3. 4. YÖNETİM
Günümüzde İslâm ülkelerinin büyük bir kısmında demokratik rejimler bulunmamakta, birçok devlet krallıkla ve emirlikle yönetilmektedir. Demokratik olduğu belirtilen cumhuriyetler ve devletlerin önemli bir kısmı da maalesef sınırlı ve icazetli demokrasi imkânı sunmaktadır. Yönetenlerin seçiminde, demokratik bir seçim süreci yaşanmamakta ya da seçimle iş başına gelen idarecilere devletin temel konularında karar verme imkânı verilmemektedir. Bundan dolayı idareciler, genellikle içerde ve dışarıda baskı altında kalmakta, doğru ve basiretli kararlar verememektedir.
Temel konularda idareciler referandum gibi halkın iradesini ortaya koyan metotlara başvurmakta çekingen davranmakta, “kamusal alanlar” ve “kamusal konular” gibi kapsam dışı tanımlamalarla herkes kendi “kamu”sunu oluşturmaya çalışmaktadır.
İslâm dünyasında temsil de bir diğer önemli sorundur. Toplumun bütün kesimleri aynı oranda temsil imkânı bulamadığından her bir etnik grup ve topluluk, ayrı devlet kurma yolları aramaktadır. İslâm dünyasında insanları artık ölümle korkutup sıtmaya razı ettirmenin imkânı kalmamıştır. Gelişen iletişim araçları ve artan münasebet ve seyahat imkânları, dünyayı küçük bir köy haline getirdiğinden, herkes kendi ülkesinde uluslararası düzeyde imkân talep etmektedir. Bu sebeple İslâm dünyasında, idarecilerin seçilmesinde tamamen demokratik yollar kullanılmalı, iyi bir yönetim için yeteri kadar muhalefet imkânı tanınmalı, toplumun genelini ilgilendiren konularda, toplumun iradesine ve hakemliğine başvurulmalı ve buna göre hareket edilmelidir.
Yetkiler merkezde toplanmamalı, taşra ile paylaşılmalıdır. Bu da beraberinde hızlı ve etkili karar verme mekanizmalarını güçlendireceği gibi daha çok kişinin yönetim sürecine katılmasını, aidiyet hissini ve bağlılığını artıracaktır.
Dünyayı ilgilendiren konularda nasıl bir yönetim ve seçim süreci işliyorsa, aynı şekilde dini konularda karar verecek ve dini anlamda toplumu temsil edecek kişiler de, vesayet altından kurtulup, alanında uzman kişiler arasından seçim usulüyle seçilmelidir ki; dini temsil edenler, kendi alanlarıyla ilgili konularda dünyayı temsil eden kişilere karşı dayanabilsin.
3. 5. ÇEVRE
Dünyada, gelişen sanayileşme nedeniyle yeraltı ve yerüstü kaynaklarının hızlı bir şekilde tüketilmesi, aynı zamanda, çevrenin de kirletilmesini netice vermektedir. Atmosfere yayılan zararlı gazlar ile denizlere karışan zehirli atıklar çevreyi kirletmekte ve canlı hayatın zaman içinde büyük ölçüde zarar görmesini netice vermektedir.
Artan enerji ihtiyacı, insanları nükleer enerjiye itmekte, bu da çevre kirlenmesine ve canlı hayatı için ölümcül tehlikelerin ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. Nükleer enerji üreten devletlerin, üretim aşamasından arta kalan zararlı çöpleri depolama ve saklama maliyetlerinin yüksek olması sebebiyle geri kalmış ülkeleri çöplük olarak kullanma arzularını artırmaktadır.
Çevre kirletilmemeli ve bilhassa güneş ve rüzgâr enerjisi gibi, alternatif enerjilere öncelik verilmelidir. Yeraltı ve yer üstü kaynakları, sınırsız ve bitmez olmadığından iktisat prensibine son derece riayet edilmelidir. İnsanlara çevre bilinci küçükken eğitim yoluyla verilmelidir.
3. 6. HUKUK
İslâm dünyasının geneli göz önüne alındığında temel haklar ve hürriyetler alanında çok geride oldukları ortadadır. İnsan hakları örgütlerinin her yıl yayınladıkları listelerde İslâm ülkelerinin olması gereken yerlerin çok gerisinde olması da bunu göstermektedir. İslâm ülkelerinde kişilerin doğuştan sahip olduğu tabiî ve demokratik hakları, genellikle bahanelerle ve hukuka aykırı yorumlarla geri alınıp, uygulama alanları daraltıldığından da kişiler aşırı uçlara kaçmakta, yasadışı yollara sapmaktadır. Bu durum ise toplumun ortak dinamiklerinin ve reflekslerinin zayıflamasına sebep olmaktadır.
Temel hak ve hürriyetler alanındaki sıkıntıların temelinde demokratik olmayan yollarla başa gelen ve başta kalmak isteyen kişi veya komitelerin, yine aynı yollarla başta kalmak istemeleri yatmaktadır. Çünkü temel hak ve hürriyetleri tam olarak hayata geçiremeyen, insanlara eşit şartlarda temsil imkânı sağlamayan devletler, düzeni sağlamak için antidemokratik uygulamalara ve düzenlemelere başvurmaktadır.
Hukuka ve insan haklarına aykırı uygulamaların yasal zeminini sağlamak için genellikle yasama meclisleri yönlendirilerek kullanılmaktadır. Çünkü seçilmiş kişiler, bu durumda medyanın taraflı enformesi ve yönlendirmesi ile baskı altına alınmakta ve özgürce karar verememektedirler.
Hukukun varlık sebebi her zaman göz önünde bulundurulmalıdır. Yargının ve hukukun varlık sebeplerinden uzaklaşması insanların yargıya olan güvenini zedelemektedir. Yargı yoluyla haklarını elde edemeyen ve haksızlıklara maruz kalan kişiler, kendi hukuklarını oluşturmakta, herkesin kendi kafasına göre oluşturduğu hukuk, eşitlikten uzak olduğu için de zulümler ortaya çıkmaktadır. Bu sebeple yargının her türlü maddî ve mânevî baskıdan uzak, sadece vicdanlarının tesiri altında kalmasının imkânı tanınmalıdır. İnsanlar her türlü temel hak ve hürriyetlerine kavuşturulmalıdır. Bunun için hukukî düzenlemeler zaman geçirilmeden yapılmalı, bu hakların kötüye kullanılmaması için tedbirler alınmalı ve insanlara uygun eğitimler verilmelidir. Demokratik kalkınmanın aynı zamanda ekonomik kalkınmanın da şartı olduğu bilinmelidir. İnsanların devlete ve topluma olan güveni sağlanmalı, toplumun genel güvenliği sağlanmalı, suçlu ile suçsuz ayrılmalı, suçlular uygun eğitim ve araçlarla topluma kazandırılmalıdır. Müslümanlara demokrasiyle İslâmiyetin çatışmadığı öğretilmelidir.
3. 7. GÜVENLİK
Müslüman, elinden ve dilinden emin olunan kişidir. İslâmiyet selm ve müsâlemet dinidir. Oysa günümüz dünyasında güven büyük ölçüde erozyona uğramış, İslâm dünyası da bundan nasibini almıştır. Birçok örgütün cirit attığı, her türlü yasadışı faaliyetlerin yapıldığı ve bunların toplum tarafından da koruma gördüğü kabul edilen Müslüman ülkelerde, hukukî olarak suçlu suçsuz ayırımı yapılmaması ve gayr-i insanî muameleler sonucu kişilerin ruh dünyasında meydana getirdiği eziklik ve ümitsizlik intihar eylemlerini arttırmaktadır. Bu da İslâmiyet’in imajını zedelemektedir.
Oysa İslâmiyet’te gayri nizamî harp usulleri kabul edilemez. Çünkü İslâmiyet’te savaşta bile uyulması gereken kurallar vardır. Savaşta soykırım ve katliâm yapılamaz, siviller ile askerler, savaşanlarla savaşmayanlar aynı kefeye konulamaz. Kadınlara, çocuklara, hastalara, din adamlarına, masumlara karışılamaz. Hatta hayvanlar ve bitkiler de tahrip edilemez.
3. 8. KÜLTÜR – SAN’AT VE İNANÇ TURİZMİ
Devletler, milletler arasındaki savaşlar ve mücadeleler, artık yerini sınıflar ve sosyal tabakalar arasındaki mücadeleye bırakmaktadır. İslâm devletlerinin vatandaşları, diğer dünya devletlerinin vatandaşlarına göre çok daha az gezmekte ve çok daha az yerleri görmektedir. Oysa her insanın kendi imkânlarına göre gezebileceği ve görebileceği yerler vardır. Ancak buna rağmen bu husus ihmal edilmektedir. Ülkeler arasındaki seyahatler, sadece birer turistik gezi gibi algılanmamalıdır. İslâm ülkeleri arasında güvensizlik, pasaport ve vize uygulamalarında karşılaşılan zorluklar ve uygun konaklama yerlerinin yetersizliği, alternatif çözümlerin azlığı sebebiyle yeterince organizasyonlar yapılamamaktadır.
Başka ülkelere ve başka yerlere yapılan geziler neticesinde insanlar birbirleriyle tanışacaklar ve bu tanışmalar insanlar arasında ortak ticarî projeler geliştirmeyi netice verecektir. Ülkelerin ihtiyaçlarını komşu ülkelerden gidermek için yapacakları yardımlaşma teşrik-i mesaiyi netice verecektir. Ayrıca kişiler arasındaki fikir ve kültür alış verişinden ortak mefkûreler, ortak idealler ve karşılıklı öğrenmeler doğup gelişecektir. Bununla beraber kalite artacak, kalite arttıkça da müsabaka hızlanacaktır.
Haccın İslâmiyetin şartlarından birisi olarak farz kılınmasının bir hikmeti de bu olsa gerektir. Hatta bu konuda Bediüzzaman 1. Dünya Savaşı’ndaki mağlûbiyetimizin esas sebebini şöyle izah etmektedir: “Haccın ve ondaki hikmetin ihmali, musibeti değil, gazap ve kahrı celb etti. Cezası da keffâretü’z-zünub değil, kessâretü’z-zünub oldu. Haccın bahusus taarrüfle tevhid-i efkârı, teavünle teşrik-i mesaiyi tazammun eden içindeki siyaset-i âliye-i İslâmiye ve maslahat-ı vâsia-i içtimaiyenin ihmalidir ki, düşmana milyonlarla İslâmı, İslâm aleyhinde istihdama zemin ihzar etti.”
3. 9. EĞİTİM
İslâm dünyasının genelinde savunma giderlerinin % 90 gibi en yüksek bir seviyede olması ve dolayısıyla eğitime ayrılan payların azlığı gerilemeyi de beraberinde getirmektedir.
İslâm dünyasında din ilimleri ile fen ilimlerinin beraber verilmemesi kişilerin kabiliyetlerinin körelmesini ve halkın eğitime yeterince önem vermemesini netice vermektedir. Dinî bilgilerden yoksun kişilerin şüpheci ve hileci olması, fen ilimlerinden yoksun kişilerin de mutaassıp olması beklenen bir sonuçtur. Bu da toplumsal ilerlemenin önünü kesmektedir. Oysa insanın iki temel duygusu olan akıl ve kalbin birlikteliğinden ideal insanlar çıkacaktır.
İslâm dünyasında bilimsel çalışmalara, AR-GE çalışmalarına ayrılan payların azlığı bilimsel araştırmaların kalitesini düşürmektedir. Patent hakları için dışarıya ödenen paraların ve ithalatın artması, buna karşılık ihracatın düşerek dışa bağımlılığın artması ekonomilerin gerilemelerine sebep olmaktadır.
Eğitim kurumlarının mimârî yapılarının uygunsuzluğu, sınıf başına düşen öğrenci sayısının fazlalığı, amacına uygun kütüphanelerinin yokluğu, var olan kütüphanelerin de güncellenememesi, internet gibi çağımızın harika teknolojisinin rantabıl ve yeteri düzeyde kullanılamaması, sağlıklı ve kişilerin gerçek kabiliyetlerini tanıyan ve buna uygun olarak yönlendirme yapan danışmanlık sisteminin azlığı, anlamaya, sorgulamaya dayanmayan, aksine ezbere ve öğretmeye dayanan eğitim müfredatları, eğitim sisteminin başlıca sorunları olarak belirtilebilir.
Meslekî ve teknik eğitim kurumlarına önem verilmesi, sanayi kuruluşları ile işbirliği sağlanması, bu sayede öğrencilere öğrendiklerini pekiştirme ve uygulama konusunda yardımcı olunması ve okulu bitiren öğrencilerin iş hayatına hazırlıklı olarak girmeleri üretim sürecine katkı sağlayacaktır.
3. 10. MEDYA
İslâm ülkelerinin genelinde medya; bilgilendirici, eğitici, katılımcı, yol gösterici, doğru karar vermeye yardımcı olmaktan çok toplumu yönlendirici, değerlerine karşı, özendirici, ülkesinin ve dünyanın temel sorunlarına ve kendisine yabancılaştırıcı bir rol almaktadır. Medya patronlarının, tekel oluşturmaları ve aynı zamanda iş dünyasının ileri gelenlerinden olmaları sebebiyle kendi konumlarını korumaya öncelik vermeleri ciddî bir sorundur.
Gazeteciler, programcılar, yazarlar ve düşünürler, ülkelerinin ortak menfaatleri etrafında birleşmeli ve üretici, düşündürücü yayınlar yapmalıdırlar. Kişilerin yorum yapmalarına imkân verilmeli, haber ile yorumlar birbirlerinden ayırt edilmelidir.
3. 11. EKONOMİ
İslâm dünyası demokratikleşmede, temel hak ve hürriyetlerde ne kadar geri ise, ekonomik alanda da o kadar geri demektir. Çünkü özgürlükler ve ekonomik kalkınma birbiriyle doğru orantılıdır. Bu durumda öncelikle yapılması gereken şey, temel hak ve hürriyetlerin sağlanmasıdır. Üstad Bediüzzaman Hazretleri “Ekmeksiz yaşarım; hürriyetsiz yaşamam” sözüyle hürriyetin önceliğini çok çarpıcı bir şekilde vurgulamaktadır. Zaten haklar teminat altına alınıp hürriyetler hayata geçirildiği zaman, beyinlere vurulan zincirler de kırılmış olacak ve ilerlemek için içimizde hissettiğimiz mecburiyet bizi çok kısa bir zamanda çok ileri götürecektir. Ekonomik kalkınmışlık için yatırımlar yapılmalı, uluslar arası ticaret için rekabet şartları oluşturulmalı ve kaliteye yatırım yapılmalıdır.
|