Batı medeniyeti, İslâm medeniyetinin de etkisi ve katkısıyla 14. yüzyılın ikinci yarsından itibaren ortaya çıkıp, kaynağını pagan kültüründen, Grek felsefesi ve rasyonalizmi ile Roma hukuku ve Hıristiyanlıktan almıştır. Ancak bu medeniyet bozulmuş Hıristiyanlığı kendisine araç yaparak eski Yunan ve Roma medeniyetlerinin temelinde yükselmiştir.
II. BÖLÜM
2.1. BATI MEDENİYETİ
KAYNAĞI
Batı medeniyeti, İslâm medeniyetinin de etkisi ve katkısıyla 14. yüzyılın ikinci yarsından itibaren ortaya çıkıp, kaynağını pagan kültüründen, Grek felsefesi ve rasyonalizmi ile Roma hukuku ve Hıristiyanlıktan almıştır. Ancak bu medeniyet bozulmuş Hıristiyanlığı kendisine araç yaparak eski Yunan ve Roma medeniyetlerinin temelinde yükselmiştir. Hıristiyan din adamlarının bütün çabalarına rağmen, Hıristiyanlık, Yunan ve Roma medeniyetinin varisi olan Batı Medeniyetinin ancak bir unsuru olmuş, kendi başına bir medeniyetin kurucusu olma imkânını bulamamıştır. Yayıldığı alanlardaki eski Grek ve Roma medeniyetlerinin sonradan katılma unsuru olmuştur. Başlangıçta bunlarla mücadele etmiş, fakat daha sonra uzlaşarak bu medeniyetlerin bir parçası haline gelip sâfiyetini yitirmiştir. Ortaçağ’ın sonlarına doğru, yani Rönesans ile birlikte yeniden Grek–Roma kültürüne dönülmüştür. Gerçi Roma ve Yunan medeniyetleri de su ve yağın karışımı gibi hiçbir zaman tam anlamıyla birleşememiştir.
17. ve 18. yüzyılda Aydınlanma Çağı’ndaki bilim ve teknolojideki gelişmelerle beraber Batı Medeniyeti yeniden inşa edilmiştir. Tanrı ve dinin dışında yepyeni bir âlem olduğu, bütün insanlığı zenginlik ve huzura ulaştıracak en son medeniyetin bulunmuş olduğu ve bundan başka medeniyet olamayacağı inancına ulaşılmıştır. Ancak keşfedildiği sanılan âlem, giderek meçhule karışmıştır. İnsan aklı Ortaçağ’dan çıkarken, insan ruhu yeni bir ortaçağa girmiştir. İnsandaki bu bölünmüşlük, insanlığı “bunalım çağına” sürüklemiştir.
ÖZELLİKLERİ
Batı Medeniyetinin özelliklerinden bahsederken, herhalde dikkatli davranmak ve toptancı bir bakış açısıyla değerlendirme yapmamak gerekir. Çünkü Bediüzzaman, Batı Medeniyetinin eski Roma ve Yunan dehalarına istinad ettiğini, bu medeniyetin ruhunun ise, Roma dehası olduğunu, bazı iyiliklerini takdir etmekle beraber, doğruluk ve üstünlüğünü kabul etmediğini belirtmektedir. Dolayısıyla onun; “Bizim muradımız medeniyetin güzellikleri ve insanlığa faydalı olan iyilikleridir. Yoksa günahları ve kötülükleri değil” derken, insaflı bir ayrıma gittiğini ve Batı Medeniyetini ikiye ayırarak incelediğini görürüz. Birisi kaynağını hakikî İsevîlik dininden alarak insanlığa faydalı san’atlar sunan ve hakkaniyetle yaklaşan dindar İsevî Batı Medeniyeti; diğeri, kaynağını Yunan ve Roma putperestliğinden alan ve küreselleşmenin imkânlarını da sonuna kadar kullanarak insanlığın büyük çoğunluğuna zulüm ve adaletsizlik getiren muzır Batı medeniyetidir.
ESASLARI
Bediüzzaman, hakikî İsevî dininden uzaklaşmış ve insanlığın umumuna mutsuzluk getirmiş olan sefih Batı Medeniyetinin temelde beş esas üzerine kurulduğunu belirtir. Bunlar:
1. HIYANET
Batı Medeniyeti, sefih Roma felsefesinden kendisine armağan kalan, “Galebe edende bir kuvvet var.”, “Kuvvette hak vardır. Öyleyse güçlü her zaman haklıdır” anlayışı ile zayıf ve masumların her zaman ezilmesine sebebiyet vermiştir. Zulmü manen alkışlamış, zalimleri cesaretlendirmiştir. Bu anlayıştan yola çıkarak güçlüler kendinden zayıf olanı ezerek, sömürerek ve en küçük bir fırsatını bulduğunda, en yakınlarına dahi tecavüze kalkışarak, hıyanet etme gibi bir alçaklığa düşmüş, bir hıyanet ve güvensizlik medeniyeti oluşmuştur.
2. CİNAYET
Batı Medeniyeti insanına bir hedef koymuştur. Bu da menfaatini diğer menfaatlerin üstünde tutmak. Hedeflediği menfaatine ulaşmak için, insanı makineleştirip, sadece kendi menfaatine kurguladı. Bundan dolayı, bilgi ve bilim hayatında olduğu gibi, toplumsal hayatta ve kültürel hayatta da güvensizlik oluştu. Çünkü sadece kendi kazancı için başkalarına güç baskısı uygulaması gerekiyordu. Aslında sosyal, siyasî, hukukî, kültürel ve bilimsel kurumlar, bu kurumların getirdiği kavramlar ve bu kavramlara dayandırılan doğrular, sadece menfaat içindi. Menfaatle çatıştığında da hiç çekinmeden cinayet işleyen, eli kanlı, Batı Medeniyetinin gerçek yüzü ile karşılaşılıyordu.
3. SEFALET:
Batı Medeniyeti kâinatta her şeyi birbirine düşman görmektedir. Hayatta kalmak için devamlı mücadele etmek, önüne gelen her şeyle kavga etmek ve kendisini savunmak gerekliliğini duyar. Kendisinden başka her şeye düşman olarak bakan bu anlayış, her şeyi yakmış, yıkmış, yok etmiş ve insanlığı açlığa, yoksulluğa ve sefalete atmıştır.
4. HELÂKET:
Batı Medeniyetinin menfî milliyet ve ırkçı yaklaşımı sonucu; tüm dünya, sıcak ve soğuk savaşlarla sarsılmıştır. Bu savaşların getirdiği yıkım, Batı dünyasının ahlâkî değerlerini alt üst etmiştir. O zamana kadar entelektüel çevrelerde geniş kabul gören dünya görüşü ve anlayışı (bir zamanlar ona “modern düşünce” deniyordu) geçerliliğini kaybetmeye başlamıştır. Daha iyi ve daha güzel bir dünyaya duyulan özlem ve kurulan hayaller, artık sona ermiştir. İnsanlık Batılı tarihçilerin deyimiyle, “bunalım çağı”nı Bediüzzaman’ın deyimiyle “helâket asrı”nı yaşamaktadır.
5. SEFAHET:
Akıldan ziyade hissiyatın hakim olduğu zamanımızda, Batı Medeniyeti tam da bu silâhı kullanarak insanların heva ve heveslerini, nefis ve arzularını tatmin etmek için, elinden gelen her şeyi yapmış ve bütün imkânlarını seferber etmiştir. Ancak doymak bilmeyen nefis ve tatmin edilemeyen arzular, insanlığa mutluluk vereceğine büyük bir ruhî girdaba sürüklemiştir. Neticede Batı Medeniyeti kokuşmuş ve çürümüş, bu esaslarıyla insanlığı huzurdan ziyade, sıkıntı ve sefahete sürüklediğini kendisi de kabullenmiştir.
YANLIŞLARI
1. İnsanlığın yüzde seksenini sıkıntı ve darlığa atmış; sadece yüzde onunu sahte saadete ulaştırmış; geriye kalan yüzde onunu da iki arada bırakmıştır.
2. İnsanın, maddî ve mânevî yönünü dikkate almadığından, fıtratından uzaklaştırmıştır.
3. Birçok ihtiyacı zarurî hale getirmiştir. Eskiden, bir adam dört şeye muhtaçken, şimdi yüz şeye muhtaç olur hale gelmiş ve çalışması masrafına yetmediğinden, hile ve harama başvurmaya zorlanmıştır.
4. Topluluklara verdiği servet ve haşmete bedel, şahısları fakir ve ahlâksız yapmıştır.
5. Bireysel ilişkilerden uluslar arası ilişkilere kadar, riya ve ikiyüzlülük prensip haline getirilmiş, bütün insanlık “ tasannu ve riyakârlığa” sevk edilmiştir.
6. “Mimsiz medeniyetin terbiyesi yüzünden” insanlığın en temel sosyal kurumu olan aile bile bozulmuş, evlât anne-babadan, anne-baba evlâttan şikâyet eder hale gelmiştir.
7. Mülkün temeli olan adaleti tesis edemediğinden ve masumun değil, suçlunun lehine hukuk kuralları oluşturduğundan ve “kötülükleri iyiliklerine, hataları faydalarına” üstün geldiğinden, umumun istirahatini ve dünya hayatının saadetini bozmuştur.
8. İktisat-kanaat yerine, israf ve sefahetin, çalışma ve hizmet yerine, tembellik ve istirahat meylinin ön plana çıkartılması sebepleriyle, insanlık fakirleştirilmiş ve tembelliğe itilmiştir.
9. “Ben tok olsam, başkası açlıktan ölse bana ne” ve “Rahatım için zahmet çek; sen çalış, ben yiyeyim” felsefesiyle; faizin yasaklanmaması, aksine yaygınlaştırılması, zekât gibi yardımlaşma ve yakınlaşma müessesesinin çalıştırılmaması fakir ve zengini daima çatıştırmış; zenginleri zulme, fakirleri isyana sevk etmiştir.
2. 2. İSLÂM MEDENİYETİ
İlâhî kaynaklı olan İslâm Medeniyeti için Risale-i Nur’da “Kur’ân Medeniyeti”, “Hakikî Medeniyet”, “Mü’minlerin Medeniyeti” “Asya Medeniyeti”, “Şeriat-ı Garradaki Medeniyet” gibi ifadeler kullanılmıştır. Bediüzzaman medeniyet için ya insanların tamamına veya en azından çoğunluğuna saadet ve huzur getirmesi gerektiğini belirterek, aslında İslâm Medeniyetinin bütün insanlığa rahmet olduğuna işaret etmektedir.
ESASLARI
İnsanlığın umumuna mutluluk sunmayı taahhüt eden İslâm Medeniyeti Bediüzzaman’a göre, beş esasa dayanmaktadır. Bunlar:
1. Adalet - selâmet
İslâm Medeniyetinin temelinde Hak ve Hakkaniyet kavramı vardır. Bu sır Hz. Ömer’e; “Adalet mülkün temelidir” sözünü söyletmiştir. Bu sebeple de insanlar (hatta hayvanlar) arasında bile, hakkı her türlü hatırın üstünde tutarak, tam bir adalet tesis eder. İnsanların aralarında ihtilâfları adaletle çözer ve şikâyetleri yok eder. Velhasıl her türlü tehlike ve kötülüklerden uzak kavganın ve çatışmanın olmadığı insanların dil, din, ırk ve rengine bakılmadan, kardeşçe bir arada yaşadığı barış ve güven ortamı sunar.
2. Muhabbet – saadet
İslâm Medeniyetinin gayesinde imanlı, irfanlı, erdemli, sadece kendi menfaatini değil, başkalarını da düşünebilen faziletli insanlar vardır. Faziletli insanların oluşturduğu toplum ve devletler, sevgi ve muhabbetle hareket edip, düşmanlığı kaldırarak gerçekten bütün insanlarının mutluluğunu hedefleyen bir sevgi medeniyetini sunar.
3. İttihat - tesanüd
İslâm Medeniyetinin hayattaki prensibi yardımlaşmadır. Herkesin birbirine yardım ettiği ve birbirinin imdadına yetiştiği bir toplumda; birlik, beraberlik ve dayanışma olacaktır. Bu da toplumları ve devletleri, hayattar ve dostluk medeniyetleri olarak devamlı kılacaktır.
4. Hidayet - terakki
İslâm Medeniyetinde değer yargısı insanların basit heves ve arzuları değil, İslâmiyetin göstermiş olduğu ulvî değerlerdir. Bu ulvî değerlere dayanan medeniyet, insanları lâyık olduğu refaha ve gelişmişlik düzeyine ulaştıracaktır. İnsanların maddî ve mânevî ihtiyaçlarına cevap verecek ve yeni bir Asr-ı Saadet modeli oluşturacak olan bir huzur çağını sunacaktır.
5. Uhuvvet
İslâm Medeniyeti en küçük kabileden, en büyük devletlere kadar sınıflara ayrılmış tüm milletlere ve dinlere; onların inanç ve kültürel değerlerine saygı gösterip korur. Ve bu farklılıklarını kavganın, savaşın, ayrılığın değil; kaynaşmanın, barışın ve kardeşliğin sebebi sayar. Bütün yaratılmış insanları abdullah (Allah’ın kulu) olarak kabul eder ve hakikî dünya kardeşliğini sunar.
|