Açık söyleyeyim: Bana göre Türkiye Cumhuriyeti’nin hayati meselelerinin hiçbirine Türkiye Cumhuriyeti sınırları dahilinde kalınarak veya ara sıra sınır ötesi harekâtlar yapılarak esaslı bir çözüm bulunamaz. Sınırlar -bilhassa psikolojik sınırlar- tamamen aşılmadan ne ekonomik kalkınma teminat altına alınabilir, ne Kürt meselesi tatlıya bağlanabilir, ne de ordu-siyaset gerginliği sona erdirilebilir.
Francis Ford Coppola’nın “Siyam Balığı” filmini bütün devlet adamlarına (sivil ve askerî!) şiddetle tavsiye ederim… Biz siyam balıkları gibiyiz. Aynı akvaryuma konulan siyam balıkları birbirini öldürür. Akvaryuma bir tek siyam balığı koyup dışarıdan ona ayna tutsanız, o da kendi suretine saldırarak başını cama vura vura kendi kendini öldürür. Binlerce siyam balığını aynı anda denize bıraktığınızda ise bunlar birbirine bulaşmadan barış ve huzur içinde yan yana yüzüp giderler. Bizim tarihimiz açık denizlerde geçti; bir yerlerimizi de yırtsak “ulus devlet” denilen bu akvaryuma sığmayız. Hepimize ‘daral gelir’, ister istemez birbirimize saldırırız. Ne yaparsak yapalım, bu akvaryumda toplumsal barışı ve siyasal istikrarı tesis etmemiz kesinlikle mümkün değil. Fitne-fesat ehli emperyalistlerin diledikleri gibi at koşturabildikleri ve her an herkesin komşularına karşı tepe tepe kullanılabildiği bölük-pörçük bir Ortadoğu’da ekonomik kalkınma hamlelerine garanti gözüyle bakmak de kesinlikle mümkün değil.
Devlet, zihinsel bir dönüşüm geçirerek, küreselleşen kapitalizme ve emperyalizme karşı mücadelenin de küresel olması gerektiğini, Venezuela’dan Zimbabve’ye kadar bütün anti-emperyalist odaklarla teşrik-i mesaiye mecbur olduğunu, ama her şeyden evvel tarihi paylaştığı komşularıyla birleşmenin bir yolunu bulması lazım geldiğini idrak edip bu yönde bir perspektif ortaya koymadığı müddetçe, bulunacak her çözüm, hangi konuda olursa olsun, palyatif kalacaktır.
“Kuzey Irak’a operasyon yapılsın mı yapılmasın mı?” Akvaryumda ancak böyle sorular sorulabilir! PKK’nın belini kırmak için Kuzey Irak’a elli kere operasyon yapılmış olduğu halde PKK’nın beli bir türlü kırılmamış olsa da, Barzani’ye “bir şeyler yapmak”la ancak ateşin üstüne körükle gitme neticesinin alınabileceği aşikar olsa da, akvaryumda böyle soruların sorulması kaçınılmazdır!
Herkes her zaman aynı şeyleri söylüyor, ben de hep aynı şeyleri söylemek zorunda kalıyorum: Kuzey Irak ile bütünleşme Türkiye’nin özgürleşmesine hizmet eder. Türkiye ile bütünleşme de Kuzey Irak’ın özgürleşmesine hizmet eder. Bu, bütün bölge ülkeleri (tabii ki İsrail hariç) için geçerlidir. Aramızdaki güven bunalımını aştığımız anda emperyalistlerin bölgemizdeki manevra alanı sıfırlanır. Hiçbirimiz, güvenlik belasına emperyalistlerin dümen suyunda gitmek, birbirimizin kuyusunu kazmak / kazdırmak, petrolümüzü-metrolümüzü el aleme peşkeş çekmek zorunda kalmayız.
Peki, Kuzey Irak’taki Bölgesel Kürt Yönetimi ile aramızdaki güven bunalımını aşmak için ne yapıyoruz? Hiçbir şey yapmıyoruz. Niye hiçbir şey yapmıyoruz? Çünkü Bölgesel Kürt Yönetimi Başkanı Mesut Barzani’nin meydan okuyucu söylemi buna el vermiyor. Peki bizim söylemimiz çok mu alttan alıcı? Değil, ama teröre destek gerçeği karşısında alttan almamız sözkonusu olamaz. Eee? Basacağız kalayı! Peki 1000 yıllık devlet geleneği bu işin neresinde? Kalayı basmadan evvel kalaysız bir diyalog için bütün yolları denedik mi? Bazı ‘zinde okuyucular’ın şimdi bana yekten “vatan haini” damgasını vuracaklarını bile bile söylüyorum: Hayır, denemedik. “Irak’ın federatif bir yapıya dönüşmesine karşıydık, ama madem yeni Irak Anayasası federasyonu öngörüyor, öyleyse biz de buna saygılı olacağız. Bölgesel Kürt Yönetimi’ne -icabında Kerkük dahil- itibar edeceğiz. Barzani ve arkadaşları emin olsunlar ki bizden onlara zarar gelmez, fayda gelir. Bizi bir tehdit olarak görüp PKK ile, ABD ve İsrail ile iş tutmalarına hiç mi hiç mahal yok” diyebilirdik, ama demedik. Niye demedik? “Ya bizim Kürtlere kötü örnek olurlarsa?” diye demedik. Efendiler! Tekrar söylüyorum: Hedef, mevcudu korumak değil, mevcudun ötesine geçerek Kuzey Irak (ve cümle Irak ve Suriye ve cümle Bilad-ı Şam ve… ve… ve…) ile bütünleşmek ve bu uğurda şovenist takıntılardan kurtulmak olmalıdır. Bütün söylemler ve eylemler buna hizmet etmelidir. 1000 yıllık devlet geleneği bu işe yaramayacaksa ne işe yarayacak?
Avrupa devletlerinin birlik yolunu tuttuğu, “süpergüç” ABD’nin bile komşusu Kanada ile birleşmeyi elzem kabul ettiği bir dünyada Türkiye’nin “ulus devlet” olarak tek başına var olabileceğine / var kalabileceğine inanma gafletinde bulunarak ve bu inancı esas kabul ederek bana “marjinal” damasını vurmaya kalkışanların alnını karışlarım!
Yeni Şafak, 6.6.2007
|