Halil Özyörük 1884 yılında İzmir’de doğdu. Muhtemelen ilk ve orta öğrenimini burada yaptı. Biyografilerinde çok kısa bilgiler verildiğinden nerede ve hangi okulları okuduğu belirtilmemekte sadece Ankara Hukuk Fakültesi’ne girdiği ifade edilmektedir. Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra muhtelif adlî hizmetlerde bulundu.
Özyörük 1943 yılında Yargıtay Birinci Başkanlığına getirildi. 1944-45 Adlî Yılı açılışında yaptığı konuşma, gelenek haline geldi ve bu her yıl yapılmaya başlandı. İlk defa Halil Özyörük’ün konuşması ile gelenek haline gelen bu durum, 1730 sayılı Yargıtay Kanunu ile Yasa hükmü haline de getirildi. Törenin gayesi; yargının işleyişi hakkında gereken açıklamaları yaparak sorunları dile getirmek ve çözüm yolları önermektir. Yargıtay Başkanının konuşması yasada bulunmakla birlikte başkasının konuşma yapması yasada yoktur. Ancak 1973 yılında başkanın konuşmasını bitirmesinden sonra törenin bittiği düşünülürken aniden Barolar Birliği Başkanı kürsüye çıkarak konuşma yapmıştır. Bu oldu-bitti durum da daha sonra gelenek haline getirilmiştir.
Günümüzde çok daha sık tekrarlanmaya başlanan ve büyük rahatsızlıklara sebebiyet veren adil yargılama, hukukun üstünlüğü ve tarafsızlık ilkesine, muhtelif konuşmalarında vurgu yaptı. Özyörük; “Adalet erkinin bir devlet içerisinde, kendisine düşeni lâyığı ile yapabilmesi, siyasi mülâhazaların üzerinde kalabilmesi ile mümkündür,” ifadelerini kullandı. Ayrıca; “Hâkim müstakildir. Hâkim azlolunamaz. Hâkim Türk Milleti adına hükmeder. (...) Türk Devletinin Anayasası (1924) hâkimin kararına hiçbir kudretin karşı koyamayacağını ilân etmekle Türk hâkimi önünde hak iddia eden herkesin hakkını en kutsal ve en dokunulmaz teminata kavuşturmuştur” demekle birlikte konuşmasının devamında hâkimlerin pek de müstakil olmadıklarını ima eden ifadeler kullandı. (http://webarsiv.hurriyet.com.tr /1997/09/09/8893.asp).
Halil Özyörük’ün Yargıtay’da en üst makamlarda bulunduğu sıralarda Bediüzzaman ve Risâle-i Nur’un takibata uğramaya devam ettiğini, beraat kararlarına rağmen başka mahkemelerin yeniden dâvâ açtıklarını görmekteyiz. Bu dâvâlardan bazıları temyiz yoluyla Yargıtay’a da gitmiştir. O’nun döneminde dâvâların beraatla neticelendiği şu şekilde ifade edilmiştir:
“Emirdağ Postahanesi güya zabıta memuru vazifesini yapıyor gibi, gizli bir maksada binaen bu kitapları zapt ederek hemen bizzat kendisi gidip jandarma dairesine, kaymakama, adliyeye ve telefonla Afyon’a şâyi edip işi şâşaalandırarak kitapların hepsini adliyeye verdirmiştir. Hâlbuki kitapların mahiyeti şudur: Beş parçası, mahkemede bulunan müdafaat ve zeyillerinden ibarettir. Diğer üç kitap da, şimdiki Adliye Vekili Halil Özyörük’ün üç defa beraatlerine karar verdiği eserlerdir ki, Denizli Mahkemesi aynı eserlerin eczalarını iade etmiştir. Ve Afyon Mahkemesinin de hükümlerini bozmuş ve o eserlerin beraatlerine rey vermiştir.” (Emirdağ Lahikası, s. 269)
Bediüzzaman’ın ziyaretine giden ve aynı zamanda milletvekili olan bir talebesi de Adalet Bakanı Özyörük ile yaptığı konuşmayı aktarmış ve bu görüşme Lâhikalara kaydedilmiştir; “Ben Adliye Bakanlığına gittim. Afyon’da Nurların müsadere kararını söyledim.” Adliye Vekili Özyörük dedi ki: “Ben Afyon Mahkemesine Nurların tamamen verilmesine emir verdim. Hattâ bendeki Asâ-yı Mûsâ’yı da müellifine iade edeceğim diye bana söyledi. Halil Özyörük’ün bu sözü Demokratlara ve Nurlara taraftarlığını gösteriyor.” (Emirdağ Lâhikası, s. 297)
En üst adlî makamlarda görev alan Halil Özyörük, Demokrat Parti’ye katılarak siyasete atıldı ve 1950 seçimlerinde İzmir’den milletvekili seçilerek Meclis’e dahil oldu. Bilindiği gibi, 14 Mayıs’ta gerçekleşen bu seçimler Demokrat Parti’nin büyük çoğunluk elde etmesiyle sonuçlandı ve ilk işlerden birisi de Cumhurbaşkanının kim olacağı meselesi idi. Bu makam için adı geçenlerden birisi de Halil Özyörük idi. Bayar’ın Başbakan olmak istediği ve Cumhurbaşkanlığına da Özyörük’ü istediği konuşulmaktaydı. Fakat CHP Özyörük yerine Celal Bayar’ın seçilmesini istiyordu. Bu yolla hem Cumhurbaşkanı hem de Başbakanlığa iki güçlü ismin seçilmesi ile iktidar gücünün bölüneceğini, çekişme olabileceğini hesaplamaktaydı. Bu amaçla CHP’ye yakın yayın organlarında Halil Özyörük’ü yıpratma faaliyeti başlatıldı. Neticede Bayar Cumhurbaşkanı ve Menderes de Başbakan oldu. Halil Özyörük ise İçişleri Bakanlığı’na getirildi. Bu Bakanlığı uzun sürmedi. 19 Ekim 1951 tarihinde Bakanlıktan istifa etti. Daha sonra Adalet Bakanlığı’na atandı.
Adalet Bakanı olan Özyörük, özellikle Medeni Kanun’da geniş çaplı düzenlemeler yapma yoluna gitti. Yıllar sonra bu düzenlemelerin zorunlu olarak yapılması gerektiğini belirten eski Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, düzenlemenin gereğini izah etmiştir: “1926-1951 arasında Avrupa’da çeşitli ülkelerde önemli siyasal değişiklikler olmuştur. Türkiye’de de çok önemli değişiklikler yaşanmıştır. Aynı biçimde dünya bir büyük savaştan geçmiştir. İkinci Dünya Savaşı yaşanmıştır. Bir daha böyle bir savaşın acılarını yaşamamak için, insana saygıyı, insan haklarına saygıyı, insanların eşitliğini benimsemeyi temel ilke olarak kabul eden bir görüşle Birleşmiş Milletler Teşkilâtı kurulmuştur. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi kabul edilmiştir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi imzalanmıştır.” (http://www.basin.adalet.gov.tr/b94.htm).
Bir çok önemli görevlerde bulunan, İçişleri ve Adalet Bakanlığı yapan, 1948 yılında Gümrük ve Tekel Bakanı Suat Hayri Ürgüplü’nün yargılandığı dâvâda Yüce Divan Başkanlığı yapan Halil Özyörük 28 Şubat 1960 tarihinde vefat etti.
|