bildikleri için de konunun üzerine gitmiyor olabilir. Çetelerin ellerinde ve depolarında bulundurdukları silâh ve patlayıcı maddelerin çokluğu, vurucu timlerinin ustalığı ve gözü karalığı ürkütücüdür herhalde. Geçmişte iki başbakanı (Bülent Ecevit ve Turgut Özal’ı) hedef alan çetelerle irtibatlı suikast girişimleri olmuştu, bunlar bildiklerimiz; devletin arşivinde dışarıya yansımayan başka vukuatlar da olabilir pekâlâ.

Politikacının akıllısı tedbirli olur, ama korkunun ecele faydası olmadığını da bilir. Başka ülkelerde de bizdekileri andıran çeteler vardı; alınan uygun tedbirlerle o ülkelerin sistemleri çeteleri tasfiye etti. Çetelerin varlığı ülkelerin demokratik olma iddiasını zedeliyor; çeteli bir yapıya sahip ülkelerde demokrasi yerleşemiyor. ‘Üç-beş haydut’ diye küçümsediğiniz çeteler, halkın desteğine sahip iktidarları yerinden edebiliyor da ondan…

Ülkemizin çok değerli aydınlarını da çetelere kurban vermedik mi? Zaman zaman ‘Alevi-Sünni’ tedirginliği yaşanıyorsa ülkemizde, bu, geçmişte çeteler eliyle sahneye konulan kitle eylemleri yüzündendir. Batı ile ve kendi azınlıklarımızla bir dargın bir barışık hayatı sürüyorsak, bunda, kökleri 20. yüzyılın başlarına uzanan ve son örneklerinden biri 6/7 Eylül 1955 tarihinde İstanbul’da yaşanan çeteci kışkırtmaların rolü büyüktür.

Türkiye çete yapılanmasıyla birlikte yaşayamaz. Hem çeteleriniz olacak, hem dengeli bir kalkınma gerçekleştireceksiniz… Hem çeteleriniz olacak, hem ekonomide istikrarı sağlayacaksınız… Hem çeteleriniz olacak, hem toplumsal barışı gerçekleştireceksiniz… Hem çeteleriniz olacak, hem yurtta ve dünyada barış ilkesini uygulayabileceksiniz…

Bunların hiçbiri mümkün değildir. Türkiye ya bu çetelerden kurtulacak, ya da…

Devamını yazmaya kalemim razı olmuyor.

Yeni Şafak, 16.6.2007

Fehmi KORU

17.06.2007


 

Ters örgü/düz örgü

Ümraniye’deki gecekonduda ele geçirilen 27 adet el bombasıyla gündemimizi bombalayan emekli astsubay Oktay Yıldırım’ın, benim şahsi tarihimde DE yeri var. Ne hoş!

‘Vicdani Red Bir İnsan Hakkıdır’ yazım nedeniyle ‘halkı askerlikten soğuttuğum’ gerekçesiyle açılan davayı basanlardan biri de oydu.

Birkaç kez yazılarımda Danıştay Baskını’na ismi karışmış bu şahıstan emekli yüzbaşı/binbaşı vs. diye bahsettim. Oysa Özel Harp Dairesi’nden ‘malulen’ emekli edilen bir astsubaymış. İsmini de unutmam artık.

Beni desteklemeye gelenlere ‘Ben gaziyim!’ diye bağırmıştı mahkeme kapısında. ‘Malulen’ emekli edilmesinin/dolayısıyla kendini ‘gazi’ olarak konumlamasının NEDENİ NE acaba?..

Neden orda bulunduğunu soran gazetecilere, “Ortadoğu üstüne yazılar kaleme alan bir köşe yazarı olduğunu” söylemişti. O günlerde popülerdi. Adı Danıştay Baskını’nın azmettiricisi diye geçtiği için esefinden intihara teşebbüs eden emekli ‘yüzbaşı’ Muzaffer Tekin’in ‘yakını’, koruyucu figürü olarak dikkatleri üstüne çekmişti.

Sonra işte benim mahkememde de dikkatleri üstüne çekti. Şimdi en çok dikkati üstüne çekmeyi başardı. Otuzluk kutudan 27 adet bomba çıktı. Diğer 3’ünün nerde olduğu merak konusu.

Ama emekli yüzbaşı/intihar teşebbüsçüsü Muzaffer Tekin ‘Düzgün bir adam’ diyor Oktay Yıldırım için. (Habire birbirlerine kefil oldukları 1 Sistem Kardeşliği.)

Ve ele geçirilen bombaların ‘kullanılmaz, hatta hurda durumda’ olduklarını açıklıyor. Nasıl incelemiş ise artık.

Bir de Hasdal Kışlası Çöplüğü’nden toplandığı ‘açıklanmıştı’. Bakar mısınız emekli bir astsubayın askeri çöp toplama merakı başına ne işler açıyor? Paparazziler de biliyorsunuz yıldızların çöplerini karıştırıyorlar. Yani meslek grubuna göre tercih edebilirsiniz karıştıracağınız çöplüğü.

Bir de tabii Oktay Yıldırım’ın İstanbul İl Başkanı olduğu Kuvayi Milliye Derneği var.

O derneğin başkanı Fikri Karadağ da emekli kurmay albay, Özel Harp Dairesi Başkanı. (Özel Harp böylece 2’de 1’de karşımıza çıkmış oluyor.) O da hani Mersin’de yeni dernek müritlerine silah üzerine yemin ettirme görüntüleri televizyonlarda yayımlandığı için dikkatleri üstüne çekmişti.

Hepsi dikkatleri üstüne çekmeyi ve vatanlarını çılgıncasına seven kişiler. Hatta ‘Kim Daha Çok Dikkati Üstüne Çekecek?’ Yarışması diye niteleyebileceğimiz durumlar silsilesi neticesinde Kemal Kerinçsiz’le yollarını ayırıyorlar.

Zira bu mahkeme baskınları esnasında olsun, başka vatantaparlık göstermelerinde olsun dikkati hep Kerinçsiz hep Kerinçsiz çekmişti üstüne. Bu dikkat rekabetinde kavgalar çıkıyor sonunda. Kerinçsiz’in ‘çaycısı’ kül tablası atıp başından yaralıyor Oktay Yıldırım’ı. Natürel olarak yolları Kuvayi Milliyeciler ve Büyük Hukukçular olarak 2’ye ayrılıyor.

Şimdi işte en çok dikkati çekme sırası Oktay Yıldırım’da. Daha önce de ailesinin iftihar etmeye doyamadığı ve mahkeme giriş/çıkışlarında bunu habire haykırdığı Danıştay Katili Alparslan Arslan dikkatleri toplamıştı. Bir üyeyi öldürüp diğerlerini yaralayarak.

Ümraniye’deki bombalı gecekonduya dair ihbar, Trabzon’dan yapılıyor. Trabzon böylece denklemimize giriveriyor.

Muzaffer Tekin, Oktay Yıldırım ve Fikri Karadağ’ın birlikte çekilmiş fotoğrafları var.

Bu vatanatapanların baş aktörlerinden emekli tuğgeneral Veli Küçük’ün de Kemal Kerinçsiz ve Oktay Yıldırım’la (mahkeme baskınlarında filan) çekilmiş fotoğrafları var. Hemen hemen her (vatantapan) taşın altından çıkan Veli Küçük’ün eski görev yerlerinden biri, son zamanlarda bütün dikkatleri üstüne çekmeyi başarmış bulunan ilimiz: Trabzon.

Veli Küçük bizzat kendisi basmıştı Hrant Dink’in mahkemelerini. (Benimkine Oktay Yıldırım, Kerinçsiz ve diğerleri gelmişti.) Veli Küçük’ün varlığı ya da varlıksızlığı önemli bir işaret.

Bütün oklar Veli Küçük’ü işaret ettiğinde dahi Veli Küçük gündemden yeşilleşmeyi becerebiliyor. O yani dikkat çekmemeyi yeğleyebiliyor; bu grubun diğer dikkat bağımlılarının aksine.

Trabzon’dan gelen ihbarları İstanbul polisi yeterince dikkate alsaydı, bugün herhalde Hrant Dink yaşıyor olacaktı.

Hrant Dink cinayeti nasıl zamanında önlenemediyse, şimdi de çözümlendirilemiyor gibi duruyor.

2 mülkiye başmüfettişi tarafından Dink cinayeti sonrası İstanbul Emniyet Müdürü Cerrah ve İstihbarat Müdürü Güler için yazılan raporda, bu görevlilere ağır suçlamalar yöneltiliyor.

“Tehdit altında olan Dink’in ölümünün önceden yazı yazıldığı halde meydana gelmesi, kuvvetle muhtemel bir olayın önlenmesi için gerekli tedbirleri almadığı anlaşılan kişilerin kusurudur” yazılıyor raporda, diyelim.

Cerrah halen ‘görevinin’ başında.

Bombalarla alakalı Trabzon’dan gelen ihbarın değerlendirilmiş olması, olumlu yani. Hoş 1 gelişme. Hem de bulunan bombalar, Cumhuriyet gazetesine atılanların tıpkısının aynısı gibi duruyor.

Kutuda kalan (pardon, çöplükten toplanan) 27 bomba nasıl ‘değerlendirilecekti’ acaba? Nerelerimizi karıştırmakta kullanılacaktı? En güçlü düşman: İç Hesapçı Düşman. Kuzey Irak sis perdesini kaldırırsak, dikte edileni reddedip önümüzü daha net seçebiliriz yani.

Radikal, 16.6.2007

Perihan MAĞDEN

17.06.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004